Giriş Saati : 22.01.2009 12:17 Güncelleme : 22.01.2009 19:30
Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Mustafa. V. Koç, 2009 ile birlikte zorlu bir yıla ve dünyanın muhtelif değişimlere gebe olduğu bir döneme girildiğine dikkat çekerek "Çok sayıda uyarı sinyali gönderdikten sonra tüm ağırlığı ile dünyanın üzerine çöken ve her coğrafyayı her soysal grubu etkileyen bir krizin içinde yaşıyoruz. Kriz dolayısıyla milli ekonomilerin güç kaybetmesi korumacı eğilimlerin yükselmesine piyasa ekonomisi ile ilgili kuşkuların yüksek sesle dile getirilmesine neden oluyor. Mevcut durumdan tümüyle piyasa ekonomisine, küreselleşmeyi ve modern finans dünyasını sorumlu tutmak mümkün değil" dedi.
Mustafa Koç, Türkiye ekonomisiyle ilgili değerlendirmesinde, özel sektörün döviz borçlarının yüksek bir seviyede bulunduğuna işaret ederek "2001 krizinin aksine ihracatta şok bir düşüşle yüz yüze kalınacağı da maalesef önümüzde duran bir başka gerçek. Kapsamlı bir aksiyon planı çerçevesinde ekonomik, siyasal, sosyal ve diplomatik çözümleri oluşturmak için yerel seçimlerin geçmesini beklemek, telafisi olmayan kayıplar yaşamamıza neden olabilir" diye konuştu.
TÜSİAD'ın 39. Genel Kurul Toplantısı'nın açılışında bir konuşma yapan Mustafa Koç, artık kimsenin kriz var mı yok mu, ülkemizi etkiler mi etkilemez mi gibi sorular sormadığını belirterek " En kötüsü geri de kaldı mı,yoksa daha göreceklerimiz var mı, ABD'nin yeni başkanı krizle mücadeleye yeni bir bakış açısı getirebilecek mi gibi soruların daha önemli olduğunu söyledi. Koç "Hiç kuşkusuz bunlara ilişkin hatalar söz konusu, ama bugün yaşadıklarımızda, asıl olarak hükümetlerin, politika tercihlerinden kaynaklanan çok önemli sorumlulukları var. Dolayısıyla, tüm yaşadıklarımıza rağmen, dünya genelinde refahın yaygınlaşması açısından, piyasa ekonomisinin ve rekabetin devamlılığının hayati önemini koruduğuna inanıyoruz" diye konuştu.
"ABD BAŞKANI'NIN İLK GÜNDEM MADDESİ KRİZ"
Koç, krizin ve küresel ekonominin geleceğinin ABD Başkanını bekleyen yüklü gündemin ilk sıralarında yer alacağını ifade ederek, yeni ABD Başkanı'nın gündeminin ana başlıklarını "İşsizlik, küresel ısınma, enerji ve ABD sanayinin yeniden yapılandırılması konularını tek bir plan içinde çözüme kavuşturarak ülkenin krizden çıkmasını sağlamak,ABD'ye yeni hedefler göstererek, kendine güven duygusunu yeniden yaratmak,Irak, İran, Ortadoğu, Afganistan sorunlarına yeni yaklaşım biçimleri getirmek suretiyle ABD'yi "sorun yaratan" konumundan "sorun çözen" konumuna taşımak, Rusya'yı, Hindistan'ı ve Çin'i küresel kurallara uyan birer oyuncu haline getirmek" şeklinde sıraladı.
"HER ŞEY TÜRKİYEYİ YAKINDAN İLGİLENDİRİYOR"
Obama'nın bütün bunları yalnız ABD halkının değil, Avrupa'nın ve dünyanın başka kesimlerinin de temsilcisi olarak yapmaya çalışacağını hatırlatan Mustafa Koç, "peki bütün bunların bizim için anlamı ne" diye sorarak sözlerini şöyle sürdürdü:
"Türkiyesiz; Ortadoğu, Kafkasya, İslam, terörizm ve enerji coğrafyası gibi sıcak alanların tam ortasında yer alıyor. Küresel her türlü ekonomik ve siyasi gelişmenin, coğrafyamızın hassas ve çatışmalı yapısıyla birleşerek büyüdüğüne her gelişmede yeniden şahit oluyoruz. Yeni ABD başkanı'nın gündemindeki konuların büyük bölümü bu coğrafyayla ilgili ve haliyle bizi de yakından ilgilendiriyor."
Dünyanın her anlamda küçüldüğünü ve birbirine entegre olduğunu belirten Koç, Türkiye'nin de önceliklerini de şu sözlerle sıraladı:
"Krizin etkilerini bertaraf ederken, ekonominin geleceğini inşa etmeye, kronikleşmiş ve bizi hem içerden, hem dışarıdan sıkıştıran sorunlarla baş etmeye,kendi gündemimizle küresel gündem arasında bir uyum oluşmasını sağlamaya, geleceğe ilişkin önümüze belirgin hedefler koyup birlik ve beraberlik içinde bu hedeflere yürümeye ve bütün bunların üstesinden gelip küresel planda başarılarımızla anılmaya ihtiyacımız var."
Karmaşık sorunların aşılması için basit ama çok temel bazı gereklerin yerine getirilmesinin zorunlu olduğuna işaret eden Mustafa Koç, toplumun önüne kısa ve uzun vadeli hedefler koymanın,,iyi bir liderlikle toplumu birlik içinde bu hedeflere sevk etmenin, sorunları çözmek için uzmanlığa önem vermenin ve çözümleri de ilgili kesimlerle birlikte oluşturmanın önemini hatırlattı.
"GÜNDEM BAŞKA KONULARLA MEŞGUL"
Koç Türkiye'nin kriz ortamında ağırlıkla iç gündem maddeleriyle uğraştığını ifade ederek konuşmasının bu bölümünde şunları söyledi:
"Açıktır ki Türk toplumu, son yıllarda kendi içine kapanmış en kritik küresel sorunları kendi meseleleriyle meşgulken karşılamak zorunda kalmıştır. 2007'de mortgage krizi patlak verdiğinde, bizim gündemimizde genel seçim sonuçları, yeni cumhurbaşkanı ve yeni hükümet vardı. Zaten bütün bir yıl bu mücadelelerle yitirilmişti. 2008 başında bir tarafta finansal krizin belirtileri ortaya çıkmaya başladığında, öte tarafta dünyada bir gıda kıtlığı yüzünden ayaklanmalar yaşanırken biz türban konusuyla meşguldük. Ağustos'ta görmezden gelinemeyecek biçimde kriz patladığında ise iktidar partisinin kapatılması-kapatılmaması konusu ve Ergenekon davaları gündemimizi işgal ediyordu. Bugün de, kasım ayında sanayi üretimi çift haneli eksiyi gördüğü halde bir türlü krize odaklanamıyoruz, çünkü gündemimizde yerel seçimler var. Demokrasinin bu temel gereklerinden birini kendi önemi çerçevesinde yerine getirmek yerine, ülkeyi bir genel seçim havasına sokmuş durumdayız. Hem de en gergin biçimde."
"2009 OLUMLU BİR DÖNÜM NOKTASI OLABİLİR"
2009 yılının Türkiye'nin kronik sorunları açısından bir dönüm noktası oluşturması potansiyelinin çok yüksek olduğunu ve bunun olumlu bir dönüm noktası olmasının da atılacak adımlara bağlı bulunduğunu kaydeden Koç "2008 yılında Irak'ın Kürt liderleri ile yapılan görüşmeler önemli bir açılımı başlatmıştır. Irak topraklarındaki muhtemel uluslararası gelişmeler dikkate alındığında, bu açılımın sürdürülmesi ve komşu bir ülkenin teröre yataklık etmesinin sonlandırılması için gereken adımların atılması büyük önem taşımaktadır.TRT"nin 6.kanalını Kürtçe yayına ayırması ve bu yolla yıllardır tartışılan bir açılımın bir-iki ay içinde gerçekleşmesi, bir başka çok önemli adım olarak kayda geçirilmelidir. Bu tür açılımları seçim yatırımı olarak görüp küçümsememek ve seçimlerden sonra da takipçisi olmak gerekir. Zira bu tarz kültürel açılımların süreci olumlu biçimde destekleyeceği inancındayız. Burada dikkat edilmesi gereken husus yerel seçimler dolayısıyla gerginliğe yol açmamaktır" dedi.
Türkiye-Ermenistan ilişkilerine de değinen Koç, uzun süredir yapılan hazırlıkların bir milli maç vesilesi ile önemli bir açılımı başlatmasının da 2008'in kayda değer olayları arasında yer aldığını belirterek "Gündeme gelen bir imza kampanyasının açılımı zorlaştırıcı etkisi endişe yarattıysa da, 2009'da Ermenistan'dan gelecek bir karşı adımla sürecin ilerletilmesi yine de mümkün olacaktır. Yeter ki, önümüzdeki aylarda, ABD'nin yeni başkanı veya kongre, Türkiye'yi bu konuda rencide edecek gereksiz bir adım atmasın" diye konuştu.
"KIBRIS İÇİN CESARETLİ ADIM GEREKİYOR"
Konuşmasında Kıbrıs konusundaki gelişmeleri değerlendiren Mustafa Koç şunları söyledi:
"Bildiğiniz gibi 2009, Kıbrıs açısından da kritik bir yıl. Liman ve havaalanlarının güney Kıbrıs'a açılmamasının gümrük birliği'ni ihlal olarak yorumlanması sonucu aralık 2006'da bazı müzakere başlıkları askıya alınmıştı. AB Komisyonu, Türkiye bu yükümlülükleri yerine getirmezse 2009 sonunda müzakereleri bütünüyle gözden geçireceğini ilan etmişti. AB'nin, Kıbrıs sorununun çözülmesini beklemeden, 2005'te Güney Kıbrıs'ı tam üye yapması çok büyük bir hataydı. Bu hatanın faturası haksız yere Türkiye'ye kesildi. 2009 yılında Türkiye, tümüyle kendi iç meselelerine odaklanmış, reformlarını yeniden devreye sokamamış ve AB konusunda son zamanlarda gösterdiği kararlılık eksikliğini sürdürür vaziyette olursa, büyük ihtimalle yeni faturalarla yüz yüze kalacaktır. Buna karşılık Kıbrıs konusunda bir mesafe kat edilirse, AB müzakerelerini durdurmaya çalışan Türkiye karşıtları ciddi bir yenilgiye uğratılmış olacaktır. Bu konuda da umut 2008'de olumlu adımlarına şahit olduğumuz toplumlararası görüşmelerin yeni mesafeler kat etmesinde ve hükümetin gelişmeleri cesaretle değerlendirerek çözüm yönünde adımlar atmasındadır."
AB İÇİN 2014 HEDEFİ
Türkiye'nin, uluslar arası nitelikteki kronik dış politik sorunlarını çözmesi halinde , bölgesinde özlediği liderlik konumuna oturmayı başaracağını vurgulayan Koç "Bu durumda diğer sorunlarının çözümü için ayaklarını çok daha sağlam bir zemine basma imkânını bulacaktır. BM Güvenlik Konseyi üyeliği de, G-20'de aktif rol oynama arzusu da, bölge sorunlarında arabulucu olma arayışı da bu sağlam zeminde daha fazla anlam kazanacaktır. Bu konuların iç siyaset üzerinde birer baskı unsuru olmaktan çıkması bile büyük bir kazanç olacaktır" dedi.
AB ilişkilerinin yeniden canlanmasının küresel ekonomik kriz ortamında Türkiye'yi, ekonomide ihtiyaç duyduğu önemli bir çıpaya kavuşturacağını, orta ve uzun vadede ise, ulusun çok ihtiyaç duyduğu, uğrunda mücadele edilebilecek bir ortak hedef oluşturmaya katkıda bulunacağını ifade eden Koç, şöyle devam etti:
"1 Ocak 2014'te tam üyelik hedefinin ortaya konması, bunun gereklerinin yerine getirilmesi ve bu hedefin topluma benimsetilmesi, değişimi hızlandıran bir çekici güç yaratabilir. Böyle bir toplumsal hareketlilik, ekonomide gerekli olan ikinci nesil reformların devreye sokulması halinde, Türkiye ekonomisinin ihtiyaç duyduğu yapısal değişime de hız verebilir."
"HÜKÜMETİN KRİZLE İLİŞKİSİ REDDETMEK ŞEKLİNDE"
Hükümetin krizle ilk ilişkisini onun varlığını reddederek kurduğunu belirten Koç'un bu konudaki değerlendirmesi ise şöyle oldu:
"Piyasaların güven sorununu ortadan kaldıracak güçlü önlem paketleri oluşturmak yerine, dağınık tekil önlemler almayı ve IMF anlaşmasını da mümkün olduğu kadar geciktirmeyi tercih etti. Finansal açıdan dayanıklı olduğumuzu ilan ederken, reel sektörün içine düştüğü sıkıntıyı tüm belirtilerine rağmen göremedi. Şimdi tüketici güven endeksi en düşük, işsizlik ise en yüksek seviyede. Üretim çok gerilediği için cari açık nispeten küçülecek ama finansmanı eskisinden çok daha zor olacak. Üstelik özel sektörün döviz borçları yüksek bir seviyede. 2001 krizinde iç piyasada yaşanan daralmayı en azından bazı sektörlerde ihracatla kısmen telafi etmek mümkün olabilmişti. Bugün ise tüm dünya pazarlarında eş zamanlı bir daralma olduğu için, 2001 krizinin aksine ihracatta şok bir düşüşle yüz yüze kalınacağı da maalesef önümüzde duran bir başka gerçek."
"GÜNÜ KURTARMAK PEŞİNDE KOŞMAMALI"
Mustafa Koç, en çok tartışılan konular arasında 2009'un ilk çeyreği bitmeden yeni bir küresel iflas dalgasının gelip gelmeyeceğinin yer aldığını hatırlatarak konuşmasında şu noktalara vurgu yaptı:
"Böyle bir ortamda, hükümetin daha çok düşünmesi ve toplumun değişik kesimleriyle daha çok görüş alış verişinde bulunması şart. Sadece günü kurtarma peşinde koşmamak, meyvelerini gelecekte verecek tohumları atmaya başlamak zorunlu. Çünkü gelecek, çok hızlı bugün oluyor. Unutmayalım, Türkiye ekonomisi, yapısal sorunları nedeniyle, krizin etkileri ortaya çıkmadan yavaşlamaya başlamıştı. Dolayısıyla, her şeyi sabit bırakıp krizin etkilerini bertaraf ettiğinizde, ekonominin Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu yüzde 7-8'lik büyüme oranlarını tekrar yakalayamayacağı aşikar. Bu yüzden krizin yarattığı tahribatı gidermeye çalışırken, ekonomiyi yeniden yapılandıracak reformlara odaklanmak en doğru davranış biçimimidir. Burada da zamanlama, reformların içeriği kadar önemlidir. Kapsamlı bir aksiyon planı çerçevesinde ekonomik, siyasal, sosyal ve diplomatik çözümleri oluşturmak için yerel seçimlerin geçmesini beklemek, telafisi olmayan kayıplar yaşamamıza neden olabilir."
"TÜSİAD OLARAK HER ZAMAN ELİMİZ TAŞIN ALTINDA"
Konuşmasının son bölümünde TÜSİAD'ın rolü ve misyonunu anlatan Koç sözlerini şöyle tamamladı:
"TÜSİAD olarak, Türkiye'yi gelişmiş ülkeler arasına sokacak toplumsal ideallerin sözcüsü olmaya, bunun gereği olan ekonomik, sosyal ve siyasal konuları cesaretle savunmaya büyük önem verdik. Bu misyonumuzu, katma değer itibariyle büyük bölümünü üyelerimizin oluşturduğu Türk özel sektörü olarak, çağdaş, demokratik, gelişmiş bir Türkiye için bugüne kadar her fırsatta elimizi taşın altına sokarak destekledik. Bundan sonra da aynı şekilde davranmaya hazırız. Yeter ki, yeni bakış açıları, yeni hedefler ve toplumu bu hedeflere yöneltecek liderlik kapasitesi önümüzü açsın. Sorunların üzerine cesaretle gidilsin. Çözümler içe dönük bir ideolojik bakış açısıyla değil, uzmanlığa ve toplumsal diyaloga değer veren, dünya gündemi ile bütünleşen bir anlayışla oluşturulsun. İşte o zaman Türk insanının geçek gücü oraya çıkacaktır."
YALÇINDAĞ YENİDEN BAŞKAN SEÇİLDİ
TÜSİAD'ın 39. Genel Kurulu'nda yeniden başkan seçilen Arzuhan Doğan Yalçındağ da bir konuşma yaptı. Yalçındağ, Türk iş dünyası olarak bu dönemi ve dinamikleri iyi anlamak zorunda olduklarını belirterek, "Ancak henüz, küresel krizin hangi safhasında olduğumuzdan bile emin değiliz. Etkinin boyutlarının 'teğet geçme' ile 'yerle bir etme' arasında değişmesi, girişimciler ve tüketiciler nezdinde ciddi bir belirsizliğe neden oluyor. Bu bilinmezlik ve gelecekten duyulan endişe, ekonomiyi neredeyse durma noktasına getirdi. Duran ekonominin çarklarının yeniden dönmeye başlaması için mutlaka bazı adımların atılması gerektiği görüşündeyiz" dedi.
Yalçındağ, ekonomik krize ilişkin değerlendirmesinde odaklanılması gereken iki acil ve temel sorun olduğunu, bunların finansal sistemin sorunsuz çalışması ve reel sektörün krediye erişim kanallarının açık tutulması ve yurt içi talebin uyarılması olduğunu söyledi.
"9'LU RAKAMLARIN SIRRI"
"1979 yılında İran devrimi ve Sovyetler Birliğinin Afganistan'ı işgali önemli stratejik ve siyasal gelişmeleri tetikledi. 1989 yılında Orta ve Doğu Avrupa'daki komünist rejimler kendi halkları tarafından tasfiye edildi. Berlin duvarı yıkıldı. Soğuk Savaş sona erdi. 1999 yılı dünyada Asya krizleri ve Rusya'nın mali çöküşünün yaşandığı yıl oldu. Bakü-Ceyhan anlaşmasının imzalandığı Bu yılın Aralık ayında AB Türkiye'nin üyeliğe aday olduğunu ilan etti. IMF ile imzalanan anlaşmanın yürütülememesi bizi 2001 krizine götürdü. 2009 yılının gündemi ise, hepimizin her gün daha açık ve vurucu şekilde sonuçlarını hissettiğimiz ekonomik kriz tarafından belirleniyor.Geriye dönüp baktığımızda tüm bu süreçte, 39 yıl önce bir grup cesur ve kararlı iş adamının kurduğu TÜSİAD'ımızın, tam da amaçlarına uygun şekilde, öncü bir rol oynadığını görüyoruz. Topluma ve yöneticilere bir vizyon sunmaya çalıştığına tanık oluyoruz."
"TARTIŞMAYI BIRAKIP İLERİYE BAKALIM"
Yalçındağ konuşmasında, krizin oluşumu ve gelişimine yönelik yeterince tartışma yapıldığı kanısında olduklarını kaydederek şu görüşleri ifade etti:
"Bu nedenle ileriye bakmanın daha doğru olduğunu düşünüyoruz. Krizle mücadelede izlenen yöntemler dünyanın önüne iki yol açacak. Birincisi, özellikle krizle mücadelede istenen sonuçların alınmaması durumunda, ekonomide kamu ağırlığının artması, küreselleşme karşıtlığının güçlenmesi, korumacılığın yeniden gündeme gelmesi ihtimali. İkinci yol ise, ekonominin yeniden büyüme çizgisine oturması ve küresel regülasyon anlayışının güçlenmesi. Bu büyüme sürecinde G-20 ve ötesi koordinasyon girişimlerinin artması ve temiz enerjiyi ve sosyal dengeleri gözeten bir büyüme modelinin benimsenmesi beklenir. Biz, Türk Özel sektörü olarak, ikinci yolun, yani piyasa referanslı ama küresel regülasyonların kurumsallaştığı, progresif, katılımcı, dengeli bir dönemin başlayacağına inanıyoruz."
"BEKLENTİ YÖNETİMİ İYİ YAPILMALI"
Krizle mücadelede beklenti yönetiminin önemine değinen Yalçındağ, "Ancak bir konu var ki, ikisinden de daha önemli ve sonuçları itibariyle belirleyici: Beklenti yönetiminin doğru yapılması ve güvenin sağlanması. Beklentiler iyi yönetilemediğinde, iç tüketim daha da hızla daralacak, firmalar kontrolsüz bir küçülme sürecine girecek ve işsizlik artmaya devam edecektir. Bu fasit dairenin kırılması için, öncelikle ekonomik durumun mümkün olduğunca gerçekçi bir analizinin yapılması gerektiği kanısındayız. Hükümetin, hane halkının ve firmaların bu analiz çerçevesinde mutabık olması ve bu mutabakat doğrultusunda bütüncül politikaların belirlenmesi ve kararlı adımların atılması elzemdir. İşte beklenti yönetiminden ve güvenin tesis edilmesinden kastımız budur. Ancak Halen 2009 yılının büyümesini eksi 4 ile artı 4 arasında tartışıyor olmamız maalesef bu beklenti yönetiminin iyi yapılmadığının belirgin bir örneğidir. Acilen kısa vadede likidite sorununu çözecek, talebi uyandıracak ve uzun vadede de rekabet gücünün tahrip olmasını engelleyecek bir plana ihtiyacımız var" dedi.
"IMF ANLAŞMASI ÖNEMLİ"
Yalçındağ, acilen kısa vadede likidite sorununu çözecek, talebi uyandıracak ve uzun vadede de rekabet gücünün tahrip olmasını engelleyecek bir plana ihtiyaç olduğunun altını çizerek yapılabileceklerle ilgili şunları söyledi:
"Öncelikle, son gelişmeler, kısa bir süre içinde bir IMF anlaşmasının tamamlanabileceğini işaret ediyor. Bu memnuniyet verici. Tahmin ediyoruz ki, IMF de içinde bulunduğumuz konjonktürü göz önünde bulundurarak alışılmış uygulamaların ötesine geçecek. Özellikle kamu maliyesi araçlarının etkili kullanımında, IMF'in bu tavrı önemli olacak. İkinci olarak likiditenin artması ve talebin canlanması gerekiyor. Bunu sağlamanın en temel önlemlerden biri, vergilerin azaltılması. En azından, daha fazla vakit kaybetmeden kamu fon akımı da dikkate alınarak vergi yükümlülüklerinin, makul bir faiz oranı ile, ötelenmesi doğru olacak. Diğer önlem alanı şirketler sektörünün yabancı para ihtiyacı. Bu problemin kısa dönemde, IMF, Merkez Bankası, Hazine gibi kaynaklardan yararlanılarak oluşturulabilecek bir fon ile aşılması mümkün. Tabii burada fonun nasıl ve ne şekilde yönetileceği de önemli. Fon, sağlıklı şirketlerin, ödemede zorluk çektikleri kredileri için bir köprü finansman rolü görecektir. Bu çözüm, reel sektör ile bankacılık sektörü arasındaki sorunların birbirini olumsuz etkilemesini de engelleyecektir. Öte yandan, enflasyonist baskıların azaldığı görülüyor. Merkez Bankasının izlemekte olduğu faiz indirim sürecinin, iç talebe olumlu etkisi kısa sürede hissedilecek."
Başbakanın Brüksel ziyaretini ve baş müzakerecilik görevinin bir devlet bakanlığında kurumsallaşmasını çok olumlu karşıladıklarını söyleyen Yalçındağ, şöyle konuştu:
"Son üç yılda Avrupa Birliği ile ilişkilerimizin seyrinden memnun olmamız söz konusu değil. Her iki tarafa da hakim olan atalet ve güvensizlikten bir an önce kurtulmamız gerekiyor. Sayın Başbakanın Brüksel ziyaretini ve baş müzakerecilik görevinin bir devlet bakanlığında kurumsallaşmasını bu açıdan çok olumlu karşılıyoruz. Bu yeni hamlenin süreceğini ümit ediyoruz. Bize göre, yaşanan küresel ekonomik ve siyasal krizler Avrupa Birliği ile Türkiye'nin birbirilerine duydukları ihtiyacı daha da belirgin hale getirmiştir. Siyaset seçkinlerinin kısır hesaplarla bunu henüz kabul etmemeleri bu gerçeği değiştirmez. Türkiye 2014 yılında Avrupa Birliği üyesi olmalı ve 2018 yılında da euro alanına girmelidir. Şüphesiz, bu hedefler, ekonomik, siyasal, hukuksal, toplumsal atılımlar gerektirir. Bu hedeflere yönelik olarak istikrarlı şekilde kendisini yenileyen, eksiklerini gideren bir Türkiye, G-20 türü oluşumlarda da ön plana çıkacaktır. Unutmamalıyız ki, 21. Yüzyılın dünyası, gelişmekte olan ülkelerin, küresel ekonomik büyümenin yükünü, artan ölçüde, taşıyacağı bir dünya olacaktır. Bu ülkelerden birisi olan Türkiye, benzersiz jeopolitik konumu, güçlü ittifak ilişkileri ve bölgesindeki etkisiyle yeni siyasal yapılanmanın mimarları arasına girecektir."
"TÜSİAD'IN BU VİZYONU ÜSTLENECEK CESARETİ VAR"
Toplum olarak hedefler belirlenmesinin gereğine işaret eden Yalçındağ şunları söyledi:
"Ülkeyi tüketen kutuplaşmaları, çatışmaları sona erdirecek bir ortak vizyonun şekillenmesi için çabalarımızı arttırmalıyız. Türkiye 21. Yüzyılın şekillenmesine katkıda bulunabilecek bir ülkedir. Bu potansiyeli gerçekleştirmek için 200 yıllık çağdaşlaşma ve 85 yıllık Cumhuriyet dönemindeki kazanımlarını laik demokratik bir hukuk devleti çerçevesi içinde pekiştirmesi şarttır. Türkiye, dünyanın gittiği daha özgürlükçü, daha eşitlikçi, bireysel haklara saygılı yönde gitmek zorundadır. Bunu da, sosyal adalet boyutu giderek ön plana çıkarılmış bir piyasa ekonomisi bağlamında gerçekleştirecektir. TÜSİAD, bu yeni dönemin tanımlanması, kavranması ve gerekenlerin yapılarak ülkenin önünün açılması için bugün geçmişten bile daha yüksek yükümlülük altındadır. Bu yükümlülüğü taşımak için birikimi, enerjisi, vizyonu ve her şeyden önemlisi cesareti vardır."
TÜSİAD Başkanı Yalçındağ konuşmasını şu sözlerle tamamladı:
"Ben daha çocukken kurulan, ve ilk kadın başkanı olmaktan tarifsiz bir onur duyduğum bu derneğin Türkiye'de bilançosunun çok olumlu olduğuna inanıyorum. TÜSİAD bu bilançoyu üyelerinin desteği ve onlardan aldığı güçle başarmıştır.Bu nedenle bir kez daha belirtmek isterim ki, Türk iş aleminin öncü kuruluşu olarak ülkemizin ihtiyaç duyduğu vizyonun şekillenmesine katkıda bulunmaya, toplumumuzun refahını ve huzurunu arttıracak açılımların belirlenmesinde öncülük etmeye devam etmeliyiz." ANKA