Her yeni Ergenekon dalgası hem medyayı saflaştırıyor hem de okuru, izleyiciyi. Sorular ve kuşkular yığılıyor. Haberlerde "neden?" unsuru yanıt bulamıyor. Çözüm?.. Çok basit .
Ergenekon'da 12. dalga ardından okurlardan gelen tepkileri (eleştiriden ziyade soru işaretleri taşıyan görüşler) habercilik açısından sağlıklı biçimde yanıtlamak iyice zorlaştı.
Yerel seçimler sonrasında az çok yatışan siyasetin yerini, "
kutuplaştıran unsur " olarak artık iyice bu soruşturma ve yargı süreci almış durumda.
Okurlardan bize yansıyan, haberlerin ve yorumların etkisiyle sertleşen bir saflaşma.
Aynı şey, basında kat be kat daha fazla.
Bazı meslektaşların da ifade ettiği gibi (bunu epeydir dile getiriyorum) medyada netleşen
kutuplaşma ve
politizasyon, siyasal ve hukuksal süreçlerin demokrasiye özgü kriterlerle izlenmesini ve akılcı kanatlar oluşturmasını
engelleyici bir hal aldı.
Medyada ifadesini bulan bu tehditkâr hal, kamusal alanda düşmanlığı, çatışmayı körüklemekten başka bir sonuç getirmez. Buna bir an önce son vermek için asli görevimize ve dilimize geri dönmeliyiz.
Ama bu nasıl olacak? Asıl soru bu.
Şunları biliyoruz:
Kamuoyu araştırmalarına göre "devlet (kurumları) içinde demokratik düzeni ve hukuku tehdit eden çete yapılanmalarının olduğuna ve bunların epeydir karanlık işler çevirdiğine" inananların kamuoyundaki oranı yüzde 70'lere yakın. Öte yandan, yargının bağımsız, hukukun da üstün olduğuna inanç da aşağı yukarı tersi oranda.
Haberlerde, her dalgada önemli bir yer işgal edegelen
Ergenekon soruşturma ve davası işte tam da bu inançların kesiştiği, örtüştüğü yere oturuyor.
Topluma o karışık zaviyeden bakıyor.
Medyada haber ve yorumların, 12. dalga içinde yer alan,
Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği'ne (ÇYDD) ve
Türkan Saylan'a yönelik kısmı ile ilgili olarak hem zihinsel hem de hukuksal süreçleri iyice zorlar hale geldiği gün gibi aşikar.
Asli görevi "
halkı doğru bilgilendirmek " ve kamuoyunu "
somut verilere dayalı olarak akılcı ve eleştirel yorumlarla " şekillendirmek olan medyamız -çoğumuz farkında olmayabiliriz-
adı konmamış bir çaresizlik içinde.
Çünkü birinci elden bilgi akışı yok. Operasyonların öz ve usul açısından hangi
saiklerden hareketle yapıldığı, neyin hedeflendiği, "
hukuksal mantığı" onu düzenleyen merci tarafından karanlıkta bırakılıyor. Savcılığa bir sessizlik, kapalılık hâkim.
Bu, sadece habercileri zora koşmuyor, yorumlarda da tehlikeli bir kapı açıyor.
Doğan boşluğu, konuya sadece iddia ve yarım yamalak bilgi sahibi, veya hiçbir bilgi üzerine oturtmayan kanaat sahibi kişiler dolduruyor. Daha da beteri, bu boşluğu, son zamanlarda adeta bir "
savcı vekili " gibi davranan, yargının bağımsızlığına iyice şüphe düşürten bakanlar, eski emniyetçiler vb. dolduruyor. Doğrudan bilgi akışından mahrum kalan medya, bu yüzden, halkı özellikle haberciliğin "
neden? " unsuruna dayalı olarak doğru bilgilendirmek yerine, zaten komplo ve tezgâhlara, söylentilere oldum olası meraklı olan topluma çarpık, eksik, bozuk bazı verileri aktarmak zorunda kalıyor.
Sorular askıda, kuşkular ortadadır.
Sadece "
neden? " unsuru boşlukta değil; operasyonların "
usulü " ile ilgili yanıt bekleyen, ısrarla sorulan sorular da var.
Bu böyle gidemez.
Davanın ülke için önemine ve hukukun üstünlüğüne özen gösteriliyorsa, halkı doğru bilgi sahibi kılmak, spekülasyonları önlemek için atılacak önemli bir adım var:
Ergenekon davasının savcıları, içlerinden birini görevlendirip, kritik aşamalarda medyaya az ve öz de olsa "usul" ve haklar konusunda doğrudan brifing vermelidir.
Bir sözcülük mekanizması kurulmalı ve işletilmelidir. Bu, bugüne dek yapılmadı.
Hiç de iyi edilmedi.
Hukukçulara sordum, yasal açıdan bunun önünde hiçbir engel yok.
Kaldı ki, Körfez Depremi, Öcalan davası, HSBC bombalaması, Dink davası gibi "
kritik " ve "
krizli " süreçlerde savcılıklar devreye girip medyaya bilgilendirme yapmışlardır.
Elbette ki nihai kararları veren yargıçlardan medya iletişimi beklenemez.
Ama savcılık kapalı kutu değildir.
İtalya'da
Temiz Eller ve
Gladio davalarında savclılar Antonio Di Pietro ve Felice Casson, İspanya'da Baltasar Garzon kamu desteğini doğrudan bilgi akıtarak canlı tuttu.
Ergenekon'da güven hasarı şimdiden oluşmuştur. Kamu desteği sarsılıyor. Bunu onarmak ilgili kurumların görevidir.
Bu köşede evvelce, defalarca
Genelkurmay'ın bir sözcülük kurumu oluşturması gerektiğini yazdım, başkaları da. Sonunda
Org. İlker Başbuğ bunu kurdu. Kötü mü oldu? Tersine. Kurumla kamuoyu arasındaki ilişkinin kuşkudan arınması yolunda önemli bir adım atıldı.
Ergenekon savcılığı: medyanın görevini daha iyi yapması ve topluma
sağlıklı bilgi akışı için lütfen bu öneriyi dikkate alın.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 20 Nisan 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/20//haber,7C472F248D9B457097AA4C438DBD93E7.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.