kapat

25.04.2000
Anasayfa
Son Dakika
Haber İndeksi
Yazarlar
Günün İçinden
Politika
Ekonomi
Dünyadan
Spor
Magazin
microbanner
Sabah Künye
Atayatirim
Sofra
Bizim City
Sizinkiler
Para Durumu
Hava Durumu
İstanbul
İşte İnsan
Astroloji
Reklam
Sarı Sayfalar
Arşiv
E-Posta

Turkport
1 N U M A R A
Z D N e t  Türkiye
A T V
M i c r o s o f t
Win-Turkce US-Ascii
© Copyright 2000
MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.
'Eda... Hakkını helal et!'
17 Ağustos depremini yaşayanlar anılarını, duygu ve düşüncelerini kağıda döktü. Kitap haline getirilen kompozisyonlar yürek parçalıyor...

'Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve İnceleme Derneği, 17 Ağustos Marmara Depremi'ni yaşayanların kaleme aldığı kompozisyonları kitap haline getirdi. "Yaşıyorum... Yazıyorum" adlı yarışmaya katılanlardan üç kişi dereceye girdi, üç kişi de mansiyon kazandı. Yarışmada ilk sırayı alan Eda Şen'in (39) "Ve... Çaresizlik" başlıklı kompozisyonunu aşağıda okuyacaksınız.' (Not: Arabaşlıklar bize aittir.)

VE... ÇARESİZLİK
17 AĞUSTOS 1999 Salı gününün ilk saatleri bana neler hatırlatmıyor ki! Ölüm ve yeni yaşam ikisinin arasında tercih. Ama senin tercihin değil. Adını bile koyamadığın, "Acaba rüya mı görüyorum?" diye düşündüğün o saatler.

Evet, o günden bu güne tam 4 ay geçti. Ama bana tam dört yüz ay gibi gelen dört ay. Beynimin hâlâ kabul edemediği veya etmek istemediği o felaket, o yok oluş anı. İnanın bu satırları yazarken bile hâlâ o anı yaşıyor hâlâ gözyaşlarıma hakim olamıyorum. O kadar duygu yüklüyüm ki, içimde ne fırtınalar kopuyor bir bilseniz, ancak yazarak rahatlayabiliyorum. Keşke bu yazıda sınır olmasaydı da içimden gelen her şeyi, isyanımı, zaman zaman duygularımı sayfalarca yazıp sizlerle tüm insanlarla paylaşabilseydim.

'ÖLME' DEDİ TANRI
Çok yol denedim çaresizliğimi nasıl yenebilirim diye... Ben ölümle burun buruna geldim. Tercihimi de ondan yana kullandım ama... Tanrı buna izin vermedi. "Hayır bu o kadar kolay değil! Şimdi senin dediğin değil benim dediğim olacak ve sen ikinci bir hayata başlayacaksın" dedi. Şimdi düşünüyorum da siz ne yaparsanız yapın birtakım şeyler maalesef sizin elinizde değil. Ben Tanrı'yı her zaman bir yönetmen, bizleri ise birer oyuncu olarak görüyorum. Benim yaşam felsefem bu idi. Bundan sonra da bu olacak, zaman zaman isyan olsa da. Ben bundan evvelki yaşamımda hep mutluluk oyunu oynadım. Ara sıra dram oynadığım da oldu tabii. Bundan evvelki yaşam diyorum, zira ben kendimi tamamen boyut değiştirmiş, bir gezegenden diğer bir gezegene ışınlanmış bir canlı gibi görüyorum.

O BENİM KOCAMDI
Dilerseniz size daha evvelki yaşamımdan bahsedeyim. Daha 17 yaşımdaydım "Mutlu Can"ı tanıdığımda. O zamanlar halkevleri vardı, orada tiyatro oynuyoruz. Mutlucan benim yönetmenim, ben ise onun öğrencisiyim. O dönemde başlayan aşkımızı "5 Haziran 1981" günü resmileştiriyoruz. Geçen 9 ayın ardından dünyalar tatlısı kızımız Zeyno Andaç dünyaya geldi (9 Şubat 1982). Bu bizim beraberliğimizi daha da kuvvetlendiriyor. Hayata daha ciddi bakmamızı sağlıyor. Ne de olsa bir çocuğumuz olmuştu onu en iyi şekilde yetiştirmeliydik. Artık her şeyimizi ona göre planlar olmuştuk. Biz hep tek çocuğumuz olsun onu en iyi şekilde büyütelim istemiştik. (Çok mu fazla bir şey istemişim senden Tanrım!) Evliliğimiz süresince ilk zamanlar maddi sıkıntı da çektik. Çünkü biz her şeyi kendi emeğimizle yapmak istemiştik. Yılmadık bunu da başardık aslında. Her şey, çektiğimiz her şey Andaç'ımıza çok güzel bir gelecek sağlamak, onun yarınlara biraz daha umutla bakabilmesi içindi. Yıllar geçiyor Andaç büyüyor, ilkokula daha sonra Gölcük Anadolu Lisesi'ne başlıyor. O mükemmel bir çocuk, mükemmel bir öğrenciydi. Her şey o kadar yolunda gidiyordu ki ben mutluluğumuzdan korkar olmuş, sanki her an bu büyük bozulacakmış gibi mutluluğumuzu doya doya yaşayamıyordum. Hayatta çok fazla kötümser olmamak gerekiyormuş. Yani sürekli iyi şeyler düşünüp iyi şeyler istemek lazımmış meğer.

KORKUTAN MUTLULUK
On dokuz yıllık evlilik süresince her yaz tatile gittik, her hafta sonumuzu en iyi şekilde geçirmeye çalıştık. Ailece gezmeyi, eğlenmeyi ve öğrenmeyi çok seviyorduk. 8 Temmiz 1999 günü hep beraber bu yaz tatilimize çıkıyoruz. Bu tatilin ilginç yanı da ilk kez bu kez bu kadar uzun olmasıydı. Çanakkale'den başlayan gezimiz Bodrum'da son buldu. (Bodrum bizim için her zaman çok özel.) 11 Ağustos 1999 günü evimize döndük. Çok güzel bir tatil geçirmiştik. Hep Mutlu'nun ve Andaç'ın istediği yerlere gidilmişti. Biraz erken özel dersler olmaya başlayacak hem de dersaneye gidecekti. Kolay mı? Marmara Üniversitesi'nin Fransızca Kamu Yönetimi'nde okumak. Onun için çok fazla çalışması gerekiyordu. O insanlarla bire bir ilişkilerden çok keyif alıyordu. Her şey onun istediği gibi olsun diye 16 Ağustos 1999 Pazartesi günü birkaç veli bir araya gelip okula gittik. Sınıfları kalabalık ikiye bölelim diye. Ama nereden bilebilirdik ki zaten deprem bölecek, sınıfın yarısı okuyabilecekti.

Eve döndüğümüzde Andaç'tan Adapazarı'na gitmemizi istedim, o kabul etmedi, ben de onu bırakıp gitmek istemedim. Tanrı'ya şükürler olsun ki iyi ki onu bırakıp gitmemiştim. Yoksa kendimi asla affetmezdim.

Her zaman olduğu gibi üçümüz akşam yemeğini birlikte hazırladık ve yedik. Çok gariptir ki herkes suskun, o neşemizden, sohbetimizden eser yok. Andaç odasına çekildi, Mutlu balkonda oturuyor, ben de çamaşır yıkayıp asıyorum. Bu kasvetli gecenin ardından uykuya dalıyoruz.

Evet, adını bile duymak istemediğimi, söylerken bile çenemin ve dişlerimin titrediği o tarih "17 Ağustos 1999, saat 03:02" müthiş bir fırtına korkunç bir ses bir anda yani on saniye içinde ne olduğunu anlayamadığım, hâlâ rüya gördüğümü sandığım anda Mutlu'nun, "Eda ölüyoruz galiba, hakkını helal et" dediğini şu anmış gibi hatırlıyorum. Ve o ölüyor, sevdiğim adam, kızımın babası yaşamaya doymayan erkeğim on saniye içinde ölüyor. Ben ise ona sarılmış olarak tam on saat göçük altında kurtarılmayı bekliyorum. Ama hep "Andaç" yaşıyor diye, onun yanında olmam düşüncesi bana göçük altında kuvvet veriyor. Çünkü ben oradayken hep bana Andaç'ın yaşadığını söylediler. Acı gerçeği beni Bandırma Devlet Hastanesi'ne götürdüklerinde anladım. Benden saklamaya çalıştılarsa da, ben anneyim, yavrumun bu kadar acıya katlanamayacağını hissetmiştim bile. Tek bir şey için dua ettim Tanrım lütfen aklımı bana bağışla ya da benim de canımı al. Şimdi ne mi yapıyorum?

YENİ ANDAÇ'LARIM
O günden bugüne 4 ay geçti, ben hâlâ yaşıyorum. Mutlu için, Andaç için yaşamaya çalışıyorum. Her şeye rağmen güçlü olmaya, bana bahşedilen ikinci hayatımda ayakta durmaya çalışıyorum. Meğerse beni seven en çok dostum varmış. Bir tanesi olan Nüket her şeyim. Birtakım şeyleri aşabildiysem, hâlâ yaşamayı becerebiliyorsam bu Nüket'in sayesindedir. Artık hiçbir şeyi ertelemeyeceğim, yaşamam gereken ne varsa yaşayacağım. İnanın hiçbir şey ertelemeye değmez eğer yaşanacaksa yaşanmalı. Gelecek için planlar yapamıyorum belki de hâlâ sağlıklı düşünemiyorum. Bütün bu olanlara rağmen ben hayatta isem yapacaklarım bitmemiş, onları tamamlamak gerekiyor. Kim bilir belki de başka Andaç'lara yardım edecek, onların elinden tutacak onlarla mutlu olacağım kim bilir...


Copyright © 2000, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır