kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
22 Şubat 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat

Bu ülke korku ülkesi olmaktan çıkar demokratikleşirse gelirim

ŞİRİN SEVER
30.01.2009
TRT Şeş'in açılışı için Türkiye'ye davet edildiğinde Türk basınında da ilk kez gündem oldu Şivan Perwer. "Benim gelmem ne kadar önemli? Türkiye bazı açılımlarda bulunacak mı?" diyor ve ekliyor: "Koşullar değişmezse dönmem!"..
Ne kadar samimi ya da değil bir kenara bırakırsak... Yani muhalif tavrımızı, eleştiri hakkımızı saklı tutarak söylersek eğer...
Türkiye'de yıllarca utanç kaynağı olmuş, Türkiye'nin düşünce özgürlüğü dersinde sınıfta kalmasına neden olmuş bazı kararlarda geri adım atıldı malum.
Mesela...
Nâzım Hikmet, Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya'ya tekrar kucak açılması. Ne kadar geç olsa da, mezarlarında bize ne kadar alaycı alaycı gülümseseler de 'telafi sınavı' diyelim biz buna yine de.
Ardından devlet eliyle Kürtçe kanal açılması...
Ve tam 33 yıldır sürgünde yaşayan, türkülerini kendi dilinde söylediği için ülkesine adım atamayan, Kürtler'in efsane sanatçısı Şivan Perwer'in TRT'nin Kürtçe kanalının açılışına davet edilmesi! İşte asıl bomba olan buydu.
Onu tanımayanlar (Kürtler değil ama belki Türkler) olabilir; ön giriş yapmak isterim...
Şivan Perwer'e sıradan bir Kürt sanatçısı muamelesi yapmak, haksızlık olur, az olur, çok da ayıp olur.
Yıllardır Kürtler'in dertlerine, acılarına müziğiyle, sanatıyla, sesiyle ilaç olmuş; misyonu olan biri.
Yıllarca illegal yollarla çoğaltılıp, gizleyerek, saklayarak, korka korka kasetleri dinlenen biri.
Kürt dilinden, Kürt sanatından, Kürt kimliğinden vazgeçmeyip dünyanın her yerinde bunları yücelttiği, sahip çıktığı ve geliştirdiği için bir efsane.
Bir dünya ozanı aynı zamanda.
Dünyanın en ünlü sesleriyle aynı sahneyi paylaşmış, onlarla türkülerini söylemiş, her birine Kürtler'i anlatmış bir elçi.
Devlet madem davet etmiş, 'yasağın hükmü kalmamıştır' dedim fırsattan istifade; düştüm Almanya yollarına. Köln'deki Şivan Perwer Vakfı'nda buluşup, konuştuk.
Elleriyle kahve hazırladı bana.
Sonra çıktık, Köln'ün simgesi Dom Kilisesi'ni arkamıza alıp fotoğraflar çektirdik. Akşam da bir Türk kebapçısında kebap ziyafeti...
Türkçeyi unuttu sanıyordum ama gayet iyi anlattı kendini.
TRT'nin davetini, neden bu davete icabet etmediğini, yıllardır sürgünde yaşadıklarını, nasıl kaçtığını, Kürt sanatçıları için düşündüklerini anlattı.
Tüm samimiyetimle söyleyebilirim; benim için böyle efsane bir adamla tanışmak müthiş bir şanstı.

- Çocukluğunuzdan başlayalım...
- Önce şunu söyleyeyim; ben çok isyankâr bir çocuktum. Aklımda öyle şeyler vardı ki; beni depresif, içe kapanık hale sokuyordu...

- Nasıl şeyler vardı aklınızda?
- Şehirle köyü karşılaştırırdım hep.
Neden köyle şehir arasında bu kadar fark var, niye şehirliler köylüleri sevmez, niye Kürt askeri değil de Türk askeri var, Türkçe devletin diliyse biz niye Kürtçe konuşuyoruz, niye okula gittiğimizde Türkçe, eve geldiğimizde Kürtçe konuşuyoruz gibi bir sürü soru... Bu sorular arasında debeleniyordum sürekli.

- Urfa'da mı geçti çocukluğunuz?
- Siverek'le Viranşehir arasında Karuk diye bir köyde. 50 köyün içerisinde sadece bir köyün okulu vardı.
5-10 kilometrelik yerlerden geliyordu öğrenciler; o köyde okudum ben.

- Sizin adınız İsmail Aygün aslında. Ne zaman Şivan oldunuz?
- Bana hep Şivan derlerdi, göbek adımdı. Çoban demek; babam verdi bu ismi bana. Okurken çobanlık da yapıyordum, başka bir sürü köy işi de.

- Yoksul muydunuz peki?
- Yoksul değildik. Şeyhan denilen geniş bir aşiretten geliyorum.

- Sizin babanız dengbej'miş (Kürt ozanı). Müzik sevdanız babadan mı?
- Az önce dedim ya, beynimde öyle düşünceler vardı ki... Niye köyde evler güzel değil, neden köylüler böyle izole ve yalnız, niye köyde okul yok, cami yok, hastane yok? Sonra insanlar arasında ağa, bey, şeyh, derviş, çiftçi, köylü gibi sınıf farklılıklarına çok öfke duyardım, bunların değişmesi gerektiğine inanıyordum.

- Bunları müziğinizle anlatma yolunu mu seçtiniz siz de?
- Ben gözümü açar açmaz çevremde bir sürü dengbej buldum.
Bunların içinde en iyilerinden biri de babamdı. Her şarkının bir hikâyesi vardı, bir destan anlatırdı. Çevreden, yakın köylerden bir sürü sanatçı gelirdi, darbukalar, kemanlar çalınırdı, oynanırdı. Saz çalmayı da onları göre göre öğrendim. Dengbejler sabaha kadar oturur, olayları şarkılarıyla anlatırdı. Ben de cemaat dağılana kadar otururdum, kızarlardı bana 'git uyu' diye. Uyumazdım, ertesi gün de o olayı türküyle, melodiyle anlatırdım.

- Sesiniz o zamanlardan fark edilmiş miydi?
- Küçüklükten beri hep sesimin güzel olduğunu söylediler. Biraz büyüyünce de 'sen ünlü olursun, niye plak yapmıyorsun' demeye başladılar.
Ama ben okumayı çok seviyordum.

- Sesinizin dört oktav olduğu doğru mu gerçekten?
- Tenora çok iyi çıkabiliyorum, bası da iyi kullanırım. Bilmiyorum artık...

- Sonra Ankara'da üniversite okudunuz, değil mi?
- Gazi Üniversitesi matematiği kazandım. Her üniversitede olduğu gibi olaylar, sağ-sol çatışmaları yaşanıyordu. Aynı zamanda konserler veriyordum, tanınmaya başlamıştım, türkülerim her tarafa yayılmıştı. Ama takma ismim Şivan'ı kullanıyordum konser verdiğimde, gizliydi her şey.
Arkadaşlarım beni bir yerde çıkarır, konser bitince de kaçırırdı.

- Plak, kaset istemediniz mi?
- Arkadaşlar çok istedi, İstanbul'a gittim, birkaç müzik yapımcısına uğradım, 'çok zor, cezası çok' dediler.
Ama en sonunda biri, iki türkülü bir 45'lik plak yaptı. Ben Avrupa'ya çıktıktan sonra ortaya çıkmıştı o.
Neyse zaman geçti, sadece Türkiye'de değil, Irak'a, İran'a, Suriye'ye, bir sürü yere sesim, türkülerim ulaştı.

- Dönüm noktası neydi, ne oldu da yurtdışına kaçtınız?
- Artık durum o kadar sıkıcı hale gelmişti ki, yanımda yürüyeni bile yakalıyorlardı. Burada yaşayamaz duruma geldim. Konserlerimi düzenleyenler yakalandılar, yıllarca hapis yattılar, bazıları şehit bile oldu.
Gerçekten müthiş bir fedakârlık gösterdiler benim ele geçmemem için, onlara çok şey borçuluyum. En son ODTÜ'de verdiğimiz bir konserde kargaşa çıktı. Polis beni istedi, öğrencilerle polis çatışmaya başladı.
Arkadaşlarım beni kaçırdı yine.
Ve 1976 yılında Almanya'ya kaçtım sonuçta.

href="https://www.sabah.com.tr/haber,5811224B8F3D472090713DCF2E0E852E.html"> SEVER'İN RÖPORTAJININ TAMAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ...
Haberin fotoğrafları