Ünlüysen ayrıcalıklısın, zenginsen ayrıcalıklısın. Kural yok, etik yok, diğer vatandaşlara saygı yok, yok Allah yok! Ünlüysen her şey sana hak, istediğin şımarıklığı yapabilirsin, zenginsen her şey sana hak, istediğini istediğin yerde statünle satın alabilirsin. Sebep? Sistem göçmüş. Sebep? Görev başındakilerin ünlülere zaafı iş ahlakını geçmiş. 1 Mayıs sabahı Berlin'e uçmak için Atatürk Havalimanı'ndayız. 1 Mayıs nedeniyle havaalanında polis az, az olunca pasaport kontrolünde sıra çok. Kuyruk almış başını gitmiş. Önümüz arkamız sağımız solumuz ünlü. Diyelim; oyuncu Demet Akbağ elinde mini bavulu gözünde gözlükleri sırasını bekliyor. Esin Maraşlıoğlu da kuyrukta, sosyetenin en tatlı genç çiftlerinden Serhan Aloğlu- Hilal Kosif de...
DİPLOMAT NİL VE SERDAR Hepimiz sıramızı bekliyoruz. Normal olan bu! Olması gereken bu! Bir anda sol taraftaki 'diplomat' geçişi açılıyor. İki görevli birilerini bomboş diplomat geçişine alıyor. Kim onlar? Nil Karaibrahimgil ve sevgilisi reklamcı Serdar Erener? İyi de nasıl oluyor? Kırmızı pasaportları mı var? Olamaz. Kırmızı pasaport diplomatlara, bakanlara, milletvekillerine verilir. O maddeyi geçiniz. Peki, hangi sebeple şarkıcı Nil ve reklamcı Serdar Erener şıp diye, onlarca insanın önünden geçirilebiliyorlar? Kıyakçılık! Ünlülere yağcılık! Hadi diyelim yer hostesleri kendilerini görünce, tanrı görmüş zannetti, jest olsun istedi. Nil ve Serdar Erener bu topa nasıl girdi? Onca insanın gözü önünde kendilerini nasıl bambaşka bir yere konumlandırabildi? Niçin kabul etti? Sistem bu mudur? Hak yok mudur? Kimse ayıp nedir bilmez mi?
YAPARIM SANA NE? Şimdi aklıma Okan Bayülgen ve eşinin havaalanı hadisesi geldi. Aynı hesap! Pasaport kontrolünü geçtik, içeri girdik, sıra uçağa binmekte... Bilet kontrolünde yine sıra var. Geçtik bekliyoruz. Tam sıra bana gelmiş, bir Türk Hava Yolları görevlisi elinde 2-3 pasaport, arkasında birkaç yolcu önümde dikildi. Dedim "Pardon bakar mısınız?" Dedim "Sıra var, niçin önümüze geçirmeye çalışıyorsunuz? Bu ayrıcalık niye? Bir açıklama yapar mısınız?" Döndü bana pişkin pişkin: "Ayrıcalık yaparım yapmam, sana ne?" Oooo... Buyurun şenlik var. Tabii bana ne? Ben kimim ki? Ne demek bana ne? Bu nasıl bir insan ayrımı, buna nasıl bir yancılık, yağcılık, vurdumduymazlık? Önüme birini geçiriyorsan, sebebini söyleyeceksin. Kafamı çeviriyorum öne geçirilmeye çalışılan isimleri görüyorum: Tuncay Özilhan ve eşi. Tuncay Bey durumdan sıkılıyor, utanıyor besbelli. Zaten ben onlarla değil görevliyle konuşuyorum. "Lütfen özel yolcularınızı sıraya geçirin, bu kadar insan dakikalardır bekliyor burada?" O sırada kendisiyle hiç konuşmamış olmama rağmen, Tuncay Özilhan'ın eşi bana bağırmaya başlıyor: "Hadeeee devam et, sen bizim muhatabımız değilsin, geçeriz geçmeyiz sana ne? Konuşmaaa..."
COSTNER MUAMELESİ...Bu kavgacı ağızdan son derece rahatsız oluyorum. O an aklımdan bin bir türlü şey geçiyor. Şimdi ben içimdeki kavgacı Ayşe'yi çıkarsam, olayı büyütsem saatlerce tüm yolcular orada kalacak. Polis gelecek, zabıt tutulacak, belki magazinciler dadanacak... Derin nefes alıp, kendilerine haksız olduklarını söyleyip uçağa geçiyorum. Tabii ne o imtiyazlı yolcuların ne de onları araya sokmaya çalışan görevlinin bunu anladığını hiç zannetmiyorum. Ben sadece araya karışmış "Hadee devam et" çekilecek bir parazittim. Bozuk sistemden faydalanıp kurdukları kendi özel sistemlerini bulandıran kafayı hakla bozmuş biriydim. Ne gereksizdim, ne yersizdim değil mi? Hakikaten kendimi THY'nin reklamındaki Kevin Costner gibi hissettim. Hani bütün yolcular bir stardı ya, bütün yolcular Kevin muamelesi görecekti ya... Yapmayın Allah aşkına.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 4 Mayıs 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/05/04/gny/ozyilmazel.html
Tüm hakları saklıdır.