Atak’ın en sevdiği davulcular Buddy Rich, Steve Gadd, Dennis Chambers ve Dave Weckl. Gitaristlerden Satriani ve Santana’yı beğeniyor. Gelmiş geçmiş en iyi grubun Queen olduğunu düşünüyor.
Şoför koltuğunda davulcu var!
MELİS DANİŞMEND
07.11.2008
59 yaşında, uzun saçlı ve küpeli. Aslen davulcu ama bir yandan da taksici. Murat Atak'ın arabasına binenler, inerken fotoğraf çektiriyor.....
Şimdi Taksiciler Derneği ayaklanmasın ama bazı şoförlerin esasen taksi şoförü olmadığını koltuğa oturduğunuz anda anlıyorsunuz. Ya görünüşü ya konuşması ya da arabada dinlediği müzik, şoförün özgeçmişi hakkında ipuçları veriyor. Murat Atak da onlardan biri. Taksisine bindiğimde bir yanlışlık olduğunu düşünmüştüm. Uzun saçlı ve küpeliydi, radyoda caz çalıyordu. Dayanamayıp "Sizin esas mesleğiniz nedir?" diye sorduğumda aldığım yanıtla birlikte taşlar yerine oturdu: "Davulcuyum." Murat Atak'la bu yolculuktan birkaç ay sonra, röportaj yapmak üzere Kabataş sahilinde buluştuk. Benzincinin hemen yanında, arka arkaya sıralanmış taksilerden biri de onunkiydi. Çay ve dürüm servisi yapılan küçük kulübeye doğru yürürken sandalyelerde oturmakta olan şoför ahalisinden biri Atak'a şöyle seslendi: "N'aber Barış Manço?" "Sizi hep böyle mi çağırıyorlar?" dediğimde güldü. "Rahmetlinin yanında kimse demiyordu, şimdi herkes böyle çağırıyor." Hakikaten röportaj boyunca ara ara birileri gelip "Barış Manço, senin araba arkadaki mi?", "Barış Manço, çay içer misin?" diye sorup durdu. Atak (Soyadını sorduğumda "Tam davulcu soyadı, değil mi?" diyor), müziğe 40 küsur yıl önce başlamış. Yeşilköylü. Artık hayatta olmayan babası da öyle. Dedesi Atatürk'ün koruma polisiymiş. "Babam o zaman çocuk; Atatürk, babam, dedem deniz bisikletleriyle Florya Köşkü'ndeler. Atatürk'ün cebinde Kulüp Rakısı, dedemin cebinde Kulüp Rakısı, diğer cebinde beyaz leblebi. Babam da ayaklarının dibinde. Atatürk'ün çok resimleri varmış bizde. Dedem içkiyi çok seviyordu. Meyhanede 'Ver bakalım, ver bakalım,' diye diye bütün resimler gitmiş."
KÜRKLERLE KONSERE ÇIKIYORDUK
Henüz ilkokula giderken mobilyacılığa başlamış Atak. Atölyede çalışırken açık olan radyodan The Shadows ve The Beatles'ı keşfetmiş. Annesi "Ya okula ya sanata devam et," deyince, ilkokul 4'te eğitime veda edip mobilyacılığı seçmiş. 15 yaşında akordeon çalmaya heves ettiğini anlatıyor. Hikayesine devam ederken, "Babamın bir arkadaşı vardı, Elvis Presley'nin davulcusu," diyor, "Nasıl yani?" diyorum, "Bayağı," diyor, "Niyet Abi'ydi adı, 'Ben Elvis Presley ile çalıyordum, çok yoruldum bıraktım,' demişti. Bir gün onunla beraberken babam, 'Murat da akordeon çalmak istiyor, ne dersin?' dedi. 'Biz onu davulcu yapalım,' deyince her şey değişti." Atak, manavın önünden geçerken domates kasasından iki baget yapıp duvara 'tak tak' diye vurmuş ve davulculuk kariyeri başlamış. Bir süre sonra 1000 liraya ilk davulunu (Premier) almış ve kimseden ders almadan çalmayı öğrenmiş. Elbette ilk işi bir grup kurmak olmuş: Çekirgeler. "Konser vermeye başladık. O zamanlar Moğollar, Haramiler, Mavi Işıklar vardı. Bizim gitarcı, dedesinin I. Cihan Savaşı'ndan kalma kürklerini getirmişti; onları giyip konsere çıkıyorduk." Konserler konserleri izlemiş. Gruptan sonra pek çok müzisyenin arkasında çalmış. Lakabı 'Taş Kafa'ymış. Zillere kafa attığı için... 70'lerin ortasında bir de İran macerası var. "Yılanlı bir kadın vardı; Semra Özgen. Beşiktaşlıydı. Fatma Girik'ten çok çok güzel. Önceleri kobra yılanlarıyla dans ediyor, yılanlardan biri kocasının elini kapıp öldürüyor, onun üzerine kobralarla oynamaktan vazgeçip piton yılanlarıyla dans etmeye başlıyor. İran'da, Tiyatro Nars diye bir yerde çıkmaya başladık. O dans ediyor, ben davul çalıyorum." Bir süre sonra bu şovdan sıkılıp İstanbul'a geri dönmüş ve gece kulüplerinde çalmaya başlamış. "O zamanlar bir davulcu Take Five'ı çaldığında işe alıyorlardı, onu öğrendim, işe girdim. Onlardan küçük olduğum için 'Git içki, sigara al,' diye çıraklık da yaptırıyorlardı bana. Sambalar, blues'lar, swing'ler, cazlar... Yıllarımız böyle gece kulüplerinde, pavyonlarda geçti. Çok iyi müzisyenlerle çaldım. Sonra turnelere de çıktım. Rahmetli Barış'la (Manço) aynı turnedeydik bir sefer. Farklı gruplardaydık. Doğu'ya kadar gittik."
ARTIK DİNLEYİCİ YOK, SEYİRCİ VAR
1981'de artık bu işlerin bittiğini hissedip '77 model bir Renault almış ve taksiciliğe başlamış. 93'te arabasını satıp Beşiktaş'ta giyim mağazası açmış. 14 sene hem mağazacılık yapmış, hem de televizyon programlarında müzik. Beş-altı yıl önce Güle Güle filminin müziklerini yapan Engin Düzyol'la ("Dünya çapında bir adamdır, altı telli bas çalar") Pink Floyd şarkılarını yorumlamak üzere bir grup kurmuşlar. "Yedi ay prova yaptık, Büyükada'daki Roxy'de sahneye çıktık. İlk parçada bir kız geldi, 'Oynama Şıkıdım yok mu?' dedi, biz de bıraktık," diyor. Epey bozulmuş bu duruma. "Şimdi dinleyici kalmadı, seyirci var," deyip ekliyor: "Dinleyici olsa ben taksicilik yapmam zaten." Mağazayı kapattıktan sonra tekrar başladığı taksiciliği seviyor yine de. Çünkü hem Cihangir çevresinde çalıştığı için sanat camiasından uzak kalmıyor, hem de arabasında istediği müziği dinleyebiliyor. Özellikle gençler onun taksisine bindiğinde çok iyi vakit geçiriyorlar. Müzikleri beğeniyorlar, uzun uzun sohbet ediyorlar, hatta fotoğraf çektirmek istiyorlar. İşler bu aralar biraz bozuk. Ama o keyfini bozmamaya çalışıyor. Üstelik yeni bir grubu da var. Vokalisti 17, gitaristi 19, basçısı ise 21 yaşında. "Onlara Cem Karaca öğrettim," diyor, "Saroz'da Flamingo diye bir yer var, orda çaldık. Geçen yaz taksi yüzünden gidemedim ama önümüzdeki yaz kesin gideceğim."
Yayın tarihi: 28 Aralık 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/28/pz/haber,35211A42AD154938BCA16048BD02EF87.html
Tüm hakları saklıdır.