Çeşitli üniversitelerde, Kürtçenin ders olarak okutulması için dilekçe veren öğrencilerin yarattığı sıkıntı, bir sıkıntıyı çözmek yerine kendi kendimize büyütme kapasitemizin son örneğidir.
Olayın bir yanı, dilekçe "harekâtı"nın "örgütlü" olmasıdır. Birçok üniversitede yüzlerce öğrenci koordine bir şekilde hareket etmiştir. Bu örgütlü hareket kuşkucu yanımızı canlandırmıştır. Kimileri daha baştan bu eylemi "PKK'nın siyasallaşmasının bir parçası" olarak görmüştür.
Terörle herhangi bir sonuç almanın imkânsızlığının görülmüş ve kabul edilmiş olması, başlı başına, terörden çok fazla acı çekmiş bir toplum açısından önemlidir. Dilekçe eyleminin ilk andan itibaren PKK'ya bağlanması ise çok anlamlı değildir. Türkiye'de yaşayan Kürt kökenli Türk vatandaşlarının tümünün PKK kontrolünde olduğunu düşünmek ve bundan kuşkulanmak hem haksızlıktır hem de bu topluma güvensizliğin en tepe noktasıdır.
Dilekçe eylemi kendi başına, yasalar açısından da temel hukuk kuralları açısından da suç değildir. Bu eylemin yasa dışı bir örgüt tarafından düzenlendiği kanıtlanana kadar da bu eyleme katılan öğrencilere "örgüt üyesi" ve "terör destekçisi" muamelesi yapılmasının, hukukun ötesinde vicdani olarak anlamı da yoktur.
"Baştan vuralım ki iş büyümesin" mantığının hiçbir geçerliliği olmadığı da bundan önceki sayısız örnekle kanıtlanmıştır. Ayrıca dilekçe eylemi bir süredir devam etmektedir. Dilekçeler kendi hallerinde verilmeye devam ederken birden "ağır" bir tepki ortaya çıkmıştır.
Bu dilekçeleri alan yetkililer, üniversite yöneticileri basit cevaplarla olayı "kendi" boyutunda tutabilirlerdi, yine de tutabilirler. Bu tarz bir eylemin gerçek anlamda siyasallaşması ve kendi boyutunun dışına taşmasının en garantili yolu, ölçüsüz ve abartılmış tepkilerle karşılanmasıdır.
Türkiye demokrasiye alışmalı
Avrupa ile farklı bir süreç içine girildiğine ilişkin iyimser yaklaşımların öne çıktığı bir ortamda bu tarz "zorlamalar"ın gündemin önüne yerleştirilmesi çabaları da başka kuşkular yaratmaktadır.
Asıl gündem, "uyum yasaları" adı verilen ve yasalarımızdaki çok açık anti-demokratik hükümlerin temizlenmesi ve düzeltilmesidir. Böyle bir dönemde dilekçe eylemlerinin birdenbire büyük bir mesele haline dönüştürülmek istenmesi, eylemin kendisinden daha tehlikelidir.
Türkiye, bütün anlamlarıyla, bütün içeriğiyle demokrasiye "alışmak" ve onu hazmetmek aşamasındadır. Bünyede, alışmayı ve hazmetmeyi reddeden unsurlar vardır ve bunlar dilekçe eyleminde aradıkları gerekçelerden birini bulduklarını düşünerek seslerini yükseltmeye başlamışlardır.