Hrant Dink'in cenaze töreninde eşi Rakel Dink müthiş bir konuşma yapmıştı. O konuşmanın en etkileyici cümleleri hafızalarımızdan sanırım hiç çıkmayacak:
"Yaşı kaç olursa olsun; 17, 27 olsun, katil kim olursa olsun, bir zamanlar bebek olduğunu biliyorum. Bir bebekten katili yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz kardeşlerim."
Bugün Ergenekon Terör Örgütü iddiasıyla sürdürülen operasyonlarda, topraktan fışkıran silahlar da, suikast planları da
"bir bebekten katil yaratan karanlığın" ürünü...
Ama sadece Ergenekon mu?
Günlerdir
Türkiye'nin sınırlarını aşan bir tartışma yaşanıyor. Kurtlar Vadisi'nin Kılıç'ı, tiyatrocu
Atilla Olgaç insanı insanlığından utandıran, kendisini de yiyip bitiren bir dehşeti anlattı.
Her okuduğumda yeniden sarsılıyorum...
"Komutana, 'Yapamam, adam öldüremem, ben sanatçıyım' dedim. 'Burada sanat bitti. Burası gerçek hayat, savaş. Emir verdim mi öldüreceksin...' dedi. İlk öldürdüğüm 19 yaşındaki çocuk esir düşmüş bir askerdi. Silahı yüzüne doğrulttuğumda yüzüme tükürdü. Alnından vurdum, öldü."
İşte bu da bir
"tiyatrocu" dan katil yaratmak değil mi?
Aslında onun rol aldığı Kurtlar Vadisi de o
"katil yaratan karanlığın" bir parçasından başka bir şey değil. Dikkat edin, insanları hukuksuzluğa, gençleri şiddete özendiren bu dizinin yükselişiyle; iddia edilen Ergenekon eksenli darbe süreci aynı döneme denk düştü.
Maalesef Kurtlar Vadisi oyuncusunun dehşet verici açıklaması, ilk itiraf değil.
Benzer bir açıklamayı 67 Eylül 1955 olayları için de duymuştuk.
Gazeteci
Fatih Güllapoğlu'na Emekli Orgeneral
Sabri Yirmibeşoğlu şöyle diyordu:
"6-7 Eylül de, bir Özel Harp işiydi. Ve muhteşem bir örgütlenmeydi. Amaca da ulaştı... (Paşam bunları söylerken benden de soğuk terler boşanıyordu). Sorarım size, bu muhteşem bir örgütlenme değil miydi?" Bugünlerde vizyonda olan
Güz Sancısı filmi birilerinin
"muhteşem örgütlenme" dediği şeyin aslında bir insanlık dramı olduğunu çok net anlatıyor.
Ne çok karanlık iş dönmüş bu topraklarda...
Onlarca faili meçhul cinayet, onlarca katliam ve aydınlara yönelik onlarca suikast... Üç gündür Taraf gazetesinde
Neşe Düzel'in Jitem itirafçısı
Abdülkadir Aygan'la yaptığı uzun röportaj yayınlanıyor.
O röportajda, yakın tarihimizde, yani 90'lı yıllarda
"bir bebekten katil yaratan karanlığın" nasıl pervasız cinayetler işlediği anlatılıyor.
Öyle itirafçı, çeteci, mafya tetikçisi değil bizzat kurumların başındaki insanların işlediği, işlettiği cinayetler bunlar.
Çevremizde, aramızda o katillerden birinin dolaştığını düşününce donup kalıyorum.
Tıpkı Kurtlar Vadisi oyuncusu
Atilla Olgaç gibi...
Olgaç, ne kadar geri adım atarsa atsın söyledikleri daha çok tartışılacak ve
Türkiye'nin başını da ağrıtacak...
Peki, bu coğrafyada birlikte yaşayanlar olarak vicdanımız ne zaman rahatlayacak?
Bunun cevabı da
Rakel Dink'in bir konuşmasında saklı:
"Sevgili kardeşlerim bırakın ağlamayı, aranızdan ayrıldığını sandığınız yürek çırpıntısını duymuyor musunuz? Onun kanını sabun ve suyla temizlemeye çalıştıkları kaldırımdayız. Bu kaldırım suyla sabunla silinmez. Dökülen hiçbir kan susmayacak. O kan bir yıldır susmadı. Çünkü kanın sesi sadece adaletle susar. Sessizliğinizde adalet çığlığı duyuluyor."