kapat
15.12.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 İSTANBUL
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Yatçı mı, yoksa denizci mi?

Sakın bu nasıl soru demeyin. Gelin şu işe nostaljiyle karışık birlikte bir göz atalım:

Yelkenle ilk kez 1963 yılında tanıştım. Lise öğrencisiydim, bir yandan da müzisyen olarak Bebek'te ünlü Gaskonyalı Toma'nın yanında çalışıyordum. İki araya, bir dereye sığdırıp bir tekne edinmiştim. Bu ilk sefinem, Vedat beylerin yalısının yanındaki Balıkçı Kibar Ali'nin baktığı 5.5 metrelik yaşlı bir sandaldı.

Beni yelkene imrendiren şey de "nur içinde yatsın" Doktor Vedat beyin yelken tutkusu oldu... Ünlü işadamı Necip Akar'ın "Puro-Fay'ın sahibi" damadı olan Vedat beyin denizciliğine hayrandım. Hemen her akşam üzeri yanına çocuklarını alır, yalısının önünde duran dragonu andıran yelkenlisiyle denize çıkar, o akıntının göbeğinde volta atardı. Bendeniz de fışır fışır suları yaran bu tekneyi ve ekibini büyük bir hayranlıkla izlerdim.

Sonra bir gün Ali ağabeye, benim sandalı gösterip, "Buna yelken takabilir miyiz?" diye sordum. "Tabii" diye cevapladı, "evde yelken var. Sen git Perşembe Pazarı'ndan bir serenle direk al".

Huyumu seveyim. "Zaten sandala yeni ısınıyorsun, yelken senin neyine" demeden tekneyi donattık. Ve de kendimizi bir anda "sadece kolayına rüzgar bulunca yürüyen bir leşle" boğazın akıntılı sularında bulduk.

İşin kötüsü yanımızda yelkeni nasıl kullanacağımızı gösteren bir Allahın kulu da yoktu...

Ama herşeye karşın yelkenin keyfini almıştım. Ters akıntıyla kürek çeke çeke sahilden Aşiyan'a kadar yükseliyor, orada yelken basıp volta ata ata Sadıkzadeler'in yalısına kadar iniyordum. Çünkü bizim kaba sandal kolayına rüzgarla iyi kötü yürüyordu ama tahmin edeceğiniz gibi akıntıyı filan çiğneyecek durumu yoktu...

Bu arada da zaman zaman yan yatmış teknesiyle geçen Vedat beyle karşılaşıyorduk. Nazik adamcağız, hemen her seferinde şapkasını çıkartarak yanımdaki kız arkadaşımla "şimdi eşim" beni selamlıyordu.

Ben de büyük bir ciddiyetle onu ve çocuklarını...

Ve sonunda yamalı yelkenle başlayan yelken tutkum, iki sene sonra aldığım ilk kotram ile resmen sınıf atladı...

Buraya özellikle dikkatinizi çekerim. İlk kotram diyorum, ilk yatım değil. Çünkü o zamanlar bizim bu küçük teknelerimize yat demek özentiden başka bir şey kabul edilmezdi...

Bebek, 60'lı yıllarda da tekneler için iyi bir barınma yeriydi ve genellikle fener sığlığındaki tonozlarında dururlardı. Aşiyan'a kadar uzanan rıhtımda kıçtan kara tekne bağlamak da adetten değildi.

Benim hatırlayabildiğim kıçtan kara duran iki tekneden biri Bebek Otel'in yanındaki yalıda oturan madamın İspiros kotrasıydı "doğrusu Spiros da olabilir". Kaptan Deli Bekir'in baktığı İspiros gözüme ne kadar da büyük görünürdü o zamanlar...

Bir diğeri ise Haldun Simavi'nin Burak kotrasıydı. Burak, bizim gazinonun hemen yanıbaşındaki özel iskelesinde dururdu. Murat Kaptan ve iki gemicisiyle...

1965 yılında Bebek'teki en büyük iki kotradan biriydi Burak. Bir de Anabella kotrası vardı, Simavi'nin teknesi gibi çift direkli ve kocaman... Eğer yanılmıyorsam Anabella kotrası şimdi Halit Narin'de... Adı da Nurullah Bey olarak değişmiş...

Evet o zamanlar halk gözüyle bakıldığında denizde 3 tip özel tekne vardı; sandallar, kotralar ve motorlar...

Haaa, bir de gemi büyüklüğünde yatlar vardı, bizim hayal bile edemediğimiz:

Atatürk'ün Savarona yatı, Onasis'in Cristina yatı ya da Haliç'te duran eskilerin Ertuğrul yatı gibi...

Bebek'te bağlı duran onca teknenin içinde de tek yat Sadıkzade Kemal beyin gemiyi andıran yatıydı...

O zamanlar birine benim tekneyi gösterip, "İşte açıkta demirli duran da benim yat" desem herhalde samimiyetimize bakmadan kahkahalarla gülerdi...

Belki de o senelerde de yelkenli teknelere İngilizce karşılığına sadık kalarak yat diyen vardı. Olabilir. Ama ben onca yıl kimsenin ağzından "cutter"den dönme kotra yerine yat denildiğini duymadım.

Şimdi gelelim sadede:

Yat olsa ne olacak, kotra olsa ne farkedecek... Ya da yatçı veya yelkenci ya da denizci...

Ama öyle bir gerçek var ki, beni müthiş rahatsız ediyor. O da büyük bir çoğunluğun gözünde yat ve yatçı kelimelerinin hala "hesapsız parayı ve maddi gücü" temsil ediyor olması...

Üçüncü, beşinci el bir yerli otomobil parasına aldığınız tekne "yat" sınıfına sokuldu mu, siz de parasının hesabını bilemeyen bir zengin gibi görünmeye başlıyorsunuz milletin gözünde...

Bırakın sıradan insanları şu sıralar yat barınaklarını bile işletenler böyle bakıyor bizlere...

O yüzden diyorum ki, denizi zaten sevmeyip ürken şu milleti iyice huylandıran "yat ve yatçı" kelimelerine bir parça ara mı versek acaba.

Hem bir şey söyleyeyim mi, "denizci" kelimesi bana yatçıdan çok ama çok daha sıcak görünüyor...



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır