kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
20 Aralık 2008, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Louis Vuitton son reklam kampanyasında Madonna'yı kullanarak, basında yine adından sıkça söz ettirdi.

Lüks imparatoru

ELİF TANRIYAR
12.12.2008
Bünyesindeki 60'a yakın markayla dünyanın en büyük lüks ürünler şirketinin patronu Bernard Arnault, Fransa'nın birinci, dünyanın ise yedinci en zengini ..
Ekonomik kriz olsun olmasın, bugün dünya nüfusunun büyük bir bölümünü baştan çıkaran bir kavram var: Lüks tüketim... Gücü yetenin de yetmeyenin de hayallerini, dünyanın önde gelen markalarını giymek, en pahalı parfümlerini sürmek ve en lüks şampanyalarını tüketmek süslüyor.
Lüksün bu önlemez yükselişi, dünya ekonomisinin de yönlendiricilerinden biri olmasına neden oldu. Kâr marjının inanılmaz boyutlara ulaştığı lüks mallar sektörünün bu denli büyümesinin ardında ise pek kimsenin tanımadığı bir isim var.
Christian Dior, Louis Vuitton, Sephora gibi markaları tanıdığınıza eminiz. Peki bünyesindeki 60'a yakın markayla dünyanın en büyük lüks ürünler şirketi olan LVMH'nin patronunu tanıyor musunuz? Onun ismi Bernard Arnault. Fransa'nın birinci, dünyanın ise yedinci en zengini...

BABASININ ŞİRKETİNİ YÖNETECEKTİ...
Lüksün ardındaki gücün kokusunu herkesten çok önce alan Bernard Arnault, 1959 doğumlu Fransız bir işadamı.
Babasının inşaat şirketini ve orta karar bir serveti yönetmesi beklenirken, o bambaşka bir kulvara doğru yüzmüş.
Aslında mühendislik öğrenimi gören Arnault, gençlik yıllarında Amerika'da emlakçılığı deneyip Fransa'ya döndükten sonra ticari zekâsını, Amerika'da edindiği Amerikan tarzı iş becerileriyle birleştirip bugünkü imparatorluğunu kurmaya başlamış. Bu yoldaki ilk adımı ise Louis Vuitton şirketi oluşturmuş. Önceleri özel yatırımcı sıfatıyla girdiği şirkette kısa sürede çoğunluk hisselere sahip olarak yönetimi ele geçirmiş ve amiral gemisinin Louis Vuitton olduğu şirketine yavaş yavaş Givenchy, Christian Lacroix, Kenzo, Christian Dior, Loewe, Celine, Fendi gibi köklü modaevlerini ve şirketleri eklemeye başlamış.
LVMH'nin tek faaliyet kolu moda değil (zaten LVMH'nin açılımı da Louis Vuitton- Moet Hennessy). Moet Chandon, Dom Perignon şampanyaları, Hennessy ve Hines konyakları gibi lüks içecekler, Sephora kozmetik zinciri, dünyanın en büyük duty-free zinciri olan DFS Grup, Tag Heuer saatleri ve daha pek çok lüks ürün markası da bu şirketin şemsiyesi altında yer alıyor.

GENÇ YETENEK AVCISI
Bernard Arnault'nun kerameti yeni bir marka yaratmakta değil. Yukarıda saydığım hiçbir markanın kurucusu da o değil sonuçta. Onun yeteneği, eline aldığı her markayı dünya çapında bir yıldız, sektörünün en güçlü markası haline getirmek. Louis Vuitton'un başarısı ortada. Arnauld eski markaları parlatma konusundaki başarısını ise burnunun genç yetenekleri keşfetmek konusunda iyi koku almasına bağlıyor. John Galliano'yu önce Givenchy sonra Christian Dior'un başına geçirip iki markaya yeni kan veren de Louis Vuitton'un başına Marc Jacobs'ı getiren de o.
Bernard Arnault, yedi nesil torununa yetecek bir servete sahip olmasına rağmen yeni atılımlar yapmaktan çekinmiyor. Lüks tüketimin dışında bu yıl içinde Carrefour'un bir kısım hissesini satın alarak perakende sektörüne de giriş yaptı. Medya konusunda da yatırımları var. La Tribune ve onun eski rakibi olan Les Echos gazetelerinin ve birkaç internet sitesinin sahibi.
Peki bu ticaret dehası adam özel yaşamında nasıl biri? Onu tanıyanlar, bu son derece sakin ve mütevazı görünümlü adamın, munis görüntüsünün ardında gerçek bir kaplan yattığını söylüyor. Ticarette sert oynamayı seven Arnault, kafasına koyduğu şirketi ele geçirmek için elinden ne gelirse yapıyor. Kendi ürünlerinin taklitlerini sattığı için eBay şirketini mahkemeye vererek, geçtiğimiz haziran ayında 61 milyon dolarlık bir tazminat kazandı. Dünyanın en büyük servetlerinden birinin sahibi olan bu adam, özel yaşamında ise sade bir hayat sürüyor. İkinci eşi ve bir konser piyanisti olan Helene'le sakin bir yaşamı tercih ediyor. İşi nedeniyle katılmak zorunda olduğu partilerden nefret ediyor.
Genelde bu partilerden erken saatlerde eve kaçıp, televizyondan maç izlemeyi tercih ediyor.