- Efendim... Şeyh şu anda kimse ile görüşmek istemiyor. Bana kimseyi yanına sokmamamı tembihledi. Vezir sıkıntılı vaziyette bir müddet bekledikten sonra dayanamayarak çadırın perdesini kaldırdığında şeyhin başı açık toprak üzerine secde etmiş vaziyette ağlayarak Allah'a yalvardığını gördü. Biraz sonra ayağa kalkarak vezire dönen şeyhin yüzü gülüyordu:
- Şu an şehrin fethini bize nasib eden Allah'a hamdolsun. Duydukları ile şaşkına dönen vezir hemen geri dönerek duruma baktı. İslâm ordusu surları tırmanıyor ve şehre giriyordu.
Sultan II. Mehmed İstanbul'un fethi ile "Fatih" ünvanını aldı. Dünya onu "Fatih Sultan Mehmed Han" olarak tanıyordu artık. Şehre girince ilk iş olarak şükür namazı kılarak Ayasofya'yı camiye çevirdi. Namazdan sonra Şeyh Akşemseddin'i çağırarak Ebâ Eyyub el-Ensâri'nin kabrini kendisine göstermesini istedi. Şeyh onu surlara götürerek bir yeri işaret etti:
- Ben şurada bir nur görüyorum. Umulur ki kabri ordadır. Sultan Mehmet oranın eşilmesini emrederek döndü. Bir süre sonra şeyh de dönerek sultana müjde verdi:
- Ey dostum. Kabri tanıdım ve Ebâ Eyyub'un ruhu ile buluştum. Şehrin fethini tebrik ederim. Allah çalışmalarınızı kabul etsin, beni kâfir zulmünden kurtardınız buyurdu.
Sultan Mehmed beraberindeki âlimlerle kabre gitti. Oraya vardığında şeyhe dedi ki:
- Senden bir nişan istiyorum. Gözüm görsün, içim rahatlasın ey Mevlânâ.
Şeyh kabrin baş tarafında bir yeri göstererek şöyle dedi:
- Burayı kazın... Şimdi buradan İbranice yazılı bir mermer taşı çıkacak.
Gösterdiği yeri kazdıklarında mermer parçaları çıkmaya başladı. Parçaları birleştirerek üzerindeki İbranice yazıyı okudular. "Bu, Ebâ Eyyub el-Ensâri'nin kabridir."
Fatih Sultan Mehmed yazıyı okuyunca kabrin başına oturarak ağladı. Sonra oraya bir kubbe ve etrafına da İslâmi ilimler öğrenimi için medrese yapılmasını emretti.
Asırlar boyunca kaybolduğu sanılan Ebâ Eyyub'un kabri nihayet Müslümanlar tarafından imar edilerek bugünkü durumuna getirildi.
BİTTİ