Karların arasında imişler: Basın kartı, bilgisayarı, fotoğraf makinesi, bir de kamerası.
İşte bunlar, gazetecinin en çıplak mirası .
Her kayıp elbette acı.
Ama telefondaki, şokta ama vakur sesinden, kırık ayakla buz gibi hayata tutunmaya çabalayışına, koltuğu kızak yapışına, ailesine doğru umutsuz adımları inatla atışına...
Nihayetinde, anlaşıldığı kadarıyla, oturup da öyle tam yıkılmadan, tipiden bir heykel oluşuna kadar...
Beynimin içinde dönüp duruyor, kalbimde ısınıyor, inadına yaşıyor bu kardeşim.
46 yıl önce İsmail, kendisi doğmadan önce haber yolunda donarak ölmüş...
Unutulmadıkça ondan da genç yaşlarında donup aramızda kalmış üç
gazeteci ile buluştu, gazeteciliğin hatıra cennetinin bembeyaz bir köşesinde.
46 yıl önce, 26 Ocak 1963'te, Cağaloğlu'ndan, Hürriyet binasından yola çıkan araçta, karın bastığı Trakya yoluna koyulmuş
üç basın mensubu vardı.
30 yaşındaki sürücü
Yüksel Öztürk, yanında 25 yaşında foto muhabiri
Abidin Behpur Tapaner, arkada 29 yaşındaki muhabir
Yüksel Kasapbaşı. Çerkezköy'de kara saplanan trene ulaşıp...
Cep telefonsuz, bilgisayarsız, dijitalsiz, televizyonsuz, otoyolsuz ama gazetecilik aşkının tartışılmaz olduğu, mütevazı
"daktilo ve foto çağı" ndan haberler vereceklerdi.
Kara saplandılar, yardım da alabilirlerdi, ama çalışmayan aracı terk etmediler, üstü karla kaplanan araç içinde, birbirlerinin son nefesine sığınıp dondular.
Abidin Behpur, filmlerinin ve makinesinin bulunduğu fotoğraf çantasına sıkı sıkı sarılmıştı...
46 yıl sonra Kahramanmaraş'ta bir başka fotoğraf makinesinin zor vedalaşması gibi, belli ki iki sevgili ayrılamamıştı.
Bilesiniz diye...
Ulaşmak istedikleri trende mahsur kalan 180 yolcu kurtarıldı.
Bir destan 46 yıl önce tam o günlerde, küçücüktüm ama gazeteciliğe tertemiz miras bırakan hikâyeyi yakından biliyordum.
Biliyordum, çünkü tam o sırada, bir başka
gazeteci yi, babamı hastanede hayata tutabilmek için yakarıyordum. Hastanede her gelen gazeteci ziyaretçiyle
"üç şehit" konuşuluyordu.
Bilmiyordum, bizim de uğurlamaya hazırlandığımızı.
Yükseller ile Abidin' i hiç unutmadım sonra da. Hep aklıma yazılı kaldı.
Çünkü, uğurladıktan sonra babamı, hanemize, aklımıza, hayatımıza ölüm çökmüşken, hem bir başka hassastım
gazeteci ölümü ne; hem de, o sıra taşındığımız Basınköy'de, zamanın iyi ama tevazu dolu gazetecilerinin mahallesinde,
Yükseller ile Abidin hep konuşulur, hep anılır, bir destanın içine sıcacık sarılıp hep yaşatılırdı.
Tek kişiden Bir de şöyle bir şey:
İsmail Güneş' in mirasına dikkat ettiniz mi?
Bilgisayar, fotoğraf makinesi, kamera.
Biir manası, teknoloji çağında, elinin altında, üç kişilik işi tek kişinin yapabilmesine imkân veren donanımla... çalışıyorsun, yaşıyorsun veya donanımlı donuyorsun!
Bir acı manası ise şudur:
Bir insandan birçok post! Tek bir İsmail'de, tek bir ücretle, bazen tek kaşeyle, bazen sigortasız bile, aynı anda iki Yüksel bir Abidin çalıştırmak, yaşatmak ve elbet kimse istemez ama... Kar miras "Trakya basın şehitleri" nin bir mirası da, aynı mesleği paylaşırken aynı kadere donan
İsmail Güneş' e idi esasında.
46 yıl önce o günlerde tam da
gazeteci hakları gündemdeydi.
Gazeteciliğin, gazetecinin istismarına, köleleştirmeye karşı doğan 212 sayılı kanun, aslında o devirde kendileri de genellikle gazeteci olan patronların tepkisini almıştı.
Karşı tavırları sürüyordu. Kanunu delen, gazeteciyi iki dudak arasında rehin tutacak uygulamalar icat ediyorlardı.
Devrin
Yeni Sabah gazetesinde, kanunu yerden yere vurup kalkmasını isteyen başyazının çıktığı gün, işte o gündü:
Hürriyet'ten Yükseller ile Abidin'in haber peşinde donarak öldüğü gün! 28 Ocak'ta cenazeler kalktı, 29 Ocak'ta yüzlerce gazeteci yürüyüş yaptı:
"Gazeteciyi halkı aldatmakta kullanamazsınız...Rotatifler beyinsiz olmaz...Düşünce özgürlüğünün yanında, sömürünün karşısındayız" Gazeteci direnişi karşısında, üç çalışanın beyaz hatırası önünde eğilerek, patron direnişi bitti.
Doğarken donarken Yıllar sonra, biz de
İsmail Güneş de, 46 yıl önce donanların o mirasına ortak olduk.
İsmail donduğu sırada, kimi patron ile iktidar,
gazeteciliğin risksiz, yıpranmasız bir meslek olduğuna karar vermişti çoktan. Muhtemelen, yakın ve yakından bildikleri
kimi gazetecinin durumu onları yanıltmıştı!
212 epey kemirilmiş, yıllardır yüzlerce gazeteciden esirgenir olmuştu.
İsmail doğduğu sırada gazetecinin hakkı olan Abidin'in mirası, İsmail donduğu sırada kar gibi eriyordu... Ama şunu diyebilmek zor muydu:
"Gazeteciyi halkı aldatmakta kullanamazsınız!" Zor mu bunu önce kendi kendine demek.
Yine de rahat uyu
İsmail Güneş... Yüksel, Abidin ve Yüksel'le, öteki herkesle birlikte.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 1 Nisan 2009, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/01//haber,7DE6FFF030CB4768988426F2BB68BDB8.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.