Ne yalan söyleyeyim!..
Geçen hafta seçim telaşının en yoğun olduğu, güncel politikaya ilginin tavan yaptığı bir günde...
Köşemi hayatımızın en köklü, en kalıcı ve belirleyici korkularından birine; "başkaları ne der " endişesine ayırmakla doğru yaptığımdan emin değildim.
Evet! Öteden beri benim "yol"um, benim tercihim bu konulardı!
Ama belli ki, o lanet endişe beni de esir alıvermiş, güncelle ilgilenmediğim için kendimi huzursuz hissetmiştim.
Dün elektronik posta kutumu açtım ki...
Ne göreyim...!..
"Bu endişe yüzünden 40 yıllık ömrümde üst üste mutlu geçirdiğim iki günüm yok" veya "Haşmet abi söylemesi kolay, uygulaması zor; ben yenildim artık" diyen mektuplardan geçilmiyordu.
Nasıl yaygın ve can alıcı bir korkuydu bu!
Hüsnü Aldemir adlı okurum ise, eksik olmasın, çok anlamlı bir şey yapmış; Şeyh Sadi-i Şirazi 'nin 1257 yılında kaleme aldığı eşsiz eseri Bostan 'dan bir bölüm göndermişti.
Sadi'nin sözlerini biraz kısaltarak da olsa, sizlerle paylaşmak istiyorum.
Dicle'ye çalışarak sed çekmek mümkündür.
İmkânsız olan
kötü niyetlerin dilini bağlamaktır.
İster arslan, isterse tilki, insanlardan kurtulmazsın.
Yalnızlık köşesini seçip, kimseyle görüşmeyecek olursan, yaptığın
"hiledir" derler, seni şeytana benzetirler.
Yüzü güzel, huyu canayakın olana
ahlaksız diye iftirada bulunurlar.
Zengin olanın derisini yüzerler gıybet ve dedikoduyla,
"Firavun gibi kendini beğenmiş ve mağrur" diye nitelerler.
Yoksulsa eğer,
"uğursuz ve kara günlü" diye çıkarırlar adını. Sıkıntı çekiyorsa bir fakir,
"beceriksizliğinden" derler.
Arzusuna kavuşmuş bir zenginin başına musibet taşı düşse, bunu ganimet bilir,
"malına mülküne kibirliydi, mutluluğun ardından felaketin geleceğini düşünmüyordu, ne güzel oldu. Allah layık olduğunu verdi" diye konuşurlar.
Çalışan birini görseler,
"ne kadar hırslı, hiç boş durmuyor, hep dünyaya çalışıyor" diye suçlarlar.
Çalışmayana,
"tembel adam, hazıra konmak, başkasının sırtından geçinmek istiyor, ne olacak, dilenci!" diye aşağılarlar.
Sabreden,
"korkak" diye nitelenir.
Yiğit olup kahramanca davranandan
"deli bu adam" der, kaçarlar.
Gezemeyen,
"karısının dizi dibinden ayrılmamış insandan ne fayda umarsın?" diye ayıplanır, adam yerine konmaz.
Gezgin olana,
"serseri bir ayakla dünyayı geziyor" diye derisini yüzerler ve
"azıcık serveti ve gücü olsaydı, ülkesini terk etmez, şehirden şehre sürülmezdi" derler.
Bekâr ise birisi,
"bedeni yeryüzüne gereksiz bir ağırlıktır, yer onun yatıp kalkmasından inciniyor" derler.
Sevip evlenmeye kalkışana,
"gönül yüzünden çamura düşen merkebe benzedi" diye konuşurlar.
Cömertlik yapana,
"yeter! Yarın avret yerini örtmeye bez bulamaz, bir elini önüne, ötekini ardına tutarsın" derler.
Bulduğuyla yetinse, tutumlu olsa birisi,
"bu alçak da babasına benzedi, o da biriktirdi, yanında götüremedi" derler.
Çirkine çirkin, güzele güzeldir diye sıkıntı verirler.
Kim güven ve huzur köşesinde rahatça oturabilir?
Allah'ın Elçisi bile insanların dillerinden kurtulamadı.
Eşi, çocuğu ve ortağı olmayan Yüce Yaratıcı için neler yakıştırıldığını duymadın mı?
İnsanların diline düşenin tek çaresi vardır: Sabır.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 1 Nisan 2009, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/01//babaoglu.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.