İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Kırman banka-iştirak ilişkisini anlatırken "Kime satalım? İştiraklerimizi alacak yerli sermaye yok. Öyle ise yabancılara ucuza satın mı denmek isteniyor" dedi.
Sayın Kırman, belki direk olacak ama CHP'nin hissedarlığı, bankanın önünde bir engel mi? Kabul etmek gerekir ki, bu durum dünya bankacılık literatüründe çok özel bir durum. Bir taraftan ülke gerçeklerinden ve tarihi gelişimden hareketle "böylesi doğrudur" dersiniz, diğer taraftan dünya örneklerini dikkate alarak "doğru değildir" diyebilirsiniz. Ben, 80 yıllık süreçte, CHP-banka ilişkisi anlamında bu soruyu değerlendirmek istiyorum. CHP'nin ortak sıfatı ile bankada görevlendirdiği yönetim kurulu üyeleri anlamında politik bir yaklaşımını görmedim. Bu görevi yapan ve yapmakta olan üyeler, konularında temayüz etmiş olan ve bankacılığın gereğini yerine getirmek için çaba gösteren kişiler.
* Bu sadece sizin görüşünüz mü? Banka içinde de bu tespit yapılıyor mu? Bu konuda farklı bir yaklaşım olduğuna şahit olmadım. Tipik bir örnek verebilirim. CHP, izlediği ekonomik politikalar gereği Petrol Ofisi özelleştirmesine karşıydı. Buna karşılık yönetim kurulunda görevli olan ve CHP paylarını temsil eden üyeler POAŞ'ın satın alınmasına olumlu yaklaştılar ve bu girişimi desteklediler. Türkiye İş Bankası, bir dünya bankası, şirketleri de dünya şirketi olma iddisında. Bu hedefleri yakalama açısından en büyük avantajı da kurumsal yapısı ve kurumsallığı iyi yönetişim ve şeffaflık yolu ile geliştirme imkanına sahip olması. Bu bankanın kurumsallaşma yolunda liderliğinin genlerindeki özelliğin bir sonucu olduğunu söyleyebilirim. Günümüzde kurumsallaşmanın önündeki en büyük engel olan patrona bağımlı yönetim tarzı, bu banka için geçerli değil.
KAR DAĞITTIK * Bir de mesela bankanın sermayeye ihtiyacı olduğu zaman CHP ortaklığı bir engel teşkil etmiyor mu? Halen sermaye yeterlilik rasyosu yüzde 28 civarında. Bu büyüme, bu aktif yaratma kapasitesiyle bankanın gelecekte sermaye açısından bir sorunu olacağı inancında değilim. Bankaların sermaye gereksinimi açısından konuya bakarken bazı hususları da gözden kaçırmamak gerekir. Bir bankaya siz hissedar olarak, sermayedar olarak niye para koyarsınız, ya da bir şirkete niye koyarsınız? Şirketin verimli çalıştığı, kaynak yarattığı hallerde sermayedarın para koymasını gerektiren bir durum olmaz. Böyle bir durumda koyulan sermayenin ne yapılacağı sorusunun da cevabını bulmak lazım. Bunu bulmadan herkes tarafından kabul gören sermayedar yaklaşımı gereği hiç kimseden şirketine para koymasını isteyemezsiniz.
* CHP sermaye artırımına katılamayacağı için banka yarattığı kaynakları genelde içerde tutuyor, eleştirisi var... Biz geçmiş dönemlerde ve en son olarak da geçen sene temettü dağıttık. Bir dönem bankalarda temettü dağıtmama konusunda ağırlıklı bir eğilim bulunduğu, otoritenin de bu yaklaşımı tasvip ettiği zihinlerde. Geçmiş dönemlerde yaşanan ekonomik koşullarda ortaya çıkan, kârların bünyede tutulması suretiyle daha güçlü banka yaratma eğiliminin, normal ekonomik bir işleyiş içerisinde daha yumuşak algılanarak gerek büyük, gerek küçük pay sahiplerini tatmin edici bir yönde gelişim göstermesi kanımca mümkün. Ama bir noktayı da gözden kaçırmamak lazım o da şu; siz hisse senedi sahibi olurken ne düşündüğünüz çok önemli. Yani hisse senedi yatırımı tek başına temettü geliri ile beslenen ve ölçülen bir yatırım değil.
NEYİ SATALIM? * Temettü hep ihmal edilmiş bir konu. Onda hem fikirim. Ancak, kaynakların içerde kalması bankanın değerini yükselten bir unsur. İş Bankası'na baktığınız zaman ilk defa borsaya 1928 yılında kaydolduğunu görüyoruz. O tarihteki borsa bugünden farklı tabii. O dönem 1 milyon dolar piyasa değerimiz vardı. Bugün 6 milyar doları aşan bir piyasa değeri. Ayrıca, hemen eklemeliyim ki, İş Bankası olarak kâr dağıtmamak gibi özel bir politika da izlemiyoruz.
* Eleştirilerden biri de iştiraklerinizin çok olmasından kaynaklanıyor... Bu konuya biraz geniş açıdan yaklaşmak gerekir diye düşünüyorum. Grubunuza iki türlü para verebilirsiniz. Ya şirkete sermaye diye koyarsınız ya da kredi verirsiniz, ya da ikisini birden yaparsınız. Şimdi diyorsunuz ki iştiraklere sahip olmayın. Niye? Denilebilir ki, dönüşü uzun ve yatırdığınız paranın getirisi düşük. Bu husus iştirakin niteliğine göre dikkate alınabilir. Diğer taraftan "kendi şirketinize kredi verirseniz sorun yok, ortak olursanız sorun var" sonucunu doğuran bir yaklaşımı da anlamak kanımca kolay değil. Bugünkü bankalar mevzuatı "Ha ortak olmuşsun, ha kredi vermişsin ben ikisini de kredi sayıyorum" diyor. Yani ortaklık payları da limitleri kanun tarafından belirlenmiş bir kavram. Sınırları iyi belirlediğiniz ve denetimini de doğru yaptığınız sürece sorun yok. Ayrıca İş Bankası bugüne kadar 300 tane iştirak oluşturmuş, bunların pek çoğunu satarak çıkmış. Şirketlerimizin durumu ve ekonomiye katkısı belli. Bankanın seksen yıllık tarihi bu misyonun hayata geçirilmesine yönelik örneklerle dolu. Türk sanayisinde kurduğu şirketler hep öncü olmuş. Şimdi bugüne kadar belirlenen yolda yürüyen ve kendisine yüklenen misyonu yerine getirme çabasında olan bu Cumhuriyet kurumuna, "bu misyonun ülkeye bir yararı yok, devam etme" diyeceksiniz. İş Bankası özelinde kanunun öngördüğü limitler hiçbir zaman ihlal edilmemiş, tam tersine her zaman mevzuatın öngördüğü sınırlar içerisinde çalışmış ve büyümüş bir banka bulunduğunun gözardı edilmemesi gerekir. Böyle bir virajı ülke ekonomisi açısından da iyi düşünmek lazım. Sadece İş Bankası özelinde söylemiyorum, ama bu yaklaşımın istenmeyen sonuçlara yol açabileceği ihtimalini gözardı etmekte olduğunu düşünüyorum. Diğer bir ifadeyle, "bunlar satılsın düşüncesinin hayata geçirilmesi için söz konusu varlıkları alacak güçte yerli sermaye olmadığına göre, bunların ederinden düşük fiyatlarla yabancılara satılması mı amaçlanıyor" sorusunun cevabının da verilmesi gerektiğine inanıyorum.