kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
20 Şubat 2009, Cuma
Sabah
 
Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Gündem Siyaset Ekonomi Yaşam Dünya Teknoloji Turizm Otomobil
 
24 Saat
24 Saat

Soyguncu muyuz casus mu?- Duygu LELOĞLU

Giriş Saati : 20.02.2009 10:20
Güncelleme : 20.02.2009 21:23
Yeni Haber
BRÜKSEL- Avrupa Birliği'nin başkenti Brüksel'e, bol yağmurlu günlerden birinde uğrayanlar, havanın kasvetinden etkilenerek, sakın 'sıkıcı' bir şehre geldiklerini zannetmesinler. Zira burası aslında AB'nin o gizli mi gizli gelecek planlarını öğrenmek üzere, dünyanın dört bir yanından gönderilen binlerce casusun cirit attığı, azılı soyguncuların en güvenilir binaları soyarken, 'zavallı' güvenlik görevlilerinin de ağızlarını açıp baktığı garip bir şehir! Eğlence garanti...

Geçen hafta her zaman olduğu gibi dışarıda yağmur yağarken, ben de Avrupa Parlamentosu'nun basın için ayrılan salonunda sakin sakin oturup haberlere bakıyordum ki, Avrupa Komisyonu'nun, kendi bünyesindeki insan kaynakları bölümünü işe alımlar sırasında 'potansiyel casuslara' karşı uyardığını görüp hemen telefona sarıldım. Komisyon'un sözcülerinden Valeri Rampi ile görüşerek bu haberin doğruluğunu araştırırken duyduklarıma inanamadım.

Rampi, telefonda bana Brüksel'de yaşayan bazı gazetecilerin AB'nin özellikle ticari sırlarını öğrenmek üzere görevlendirilmiş casuslar olabileceğini söylüyordu. Komisyon'a akredite olmuş 1500 gazetecinin bazılarının yüzleri bir anda gözümün önünden geçti. Acaba içlerinden hangisi casustu? Sonra sözcüden Komisyon'un casus tanımını açmasını istedim. O da bu kişilerin genel olarak 'üçüncü ülkelerden' yani AB dışındaki ülkelerden gelen kişiler olduğunu söyledi. Casus tanımı giderek daralıyordu. Türkiye de 'üçüncü ülke' kapsamına girdiği için o potansiyel casuslardan biri 'ben' de olabilirdim. Biraz daha eşeleyince, Rampi casusun tanımını yaparken, 'uzun bacaklı sarışın' örneğini verdi. Telefonumu kapattım ve derin bir nefes aldım.

Allah'tan sarışın değilim, yırttım diye içimden geçirirken, basın merkezinde iki güvenlik görevlisinin pis pis bana doğru bakmakta olduğunu fark ettim. Güvenlik görevlileri beni iyice süzdükten sonra basın merkezindeki diğer gazetecileri izlemeye başladılar. Basına ayrılan masaları tek tek tarıyorlardı. Orada ne aradıklarını anlamadan bir süre etrafıma bakındım ve basın bölümünden çıktım. Bir de ne göreyim, binanın içi polis kaynıyor. Tanıdığım bir güvenlik görevlisine yaklaşarak ne olduğunu sordum. Meğer Parlamento'nun içinde bulunan, basın merkezinin hemen yanındaki ING bankası soyulmuş, güvenlik görevlileri de ilk iş olarak basın merkezine gelmişler, soyguncuyu orada aramaya başlamışlar. Polisler o gün Parlamento'yu didik didik aradılar ama nafile. Tanınmamak için taktığı perukla ve elinde bir tabanca ile Parlamento'nun o 'sıkı' güvenliğinden elini kolunu sallaya sallaya içeri geçen soyguncu, bu güvenlik nedeniyle Brüksel'in en güvenli bankası olması gereken ING'nin 60 bin euro'sunu götürdü, hem de herkesle de dalga geçti! Biz gazeteciler ise birgün içerisinde hem potansiyel 'casus', hem de 'soyguncu' damgası yediğimizle kaldık...

POTENSİYEL SUÇLULAR KİMLER?

Aslında Avrupa'nın yaşadığı 'potensiyel suçlu' paranoyası, 11 Eylül döneminin ardından yaşadığımız ve herkese, her şeye şüphe ile yaklaşan bir ruh halinin ürünü. Özellikle Avrupalı Hıristiyan demokrat politikacılarda bu ruh halinin izdüşümüne zaman zaman tanık oluyorsunuz. Hele hele de Türklerin çoğunlukta yaşadığı Almanya'nın Hıristiyan Demokratlarında! Almanya'nın Bavyera eyaletinin Hıristiyan Sosyalist Birliği (CSU) Grup Başkanı Peter Ramsauer, Almanya'da her türlü polis kayıtlarında kişilerin sadece doğum tarihi ve doğum yerinin değil aynı zamanda 'kökeni' ve 'dininin' de kaydedilmesini öneriyor. Bu önerinin arkasında, Almanya'da Türk kökenli vatandaşların ve Müslümanlığa geçmiş Almanların görünürlülüğünü sağlama amacı yatıyor.

KURALLAR ÇİĞNENMEK İÇİN MİDİR?

Son günlerde 'kendisini AB'nin kalıcı dönem başkanı zannediyor' suçlamalarına maruz kalan Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy'nin bir Alman gazetesine verdiği demeci duyanlar hayal gördüklerini zannettiler. Sarkozy, "Nasıl Hintli tüketiciler için Hindistan'da araba üretmek meşru ise, Fransızlar için da Fransız arabası üretmek meşrudur." dedi ve AB'de kızılca kıyameti de koparttı. Bu sözler, ekonomik krizin aslında şu anda AB ülkelerini nasıl birbirine düşürmekte olduğunun bir kanıtıdır. Fransa Cumhurbaşkanı, Fransız otomobil şirketlerinin Çek Cumhuriyeti ve Slovakya'da bulunan fabrikalarını kapatarak, Fransa'ya taşınmaları karşılığında, otomobil sektörüne mali yardım yapacağını açıkça belirtmekte sakınca görmedi. Bu da tabii ki AB'nin ortak pazar kurallarına aykırı! Ama kriz ortamında AB kurallarını kimin umurunda ki! Tabi Fransa'nın bu tavrına jet bir yanıt gelmekte gecikmedi. Slovakya, "Fransa'nın önerisi iyi bir fikir. Biz de Fransa'nın 'Gaz de France' şirketini evine göndermeyi düşünüyoruz." deyiverdiler. AB'nin altı aylık dönem başkanı koltuğunda oturan Çek Cumhuriyeti Başbakanı Mirek Topolanek ise, "Kuralları ihlal edebileceklerini düşünenlerle, benim gibi kuralları korumak isteyenler arasında bir denge oluşturmak üzere 1 Mart'da AB liderlerini olağanüstü Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi'ne çağırıyoruz" yanıtını verdi. İçimden bir ses kavgalı bir zirve geçireceğimizi söylüyor.