kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
20 Ocak 2009, Salı
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
NAZLI ILICAK

Muğlalı kompleksi sona eriyor

Asker, "Muğlalı Paşa kompleksini" yeniyor. Türk Silâhlı Kuvvetleri, suç işlediği ileri sürülen mensuplarının gözaltına alınmasını içine sindiriyor. Oysa eskiden, "kol kırılır yen içinde kalır" anlayışı hâkimdi.
Muğlalı kompleksini, 12 Eylül darbesi vesilesiyle duymuştum. Süleyman Demirel "Örgüt evleri biliniyor, adresleri veriyoruz fakat bunları asker basmıyor" diye yakınmıştı. Zaten o her şeyin farkındaydı. Bu yüzden, sormuştu: "12 Eylül öncesi akan kan, nasıl 12 Eylül sonrası birden durdu?" diye.
Asker, kendini teminat altına almadan, "ileride hesap verebilirim"
endişesiyle, operasyonu derinleştirmiyordu. Çünkü zihinlerinde, Muğlalı Paşa'nın akıbeti tazeliğini koruyordu.
1943'te, Van'ın Özalp ilçesinde, 33 köylü, 3. Ordu Komutanı Mustafa Muğlalı'nın emriyle kurşuna dizildi. İran sınırında kaçakçılık yaptıkları gerekçesiyle yakalanan Milan aşiretinin 40 üyesi gözaltına alınmış, mahkeme 5'ini tutuklayıp, gerisini serbest bırakmıştı. Mustafa Muğlalı'nın talimatıyla, serbest bırakılanlardan 33 köylü İran sınırında kurşuna dizildi; bu köylülerin kaçarken vuruldukları söylendi. 1946'dan sonra, Demokrat Parti de parlamentoya girmişti. Demokrat Parti'nin TBMM'de yer almasının ardından, Muğlalı olayı yeniden gündeme geldi. TBMM Başkanlığı'na verilen bir soru önergesinin kabul edilmesi üzerine, asker ve sivil yöneticiler hakkında soruşturma açıldı. Bütün sanıkların Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde tutuklu olarak yargılandığı davada, kurşuna dizme emrini verdiğini söyleyen Muğlalı, 2 Mart 1950'de, ölüm, ardından da, hafifletici sebeblerle 20 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Muğlalı 1951'de hapishanede öldü.
Artık, eski tabuların yıkıldığı bir döneme geldik. 12 Eylül öncesi, terör ve anarşi, ortamı "kıvama getirmek" isteyenler tarafından tetiklenmişti. Asker, sıkıyönetime rağmen, sokağa hâkim olamadı. 12 Eylül'den sonra akan kan durdu. 1982 Anayasası'na konulan geçici 15. madde ile komuta heyeti yargılanmayacaklarının teminatını elde etti. Ve gerçekten de, daha sonra gelen hiçbir sivil idare, anayasanın bu maddesini değiştirmeye cesaret edemedi.
Şu anda, darbeye ismi karışmış çok sayıda asker yargılanıyor. Bence, yaşanan esas devrim bu. "Muğlalı kompleksi" sona eriyor. Asker-sivil, artık kimse imtiyazlı değil. Eski defterler açılıyor; işin ucunun, terörün şiddetle bitirilemeyeceğine inanan Diyarbakır Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Bahtiyar Aydın 'a, JİTEM'in faaliyetlerine soğuk bakan Mardin Jandarma Alay Komutanı Albay Rıdvan Özden 'e ya da Talabani'ye gönderilen 100 bin MKE yapımı silâhın peşine düşen Uğur Mumcu 'ya kadar uzanacağı söyleniyor. JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan'ın açıklamaları doğrultusunda, Diyarbakır ve Şırnak'ta, JİTEM'in sorgulayıp, cesetlerini yok ettiği birçok vatandaşın ölümünün aydınlatılması için akrabaları harekete geçti. Jandarma İstihbarat Daire Başkanı Tuğgeneral Levent Ersöz'ün, Şırnak'ta İl Jandarma Alay Komutanı olduğu dönemde, 130 kişinin ortadan kaybolduğu ileri sürülüyor.
Kısacası Pandora'nın kutusu açıldı. Faili meçhul cinayetler etrafa saçıldı. Artık herkes konuşuyor.