kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
8 Mart 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat

'Yap bir babalık'

YEŞİM TABAK
06.03.2009
Gran Torino'nun basın bültenindeki konu özetine göre, "Emekli otomobil işçisi Walt, gördüğü hemen her şeye kızmaktadır ve artık vadesinin dolmasını beklemektedir. Ta ki biri onun '72 model Gran Torino'sunu çalmaya çalışana kadar." Afişte ise elinde tüfeği, zaman zaman ışın kılıcı olarak kullandığı 'bardak taştı' bakışları ve ihtiyar adamlığa delikanlıca direnen gövdesiyle, Clint Eastwood karşımıza dikilmiş (Film boyunca sık sık ve de basbayağı hırlaması kısmen hiciv, kısmen ciddi)... Eastwood'un kendi 'Kirli Harry'liğini soğukkanlı biçimde parodileştireceği, kan revan dolu bir "Hepinizin..!" filmi izleyeceğimizi sanmak için yeterli sebep var kısacası. Tarantino, Eastwood'u bir filminde oynatmaya yeltenseydi, manzara belki böyle kara mizahçı bir aşırılığa yakın olurdu. Gran Torino ise, mahallesindeki Uzakdoğuluların sayısı dahil her türlü 'aşırılık'a gıcık kapan kahramanıyla uyum içinde. Öfkeli Kore gazisi Walt, hem kendince adap/edep hem de ülkesine dair birtakım ideallere sıkı tutunmuş, onlara hâlâ da inanan bir kuşağın temsilcisi. Oğlunun tabiriyle '50'lerde yaşıyor' ve etrafa bakınca çürümeden başka bir şey göremiyor. Gran Torino, bu ruh halini yaşlanmanın, devrini tamamlamanın melankolisine değinmeden geçmiyorsa da, derdi o değil.

İKNA EDİCİ OLMAKTAN UZAK
Eastwood'un yönettiği ve Nick Schenk'in yazdığı film, ondan ziyade ihtiyar adamın memleketteki ırkçılık, şiddet ile asayiş üzerine görüş ve hatta eylemleri hakkında. Ya da ona son bir 'babalık' yapma şansının verilmesi. Walt'un 'maalesef Japon arabası kullanan' oğullarıyla iletişimi sıfıra yakın, ama film bu ilişkideki gelişmelerle pek ilgilenmiyor. Son babalık hakkından, Güney Koreliler nasipleniyor. Eastwood'un karakteri için günah çıkarma, karısının vasiyetindeki gibi rahiple konuşarak veya Kore'de ne işinin olduğunu sorgulayarak değil, bir yerde yetim bıraktığı Korelileri diğer Koreliler'den koruyarak gerçekleşiyor. Şöyle ki; yan evdeki Güney Koreli aile, hemşehrilerinden oluşan sokak çetelerinin itip kaktığı yeniyetme oğullarına rol modeli olarak Walt'u seçiyor. Zamanında 'Amerika'nın yanında savaştıkları' için göçmen hayatı süren komşuların, şimdi 'kurtar bizi baba' diyerek nazikçe kapısına dayandıkları söylenebilir. Walt da karşılığında, tek mirası olan 'Amerikan idealizmi'ni filmin başından beri çekik gözlerinden başlayarak saydırdığı bu yabancılara teslim etmeye razı geliyor. Gran Torino'da suçluluk hissi varsa, onun üç katı kadar da haklılık hissi ve her şeye rağmen Kore kahramanlığına da, bir kısmı çuvallamış olsa bile bütün eski ideallere de inanma isteği var. Eastwood ve Schenk, hikâyeyi zorlamak kaydıyla seyirciyi de inandırmak istiyorlar fakat ikna edici olmaktan hayli uzaklar.

SPOR OLSUN DİYE KAHRAMANLIK
Kahramanlık müessesesine çok daha büyük bir şüpheyle bakmak, çizgi roman uyarlaması Watchmen'e düşüyor. Watchmen'de çok fazla kahraman, onların kahramanlıklarının da türlü yüzü var: Korku ve imha yoluyla gelecek bir barış arayışı, ödün vermeyen ama asla yön verici de olamayan 'acı gerçek'çilik, halkı kendinden korumaya talip 'devletin pis işleri' memurluğu, insanlığı umursamayan tanrısal güç veya spor olsun diye kahramanlık. Watchmen, 40'lardan 80'lerin ortalarına kadarki dönemin politik dünya dengelerini alternatif (süper'lerin fink attığı, Nixon'ın 80'lerde hâlâ başkan olduğu) bir kurguda inceliyor ama, alternatif bir çözümü öngörmüyor. Filmde öne çıkan tez, çoğunluğun barışı için verilecek kurbanlara dair. Ve hikâyenin koyu karamsarlığı, filmi tezin eleştirisinden çok, kaçınılmazlığı noktasına getiriyor. Bu, filmin diğer politik tercihlere ve kahramanların insani ilişkilerine bakışındaki 'yetişkin' karanlıkla örtüştüğü gibi, zalimce bir onay olmaya da epey yaklaşıyor aslında. Tabii çok iyi uygulanmış fantastik dünyasının eğlence vaadini bir kenara bırakmamaya özen göstererek. Zaten Bob Dylan, Simon & Garfunkel, Jimi Hendrix ve hatta Nena'nın en bilindik klasiklerinden oluşan soundtrack'in 'acısı ve tatlısı...' kıvamıyla, hiçbir bomba herhangi bir nostalji nesnesinden daha yıkıcı görünmüyor.