Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
2 Mayıs 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Acı Süt, Berlin'de Altın Ayı ödülünü almıştı.

Altın Lale'nin düşündürdükleri

ATİLLA DORSAY
ATİLLA DORSAY
24.04.2009
Bu yıl ilk kez Altın Lale verilen yerli filmlerden ödülü götüren Köprüdekiler'i izledim. Fena film değil gerçi, ama bende bıraktığı temel izlenim, belgesele yakınlığı oldu. Hatta filme, konulu film kılığına girmiş bir belgesel bile denebilir. Bu elbette tek başına kötü bir şey değil. Ama öte yandan, kimi belgesellerde (örneğin festivaldeki Zaman ve Şehre Dair veya Agnes'in Plajları'nda) bulunan o çok özel boyut, sinemasal bir şiire veya görsel bir şölene ulaşma yanı pek yok. Ancak bu ödülü tartışmıyorum. Karar verdim, bundan sonra hiçbir festivalin hiçbir ödülünü kamuoyu önünde tartışmayacak, polemiklere malzeme sunmayacağım. Çünkü şu açık ki, her jüriden farklı kararlar çıkıyor. Aynı filmleri 30 ayrı jürinin önüne getirin, 30 farklı sonuç çıkabilir. Seyirci, jüri veya sinema müşterisi, artık bir kitle değil. Seyirci artık kategorilere ayrıldı, kendi içinde bölündü, parçalandı. Ve de sinemaya çok değişik bir açıdan yaklaşan birkaç jüri üyesi, eğer yeterince kişilik sahibiyse, tüm bir jüriyi etkiliyor, ödülleri biçimlendiriyor. Neyi eleştireceksiniz? Asıl diyeceğim başka. Son dönemde, yalnız bizde değil dışarda da aynı şeyler oluyor. Yani şenlik boyunca favori gözüken birçok film sonunda hava alırken, hiç öngörülmedik bir 'küçük film' malı götürüyor. Örneğin son Berlin şenliklerinde art arda Elit Takım ve Acı Süt gibi küçük sinemalardan gelen filmler, Altın Ayı aldı. Cannes'da geçen yıl 'geveze' Fransız filmi Sınıf'ın onca anlı-şanlı film arasından sıyrılıp Altın Palmiye'ye erişeceğini kim kestirebilirdi? Gerçi bu ödüller çoğu zaman seyirci veya eleştirmen onayı almıyor, ağır biçimde eleştiriliyor, gişelerde yatıyor. Çok azı ödülünü zaman içinde doğrulayıp modern bir klasiğe dönüşebiliyor. Artık üzerinde hemen anlaşılan klasik filmlerin, dâhi yönetmenlerin, olgun biçimlerin dönemi değil. Yeninin, farklının, taze olan her şeyin dönemi başlıyor, gençlerin dönemi başlıyor. Belki festivaldeki güzel Fransız filmi Yaz Saati'nin çok iyi anlattığı gibi, bir-iki kuşak değişimiyle birlikte tüm bir kültür yok oluyor, hatta bir uygarlık çöküyor. Ama işte, gidiş bu. En azından, bunu sakin biçimde saptamakta fayda var. Üzerinde sonra konuşalım...
Haberin fotoğrafları