Boztepe, deniz yoluyla gelen ziyaretçilerin, geminin güvertesinden görünümünü kuyruğunu açmış bir tavuskuşuna benzettikleri Trabzon'un, en yüksek yeridir.
Boztepe'den Karadeniz'e doğru uzanan sokakların tümü yokuş aşağıdır. Bu sokaklarda yürüyenler, yokuş yukarı çıkarken arkadan bağlı elleriyle iki büklümdürler ve adımlarını son derece ağır atmaktadırlar. Oysa, Trabzon sokaklarında yokuş aşağı yürünürken eller kollar sallanır, dik durulur ve adımlar da hızlı hızlı atılır. Yeryüzü şekillerinin kültüre etkisini, bu bölgedeki doğa ve insan etkileşiminde görebiliriz: Horon, Boztepe'den aşağıya doğru yürüyen Trabzonluların oyunudur; eller sallanır, dik durulur ve ayaklar Anadolu'nun en hızlı figürlerini sergiler! Horon, Boztepe'nin eteklerinde yaşayanların, yüzyıllardır yüzünü denize döndüğünün bir kanıtıdır.
İşte, bu tepenin en üst noktasındaki Boztepe Et Lokantası'nın sahibi Selahattin Yanık'ın cenaze gününde futbol tarihinin en önemli olaylarından biri yaşanmıştır. Cenaze ve futbolun ne gibi bir bağı olabilir mi? Öyleyse, o güne, merhumun evine gidelim: Kadınlar, konağın içinde, bir yandan ağıt yakıp, öte yandan helva kavururken, evin önündeki düzlükte toplanan erkekler de rahmetli Selahattin Bey'le ilgili anılarını anlatmaktadırlar. Bahçenin bir köşesinde duran top, atılan bir tekmeyle hüzünlü konuşmaların ortasına düşer. Bir tekme, bir tekme daha derken, manzara şudur: Konağın önündeki düzlükte, maç yapmaktadırlar.
Selahattin Bey'in eşi, bağırır, "Daha toprağa vermeduk..." Merhumun kardeşi düzlükten seslenir: "Yengem gir içeri, maçı kesme. Zaten 2-1 yeniliyruk!.." Çocukluğumun geçtiği Trabzon'da bir ucundan öteki ucuna düz bir sokak anımsamıyorum.
Bu yüzden, evlerin çoğunun çatısı yoktu, en üst kat terastı. Çünkü, Trabzonluların düz yer görme ve doğru yürüme hasreti vardı. Hayatımda düz alanda gördüğüm en kalabalık Trabzonlu topluluğu 11 kişidir.
Trabzonspor'un başarısı biraz da bu düz yer özlemindendir. Ali Kemal'in, Hüseyin'in topu kaptırmamaları, cambaz gibi topla dans etmeleri düz alana duydukları hasrettir.
Türkiye'ye dünya üçüncülüğünü kazandıran ulusal takımın başında Trabzonspor'un yetiştirdiği Şenol Güneş'in olması rastlantı değildir.
Çünkü futbol,
Türkiye'nin hiçbir kentinde Trabzon'daki kadar sevilemez.
Ve Anadolu'nun hiçbir yöresindeki dans, horon kadar futbola yakışamaz. Güneş'in ulusal takımdaki başarısının kimileri tarafından sindirilememiş olması, kentlerindeki en büyük iki düzlüğün havaalanı ve Hüseyin Avni Aker Stadyumu olan Trabzonluların umurunda değildir.
Çünkü onlar, yazılanların eleştiri değil, ırkçılık olduğunu çok iyi bilirler. Neymiş,
Türkiye, üçüncü olduğu Dünya Kupası'nda bir Avrupa takımıyla hiç oynamamış, bu nedenle 2008 Avrupa Kupası'ndaki başarı daha önemliymiş! İşte bu ırkçı 'beyaz adam' kafasıdır. Çünkü, 1924 ve 1928 olimpiyatlarında şampiyon olan Uruguaylı futbolcular, Kızılderili olduğu gibi, aralarında Afrika kökenli, yani kara tenliler de vardı. 1930'da Uruguay'da oynanacak ilk Dünya Kupası turnuvasına pek çok 'beyaz adam' ülkesinin katılmamasının nedeni, Avrupa'nın üstünlüğünü savunanların diğer ülkeleri aşağılamasıydı.
Öyle ya, her alanda olduğu gibi 'en iyi', tarihte hep Avrupa'dan çıkmıştır! Bu yüzden Brezilya, Japonya ya da Senegal'le yapılan maçların değeri olamaz!
Yayın tarihi: 13 Aralık 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/13/ct/haber,3C7C0DE6F0D14695B8950976360E4271.html
Tüm hakları saklıdır.