UT
yaz boşluk bırak mesajını yaz 4122'ye gönder.
SMS:
?UT
Kendi kendine gazetecilik!
Sadece insanların değil, mesleklerin de "tahtası" eksilebiliyor.
Zaten pusulası şaşmış bir meslekse hele.
Bizimkisi öyle.
Bu mesleği "hakikati arama işi" diye anarlar, tanırlar, bilirler, severlerdi.
Öyle idi çoğumuz için.
Tabii ki bir tarafı "sübjektif"ti.
Yani, öncelikle hangi hakikatleri arayacağınızın seçiminden, onları sunuşunuza, hangisine önem verip nasıl büyüttüğünüze dair "öznel" tercihler; bir de elbette "yorumlar".
Lakin, "işin esası, mesleğin ahlakı" denen bir şey de vardı:
Her halükârda dürüst olma gayreti. Gerçeği arama inadı. Gerçeği gizlememe düsturu. Hele hele, insanlara acı vermiş, can yakmış, kişilerin veya ülkenin kaderiyle oynamış olaylar karşısında "üç maymun" olmama haysiyeti. Hatta hatta, hakikat senin bildiklerini, inançlarını, ideolojini sarsıyor, sallıyor, hırpalıyorsa dahi, yüzleşebilme di rayeti.
Oysa "yarım yamalak hakikatler ülkesi"nde bakın gazetecilik neyi tercih ediyor?
"Yürümekte olan" bir davada, haber, yorum, kanıt, yeni bilgi bir yana; "halk jürisi" kurulup anket yaptırılıyor.
Davaya inanıyor muymuş millet, inanmıyor muymuş diye.
Tam 111 yıl önce, Fransız gazetesi L'Aurore anket yapıp devleti ve milleti kerteriz alsaydı, kitle, rejim ve ordu baskısına rağmen, çoğunluğun inançlarına, nefretlerine, doğru sandıklarına inat, "Dreyfus Davası"nda esas hakikatin ve bir tek askerin insan hakkının peşine düşer miydi?
Gazetecilik de, insanlık da, aydınlık da hakikat ve hak peşinde yol alır.
Buyruk kıçında kuyruk olmakla değil!
İster azınlık buyruğu olsun, ister çoğunluk kuyruğu.
(Ayrıca "piyasa meraklıları" na şunu da ibret için söylemeli: Zola ve Clemenceau'nun L'Aurore'u o tavrıyla tirajı 30 binden 300 bine kadar çıkarmıştı! 111 yıl önce.)
Ama daha da beteri var.
(Hepimiz gibi) Kendisine sorması gereken temel soru, "Yahu biz hakikatin ortaya çıkmasında, gerçeklerin anlaşılmasında, acılara sebep olanların bilinmesinde, karanlık dosyaların aydınlatılmasında gazeteci olarak üstümüze düşeni layıkıyla yapabildik mi ki?" olması gereken "büyük" bir gazete kendi kendine bambaşka bir soru soruyor.
Gazeteyi yönetenler, haber servisleri başındakiler, her gün sayfaları hazırlayanlar, haber seçimlerini yapanlar, başlıkları atanlar, sayfaları çizenler, o haber yerine şu haberi büyütenler, fotoğrafa karar verenler, hangi olayların üstüne gidileceğine ve gidilmeyeceğine hükmedenler arasında "anket" düzenliyor.
Yani kendi kendilerine "Ergenekon davası"nda neye inanıp inanmadıklarının anketini yapıyorlar.
Zannediyorlar ki şeffaflıktır, bunu isim isim ilan ediyorlar.
Dikkat buyurun; ismiyle, imzasıyla yorum yapanlardan ziyade, her gün "haber trafiği" yönetenler bu meslektaşlar.
Şimdi siz orada çalışan muhabirsiniz.
Bakarsınız; şef, müdür, artık her kimse, neye inanıyor, neyi reddediyor, önyargısı nedir diye.
Oto sansür beyninizde ve vicdanınızda çalışmaya başlar belki. Haber ayıklamaya başlarsınız.
Şimdi siz okursunuz.
Karşınızda bir de "objektif kitle gazetesi" diye iddiaları olanları görürsünüz.
Şimdi siz "haber kaynağı"sınız; elinizde bilgi, ihbar, dosya, kanıt, kayıt var; ülkenin en büyük gazetesine, bakış açılarını, pozisyonlarını bildiğiniz, bir dava karşısında gazetecilik kuşku ve merakından ziyade, herhangi bir vatandaş gibi "inancı ve eğilimi, önyargısı, kesin yargısı" olan kişilere nasıl ileteceksiniz?
Daha vahimi şu:
Gazeteyi yöneten "arkadaş", belki tüm iyi niyetiyle, ama onca tahsil, onca yıllık yöneticilikten sonra bile bunu "şeffaf gazetecilik" sanıyor; kendi tahtalarıyla yetinmiyor, bu "anket"i yapmayı "öteki gazetelerde çalışan arkadaşlar"a da öneriyor!
Gazetecilik tamamen böyle bir şey zaten:
Kendinle konuş, kendinle anket yap, kendini önemse, kendini hakikat zannet, kendin haber ol!
Yasal Uyarı : Tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi izin alınmadan kullanılamaz.
https://sabah.com.tr/gizlilik_bildirimi.html
Yayın tarihi: 29 Ocak 2009, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/29//talu.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.