Türkiye'nin asli gündemi nedir? Kuşkusuz,
"Ekonomi" ve "AB katılım süreci." Peki "yedekten devreye giren gündemi"?
"Ergenekon davası!" Bu konu başlıklarını güncel gelişmeler ışığında açacak olursak...
Asli gündemin "ekonomi" başlığı IMF ile müzakeresi sürdürülen Stand-By Düzenlemesi'ne endekslenmiş durumda. IMF ile "Anlaşmaya yakınız" mesajı verildiği bir ortamda özellikle İcra Direktörü W. Kiekens'ın Ankara'yı ziyareti merak uyandırdı.
IMF'de uzun yıllardır
Türkiye'nin de aralarında bulunduğu ülkeler grubunu temsil eden Kiekens, şimdiye kadar iki gerekçe ile gelmişti:
"Ya ciddi sorun olduğunda ya da iş imza aşamasına geldiyse son rötuşları yapmak için!" Piyasalar bu ziyareti biraz olumsuz yorumladı. Zira, IMF görüşmeleri giderek uzuyor. Hükümetin, program yapma niyetini açıklayıp 29 Mart yerel seçimlerine kadar zaman kazanmaya çalıştığı kanısı giderek hâkim oluyor.
Bu durum en çok IMF ile sıkça muhatap olan Devlet Bakanı Mehmet Şimşek'i zorluyor. İşte tam bu gerekçe ile piyasadaki gaz sancısının giderilmesi ve daha net sinyaller verilmesi gerekiyor.
"Bu, müzakeredir. İçeriğini söyleyemeyiz" tavrı yerine, "Müzakerelerin seyri şu yönde gelişiyor" şeklinde güven verici samimi sözler bekleniyor. Aksi takdirde piyasa profesyonelleri, oyalandığını hatta kandırıldığını düşünürse umulmadık anda sert tepki verebilir.
AB konusuna gelince Durum pek de iç açıcı değil. Kısa süre önce
Dışişleri Bakanı Ali Babacan'ın Bakanlar Kurulu'na yansıyan değerlendirmesi sıkıntılı tabloyu resmediyor.
Başmüzakereci Devlet Bakanı Egemen Bağış'ın ağır bir miras devraldığını gösteren Babacan yorumlar aslında şaşırtıcı değil.
Her şeyden önce Avrupa ekonomisi daralıyor. Lokomotif ülkeler
Almanya ve Fransa'da mali baskı artıyor. AB için "ekstra yük" gibi gösterilen
Türkiye'yi kimsenin hevesle sahiplenecek hali kalmıyor.
Üstüne üstlük
Almanya'da bu yıl seçimler de var. Yani AB'nin amiral gemisinde iç işleri öylesine yoğun ki katılım aşamasındaki ülkelere ayıracak enerji tükeniyor.
"Geç kalmış" atama görünümündeki yeni başmüzakerecinin, bu yıl Türkiye'nin önüne getirilecek, "Ek Protokol" meselesi ile bir hayli uğraşacağı anlaşılıyor. Öyle ki AB kanadı, Türk liman ve hava meydanlarının Kıbrıs Cumhuriyeti'ne açılması tezindeısrarlı. Ankara, KKTC ile Kıbrıs Rum Yönetimi arasında devam eden pazarlıklara bel bağlamış olsa da bu aşamada umutlu olmadığı ortada.
Ve Ergenekon dosyası Derin devlet kazısı ile ekonominin kesişim alanında şunları söyleyebiliriz:
1- Milli iradeye herkes saygı göstermek zorundadır. Halkın çoğunluğunun teveccühüne mahzar olmuş seçilmiş kadroları, sandık dışı yollarla tasfiye etmeyi düşünmek ve bunun için organize olmak veya şiddete başvurarak hedefe ulaşmayı planlamak kimsenin aklına gelmemelidir.
2- Devlet, sadece üniforma giyenlerin veya durumdan vazife çıkaranların öz malı değildir. 3- Devleti ve dahi rejimi koruma güdüsüyle demokrasiyi aşındıranları, oy veren sade vatandaştan daha vatansever saymak mümkün olamaz.
4- Legal yapıyı beğenmeyen çevrelerin illegal adımları, uluslararası örgütlerle ve sermaye ile iç içe geçebilir. Türkiye, bu noktada uyanık davranmak, siyasi ve bürokratik değerlerini korumak zorundadır. Mesnetsiz şekilde "ajan" yakıştırmasına malzeme yapılan ana muhalefet partisi lideri de bu değerlerin içindedir.
5- Son kertede devlette yayılan kanserli hücreleri temizleme niyeti safiyane de olsa sağlıklı hücrelere kemoterapi yapıldığı da unutulmamalıdır. Soruşturma, devletin ve milletin bağışıklık sistemini çökertme pahasına sürdürülürse bir süre sonra ülkenin geleceğine ilişkin endişe yaratabilir.
Çünkü bugünkü
Türkiye görüntüsü "bölünmüş"
Türkiye'dir. Genetik şifrelerine kadar bölünme kaygısı duyan bir ülkede yargının, medyanın, aydınların, meşru siyasetin bu kadar bölünmüş olması manidardır!
Yayın tarihi: 19 Ocak 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/19//haber,7F5AB7B782D84E47A2712377A3C1D462.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.