kapat
23.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 NET YORUM
 HYDEPARK
İNANÇ DÜNYASI
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Alevilerle-Sünnilerin sosyal ilişkilerinde sorunlar ve çözümleri

Ülkemizde Alevilerle Sünniler arasında son derece olumlu sosyal ilişkilerin varlığını, giderek de arttığını ve geliştiğini bir toplumsal gözlem olarak sevinçle söylemek durumundayız. Ancak bu güzel gelişmeler, bizi şu anda yaşanmakta olan olumsuz ve çok zararlı ilişkileri görmezden gelmeye götürmemelidir.

Vicdan ve insaf sahibi ve konuya ilgi duyan herkesin gördüğü ve bildiği üzere, Alevilerle Sünniler arasındaki toplumsal ilişkilerde hala büyük sorunlar yaşanmaktadır. Bu sorunlar, öncelikle Alevi ve Sünnilerin bizzat kendilerine zarar vermekte, sonuç olarak da bütün halinde milletimize ve yurdumuza zararlı sonuçlar ortaya çıkabilmektedir. O nedenle açık yüreklilikle söz konusu sorunları ortaya koymak ve çözüm yollarını düşünmek zorundayız. 21. asra girdiğimiz şu dönemde; aşağıda açıklayacağımız hoş olmayan durumlar, ne Alevilere ne de Sünnilere yakışıyor diye düşünüyoruz.

Komşulukta sorunlar

Evet, bugün ülkemizde isteyen istediği yerde ev edinir ve oturur, çevresinden de iyi ve olumlu ilgi görür, komşuları ile huzurlu münasebetlerde bulunur. Dini inancı ve felsefi kanaati, siyasi görüşü ne olursa olsun, medeni her yurttaşımızın çevresinde iyi komşuluk yapmak ve iyi bir komşu olmak, hem görevi hem de hakkıdır.

Ama gerçek her zaman böyle değildir. Birçok kimseler Alevi vatandaşlarımıza iyi bir komşuluk görevi yapmıyorlar. Alevidir diye dışlıyorlar, konuşmuyorlar, özellikle bazı dindar bayanlar çok katı tavırlar sergiliyorlar. Bakıyorsunuz bir Alevi ailenin hanım ve çocukları ile hiç ilgilenmiyorlar, onları aralarına almıyorlar ve de boş yere suçlayıcı davranışlar gösteriyorlar... Böylece Alevi aile gerçek anlamda rahatsız oluyor, sıkılıyor, manevi bir baskı altına giriyor ve içine kapanıyor. Tabiatıyla da sosyal bütünleşme gerçekleşemiyor, huzur sağlanamıyor, bir bölüm insanımız bir eziklik ve acı içinde kalıyor.

Böylesine dışlanan kimseler, mümkün olursa oturduğu binayı terk ederek ya Alevilerin çoğunlukta bulunduğu bir semte göçüyor veya bir başka yere gidip kendini ifade etmekten sakınarak, mezhebini gizleyerek yaşamaya çalışıyor.

İş hayatında sorunlar

İş hayatında da benzer sorunların zaman zaman yaşandığını söylemek zorundayız. Tabii bu konunun daha da tehlikeli sonuçlar doğuracağı açıktır. Çünkü iş hayatında dışlanmak demek, işsiz kalmak, işten atılmak veya iş bulmakta zorlanmak gibi sonuçları getirir. Bunun da aile geçindirmek için çalışmak zorunda olan insanları nasıl bir sıkıntıya sokacağını tahmin etmek hiç de zor değildir. Alevi olduğu veya Sünni olduğu için işinden atılmak, işe alınmamak veya iş yerinde dışlanmak veya aşağılanmak gerçekten bir insan için hem zor hem de çok tehlikelidir. Çünkü huzursuz olmak ne kadar kötüyse işsiz kalmak ve ailesini geçindiremeyecek duruma düşmek, ondan daha kötü ve tehlikeli bir durumdur.

Üzülerek ifade edelim ki; komşuluk münasebetlerinde ve iş hayatında ülkemizde mezhep ayrımına dayalı olumsuzluklar, dışlanmalar, zarar vermeler, horlanmalar ve benzeri çirkin tutum ve davranışlar, maalesef belli ölçüde devam ediyor. Evet, kesin bilimsel tespitlerle oranlar belinlenmemiştir ama bizim yaptığımız gözlemler ve bize yansıyan olaylar gösteriyor ki; söz konusu sosyal ilişkilerde, mezhep ayrımına dayalı ciddi sorunlar vardır. Bunu itiraf etmek zorundayız...

Tehlikeli bir durum

Mezhep ayrımına dayalı olarak sosyal ilişkilerimizde yukarıda açıkladığımız biçimde olumsuzluklar çok zararlı ve çok tehlikeli daha kötü gelişmelerin alt yapısını oluşturur.

Toplumsal bölünmeye yol açar. Öyle ya, her mezhep daha çok kendi mezhebi mensubuyla komşuluk ve arkadaşlık yaparsa, diğerlerinden uzaklaşırsa, bu giderek bölünme, bloklaşma ve birbirlerine karşı olumsuz duygularla yüklenmeye yol açar. Günün birinde patlama ve çatışmalara sebep olabilir...

Mesela, Alevi vatandaşlarımızın belli semt ve mahallelerde toplanmaları, kendilerini bir arada huzurlu hissetmeleri hiç de hoş bir şey değildir. Çünkü bu durumda onlar başka semt ve mahallelerde yeteri kadar rahat olamıyorlar demektir. Evet bu sosyolojik bir olaydır, insanlar ortak değerleri daha fazla olan kimselerle daha çok bir arada olmayı arzu ederler. Bu doğrudur. Ama bunun bir bölünme ve gizli husumet noktasına gelmemesi gerekir.

İşte, İstanbul'da veya diğer şehirlerimizde bir kısım semtler ve mahalleler toplumla daha çok bütünleşme ihtiyacı içindedirler. Bu bütünleşme sağlanmazsa bundan herkes zarar görür.

İş hayatında da benzeri olumsuzlukları hep birlikte önlemek zorunluluğu vardır. Hiçbir ayrım yapmadan, hangi mezhepten olursa olsun işe almak, herkese kardeşçe yaklaşmak zorundayız.

Hepimiz sorumluyuz, birlikte çözmeliyiz

Alevilerle-Sünnilerin sosyal ilişkilerde, komşuluk münasebetlerinde ve iş hayatında birtakım olumsuzluklar, yanlış ve zararlı tutumlar hâlâ devam ediyorsa, bunun sorumluluğu toplum olarak hepimize düşmektedir. O halde sorunu çözmek için hepimiz de görevliyiz. Çünkü bu sorun çözülmezse, sonuçta ülke ve millet olarak hep birlikte zarar görürüz. Aleviler de zarar görür, Sünniler de... Öyleyse ortak maddi ve manevi değerlerimizi düşünelim:

Din kardeşiyiz: Aleviler de, Sünniler de kısaca bütün Müslümanlar din kardeşidirler... Kardeşler birbirlerine aşağılayıcı, dışlayıcı ve itici tavır sergileyemezler. Hem dindar olduğumuzu söyleyeceğiz, hem de din kardeşimize kötü gözle bakacağız, böylesi davranış bizzat dine, Kur'an'a aykırıdır. Kaldı ki biz Aleviler ve Sünniler olarak aynı zamanda kan kardeşiyiz, aynı milletin evlatlarıyız.

Medeni insanlarız: Bugün Allah'a şükürler olsun hepimiz medeni insanlarız. Başka insanları horlamak, komşuları dışlamak, iş hayatında ve diğer sosyal ilişkilerde bağnazca davranmak medeni bir tavır olamaz. Bizim başkalarına saygı göstermemiz, başkalarından da saygı görmemizi sağlayacaktır.

Aynı gemideyiz: Hepimiz aynı vatan gemisi içindeyiz, gemide kavga edersek, itişip kakışırsak veya birilerimiz gemiyi delmeye kalkarsa, hepimiz birden batabiliriz. Gemiyi korumak için kardeşliğimizi pekiştirmeliyiz.

Düşman pusuda: Ülkemiz cennet gibi güzeldir. Milletimiz, Türk milleti dünyanın önde gelen birkaç büyük ulusundan biridir. Biz kimseye düşman değiliz. Biz büyük Atatürk'ün yurtta sulh, cihanda sulh dileğine uygun olarak, ülkemizde ve dünyada barış istiyoruz, kimseye düşmanlık beslemiyoruz. Ama başka uluslar bize düşmanlık yapıyorlar. Milletimizin içine fitne fesat sokmak için fırsat kolluyorlar. Geçmişte bizim gafletimizden istifade eden düşmanlarımız bizi birbirimize düşürdüler, çok acılar çektik... O kötü günlere ve o zararlı olaylara yeniden dönmeyelim, onun için bir olalım, bütün olalım, birbirimizi sevelim, kardeşlik duygularımızı pekiştirelim...

Hoşgörülü olalım: Yüce Allah insanları çeşitli karakterde, çeşitli görüş ve düşüncelerde yaratmıştır. Allah dileseydi herkesi bir tek tipte yaratırdı. Demek yüce Allah böyle diledi. Bu konuda Kur'an'da ayetler vardır.

O halde biz de hoşgörülü olalım, herkese hak tanıyalım, illa da "Ben haklıyım, başka herkes haksız" demeyelim. Biz başkalarını hoş görelim ki, onlar da bizi hoş görsünler... Herkes benim gibi olsun demeyelim, bahçede çeşitli çiçekler olmalıdır. Diğer çiçekleri tahrip etmek akıl kârı olmaz.

Mutlu yarınlara: Milletçe mutlu yarınlara koşalım, millet fertleri ve grupları olarak o kadar çok yapılacak işimiz var ki, dedikoduya zamanımız yoktur. Hele çekişmelerle vakit öldürmeye hiç imkanımız yoktur. Herkesin mezhebini, inancını, kanaatini kendi vicdanına bırakalım, ona saygı gösterelim ve heyecanla mutlu yarınlara koşalım, çalışalım, el ele tutalım, kol kola girelim, güzel günlere yürüyelim... Çocuklarımıza mutlu bir Türkiye hazırlayalım, bırakalım kısır çekişmeleri ve unutalım geçmiş husumetleri, herkesin hakkını verelim. Kimseyi üzmeyelim, hep birlikte mutlu olalım...

Cuma hutbelerinde ehlibeyte beddua ediliyor deniyor. Doğru mu?

Emeviler zamanında hutbelerde Hz. Ali'ye ve evlatlarına beddua edilmiştir. Hatta lanet okunmuştur. Ancak, Ömer İbni Albülaziz halife olunca bu kötü ve haksız adeti kaldırmıştır. Onun yerine, bugün hutbelerin sonunda okunan. "Allah adaleti, iyilik yapmayı, akrabaya yardım etmeyi emreder" mealindeki ayetin okunmasını adet olarak yerleştirmiştir.

Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerinde cuma ve bayram hutbelerinde ehlibeyte dua edilir. Bugün de aynı dua devam etmektedir.

Sadece şöyle bir düzeltme yapılmalıdır: Hutbelerde "Allahım peygamberimize ve diğer âline rahmet eyle" diye dua edilir. Burada âli kelimesi ehlibeyti de içine alan peygamberimizin yakınları demektir. Bunun açık söylenmesi gerekir. Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bir emirle âlihi kelimesinin anlamını açık olarak beyan edilmesini, ehlibeytini şeklinde de ifade edilmesini sağlamalıdır.

Alevi gençler niçin ölüyor?

Türkiye'de eskiden beri var olan Alevi-Sünni sorunu, devlet ve millet yetkilileri tarafından bir türlü çözülmediği için çeşitli zamanlarda konu acı biçimde patlak vermektedir. Sivas, Çorum ve K.Maraş olayları bu patlamaların yakın tarihteki acı örnekleridir. Bu olayların hepsinde de sonuçta; o tarafı bu tarafı yok, hepimizin, ülkemizin çocukları acı çekmiştir. Hepsinde de Türk'ün anası ağlamıştır. Müslüman, Türk ve aydın olan, insaf ve izan sahibi olan herkes bu olaylara, bu acılara taraf tutmadan, kışkırtmadan bir doktor tavrı ile yaklaşmak zorundadır. Hepsi bizim evlatlarımız, hepsi bizim kardeşimiz, ağlayan her ana hepimizin anasıdır.

Söz konusu acı olaylar, devlete ve bütün halinde millete yüksek sesli bir uyarıydı. "Burada bir sorun var, burada kanayan bir yara var" diyen bir feryat hükmündeydi... Dolayısıyla devlet ve ulus olarak konuya şefkatle, bilimle ve tedavi edici bir anlayışla yaklaşıp sorunlara ciddiyetle eğilmeliydik. Maalesef bu yapılmadı. Olaylar polisiye önlemlerle geçiştirildi. Olayların asıl derindeki sebeplerine inilmeli ve çareler üretilmedi... Bu suç; öncelikle devlet ve millet yetkililerinin olmak üzere, hepimizin ortak günahıdır. Bu gerçekleri itiraf etmek ve bundan sonrası için bu günahtan kurtulmak durumundayız...

Ölüm oruçlarını doğru anlayalım

Son bir yılda cezaevlerinde ölüm oruçları geldi Türkiye gündemine. Önceleri hepimizin bunu mahkumların daha iyi şartlar elde etmek için yaptıkları bir eylem, bir protesto zannettik, pek de ciddiye almadık. Çünkü bu türlü açlık grevleri veya intihar girişimleri genelde bir ses duyurma aracı olarak kullanılmakta ve bir süre sonra mutlu sonla bitmektedir.

Ama son açlık grevlerinin hiç de öyle mutlu sonla biteceği yoktu ve bir süre sonra gerçekten ölümler başladı... Birinci, ikinci, üçüncü ölüm derken rakamlar yükselmeye yöneldi. Bilinen operasyonlar yapıldı, ölüm orucundaki gençler kurtarılıp hastaneye götürüldü, ama ölümler devam etti... Yine bu ülkenin çocukları ölüyor, yine Türk anaları ağlıyordu.

Derken bir şey dikkatimizi çekti: Ölüm orucunda ölen gençlerin cenazeleri genelde cem evlerine getiriliyordu.

Yani sorun daha iyi anlaşılıyordu. Yine Alevi gençlerinin tepkileri söz konusuydu. Kısacası yine Alevi kesimden "Bizim sorunumuz var" diye bir yüksek feryat yükseliyordu... İşte, ölüm oruçlarının anlamı sonuç olarak bu feryattı.

Bu feryat duyulmalı ve iyi anlaşılmalı

Efendim, ölüm orucunda ölenler falan örgüttenmiş, filan amaca yönelik zararlı işler peşindeymiş gibi sözler ve suçlamalar sonuçları gösterir, sebepleri değil... Asıl sebepler nelerdir? O örgütler neden oluşuyor? Neden daha çok Alevi gençlerini içine alıyor? O gençleri o ortama müsait hale getiren sebepler nelerdir?

Toplumdan dışlanırlarsa, Yeterli eğitim fırsatı bulamazlarsa, Aileleri yoksulluk kıskacında kıvranırsa,

Ufukta inandırıcı bir çare, umut göremezlerse...

Bu durumda ne yapacak genç adamlar? Örgüt de kurarlar, başklarının örgütüne de girerler, suç da işlerler ve sonuçta ölüm orucuna da yatarlar...

İşte, bütün bu sebepleri yok sayarak, sonuçları ile suçlamaya girişmek; hem yanlış, hem de insafsızlık olur. O halde, son açlık grevleri de yine Alevi kesiminin yüksek sesli bir feryadı olarak algılanmalı, anlamı doğru olarak değerlendirilmeli ve ona göre de çare ve çözüm yoluna gidilmelidir.

Sorunu örtmek daha da ağırlaştırır

Biz yazı dizimizin başından beri Türkiye'de bir Alevi-Sünni sorunu bulunduğunu, bunun artık çözülmesi lazım geldiğini açıklamaya çalışıyoruz. Bir yarayı pansuman ile kapatmak, ciddi tedaviye yönelmemek o yaranın derinleşmesine yol açar. Çözülmeyen sorun, zaman içinde daha da ağırlaşır. Bunun da zararını bu toplumun bütünü görür. O nedenle Alevi sorunları artık beklemeye tahammülü kalmamış durumdadır. Tez elden konuya eğilmek zorunluluğu vardır.

Bir yanlış algılama

Deniliyor ki: "Alevi vatandaşlarımızın Sünni vatandaşlarımızla bir sorunu yoktur. Esas sorun, Aleviler ile yöneticiler arasındaki sorundur. O nedenle konuya Alevi-Sünni sorunu olarak bakmamak gerekir..." Bu şekilde bir yaklaşım ileri sürülüyor.

İlk bakışta doğru olarak görülüyor bu yaklaşım. Gerçekten Alevi vatandaşlarla Sünni vatandaşların aralarında bir sorun yoktur, sorun devletle Aleviler arasındadır, denilebilir.

Efendim, elbette gerek Alevi, gerek Sünni vatandaşlarımız giderek aydınlanıyor, birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı buluyor ve dolayısıyla da birbirlerine sevgi ve saygı ile muamele ediyorlar. Bu doğrudur. Ancak bu yolda alınması gereken daha çok yol olduğunu da unutmayalım. Gerçekçi olalım, çok sayıda vatandaşımızın henüz Alevi-Sünni kardeşliği bilincine yeteri kadar ulaşamamışlardır. O nedenle de hepimizin bu yolda çaba göstermemiz gerekiyor. Herkes çevresini uyarmalı, her fırsatta kardeşlik anlayışı öne çıkarılmalıdır.

Şurası da bir gerçektir ki; Alevilerle Sünniler arasında sorun yoktur, sorun Alevilerle devlet arasındadır deniliyor ama, Türkiye'de devlet kurumları Sünni anlayışa sahip kimselerin elindedir. Dolayısıyla sonuçta aynı noktaya geliyoruz, diye karşı fikirler de ileri sürülmektedir.

Konuyu sağa sola çekip belirsizliğe ve sahipsizliğe götürmek, sonuçta yine çözümsüzlüğe mahkum etmek olur. Bu da yeni acılara, yeni sızlanmalara ve daha büyük, yeni sorunlara sebep ve zemin hazırlamak anlamına gelir. Dolayısıyla konuya tez elden eğilmek zorundayız.

Öyle veya böyle Türkiye'de bir Alevi-Sünni sorunu vardır. Bunun daha fazla ertelenmeye tahammülü de kalmamıştır. Herkes üzerine düşen görevi üstlenmeli ve eksiksiz olarak yerine getirmelidir.

Yarın: Alevi-Sünni sorununun çözüm yolları...



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır