WASHINGTON İkinci Dünya Savaşı bittiğinden bu yana Amerikan dış politikası
idealizm ve realizm arasında bir sarkaç gibi gidip geliyor. Beyaz Saray'ın yeni patronu Barack Obama ile yarın başlayacak dönemi daha iyi anlamak için bu dönemsel değişimleri kavramak gerekiyor. O nedenle gelin Amerika'nın son 50 yıllık dış politikasına kısaca bir göz atalım.
1950'de
Truman iktidarı Kore'de savaşa girip binlerce ölü verirken "
özgür dünyayı" komünizmden kurtarmak gibi bir macera ve ideal peşinde koşuyordu. Fakat bu komünizmi savaşla yok etme sevdası uzun sürmedi.
Truman'dan sonra iktidara gelen asker kökenli Eisenhower Kore'deki savaşa dur diyerek realist bir program önerdi: savaş sona erecek, askerler eve geri dönecek, öncelik ekonomiye verilecekti.
İktidarda kaldıkları sekiz yıl boyunca Eisenhower ve yardımcısı Nixon, büyük idealler yerine soğukkanlı realizmin en önemli parametreleri olan "
güçler dengesi" ve "ulusal çıkar" üzerine kurulu bir dış politika izlediler. Maceradan uzak durdular.
Fakat sarkaç bir süre sonra gene idealizm ve hayaller âlemine doğru bir hamle yaptı.
1960 seçimlerini kazanan John F. Kennedy, Amerika'nın inandığı prensipleri ne pahasına olursa savunacağını belirten bir dış politika söylemini tekrar iktidara taşıdı. Bu idealist maceraperestlik ABD'yi dünyanın öbür ucunda, Vietnam'da bir başka savaşa götürdü. Ama Vietnam'da komünizmle mücadele hayali bir süre sonra kâbusa döndü.
60 bin Amerikalı ve yüz binlerce Vietnamlı ölünce imdada gene realizm yetişti.
1968'de Nixon "Enkaz devraldık" diyerek iktidara geldi ve baş realist Kissinger'in tasarladığı Vietnam'dan çıkış planını devreye soktu.
Nixon ve Kissinger ABD'nin Çin'e açılım hamlesi ulusal çıkar, güçler dengesi ve "Düşmanımın düşmanı dostumdur" gibi realist ilkeler doğrultusunda gerçekleştirdi. Fakat ABD'nin idealizm damarı gene yerinde duramadı.
Jimmy Carter iktidara gelince, demokrasi ve insan haklarını ciddiye alan idealist bir dış politika izlemeye karar verdi. İran devrimi sonrası beklemediği bir kriz yaşayan Carter iktidarda fazla tutunamadı.
Sovyetler'in pes etmesi Yeni başkan Ronald Reagan 1980'li yıllarda idealizmrealizm karışımı bir dış politika izledi. "Özgür ve demokratik dünyanın lideri Amerika,
kötülükler imparatorluğu Sovyetler'e karşı" gibi bir idealist söylem tutturdu Reagan. Aynı zamanda askeri harcamalara hız verdi. Sonuçta Reagan dönemi Sovyetler Birliği'ni ekonomik açıdan pes ettirdi.
Peki Reagan sonrası ne oldu?
Baba Bush ve ulusal güvenlik danışmanı Scowcroft ile sarkaç gene realizme döndü. Mesela Irak 1990'da Kuveyt'i işgal edince Washington tek başına hareket etmedi. Gerçekçi davranan Bush neredeyse bütün dünyayı arkasına alarak Saddam'ı Kuveyt'ten başarıyla çıkardı ve Ortadoğu'daki güçler dengesini korudu.
Bu realist dönem sonrasında iktidara gelen Bill Clinton, demokrasi ve insan hakları söylemini Beyaz Saray'a taşıdı. 1990'lı yıllarda ABD Haiti ve Somali'de hüsran, Oslo Barış Süreci'nde ise ciddi bir başarısızlık yaşadı. Ama en azından Balkanlar'da Miloseviç kıyımını durdurdu.
Peki sonra ne oldu?
İdealist Clinton'ı başarısız bulan George W. Bush iktidara realist olma iddiasıyla geldi. Fakat Bush yönetimi 11 Eylül sonrasında Amerika tarihinin gelmiş geçmiş
en beceriksiz idealizm örneğini verdi.
Askeri yöntemle Ortadoğu'ya demokrasi getirmek gibi ipe sapa gelmez bir maceraya girişti.
Bugün ise 8 yıllık Bush fiyaskosu sonrasında Washington Obama ile tekrar realizme dönüyor. Obama Irak'tan çıkış için fırsat arıyor. ABD'nin ulusal çıkarları ve güçler dengesi için İran ile masaya oturmak istiyor. Askeri yöntemle demokrasi yayma sevdasından vazgeçiyor. Ve belki de en önemlisi Obama Amerikan ekonomisinde bir enkaz devralıyor. Durum böyle olunca Obama'nın idealizmi sadece "Değişim istiyoruz" söylemiyle sınırlı kalıyor. Zaman gene realizm zamanı. Bakalım bu sefer ne kadar sürecek?
Yayın tarihi: 19 Ocak 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/19//taspinar.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.