''Yeni ABD yönetimi, Türkiye'yi en üst sıraya koymalı''
Giriş Saati : 27.10.2008 12:10 Güncelleme : 27.10.2008 22:17
ABD'nin eski Ankara büyükelçilerinden Mark Parris, ABD Başkanı George W. Bush yönetiminin Türk-Amerikan ilişkilerini ''bulduğundan daha kötü halde'' bıraktığını ancak 4 Kasım'daki başkanlık seçimiyle gelecek yeni yönetimin, her kim kazanırsa kazansın, ''sırf Bush olmadığı için'' Türk halkının gözünde daha olumlu bir imajı bulunacağını ve bunun da yeni liderin ilişkileri yeniden inşa etmesini kolaylaştıracağını kaydetti. Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfı'nın (SETA) ''Insight Turkey'' adlı yayınında Parris'in, ''Ortak değerler ve ortak çıkarlar? Türk Amerikan ilişkilerinde Bush mirası'' başlıklı yazısı yer aldı. Brookings Enstitüsü adlı düşünce kuruluşunun Türkiye programını yöneten Parris, ABD Başkanı Bush döneminde Türk-Amerikan ilişkilerinin, işleyişle ilgili sıkıntılar ve krizle geçtiğini belirtirken, ''1970'lerde Kıbrıs konusunda yaşanan Türk-Amerikan ilişkilerindeki gerginlikten bu yana, Bush yönetimi döneminde ilişkilerde en problemli altı yılın yaşanmasının sorumluluğu Washington'da yatıyor'' ifadesini kullandı. Parris'e göre, Irak savaşı öncesinde ilişkiler bir derece daha iyiydi, bu yüzden Bush yönetiminin ilk iki yılı, ilişkilerde sıkıntılı dönem içinde sayılmıyor.
Emekli Büyükelçi Parris, ABD'de gelecek yönetimin, problemli uluslararası aktörlerle angaje olurken ''muhtemelen sinirlere daha az dokunacağı için'', Bush yönetimine kıyasla ''kendine güvenen ve bağımsız Türk diplomasisine'' kuşkuyla bakmayacağını kaydetti. Mark Parris, Türklerin ABD'ye bakışının son yıllarda çok olumsuz olmasına karşın, ABD'nin daha olumlu özelliklerine yönelik özlemle bu olumsuzluğun dengelendiğini belirtti. Parris, ''bu da pek çok Türkün, Türkiye ile daha fazla deneyimi olmasına, hatta Ankara'nın bakışıyla hassas Ermeni meselesinde doğru yaklaşımına rağmen (Cumhuriyetçi Parti'nin başkan adayı) John McCain'den çok, (Demokrat Parti'nin başkan adayı) Barack Obama'nın umut mesajından etkilenmesini açıklıyor. Bir sonraki ABD Başkanı, Türk kamuoyunun gözünde sırf George W. Bush olmadığı için daha yüksek bir yerde olacak. Bush'un kendisi ve dış politikası, daha geleneksel bir Amerikan liderliği izlerken, Türkler 2000-2008 arası dönemin, Amerikan değerlerine uymadığı değerlendirmesini yapmaya istekli olabilir'' görüşünü dile getirdi.
YENİ ABD YÖNETİMİNE TAVSİYELER
Parris, 2009'da görevi alacak yeni ABD yönetimine, Türkiye konusunda nasıl bir yaklaşım izlemesi gerektiğine ilişkin tavsiyelerde de bulundu. Bunların başında, ''ABD'nin bölgedeki çıkarlarıyla kesişen ve krizlerden kaçınan tutarlı bir Türkiye politikası geliştirmek ve zaman içinde güvenilir bir işbirliği yaratmak'' yer aldı.
ABD'nin, ortak değerlerden konuşurken, kafasındaki imaj konusunda açık olması ve Türk siyasetinin içine çekilmekten kaçınması gerektiğini vurgulayan Parris, ''ancak ABD'nin çıkarları bakımından da Türkiye başarısız olmamalı. Buna Türk demokrasisi de dahil. ABD'de yeni yönetim, Türkiye'de, batı demokrasisinin kurallarıyla oynayanlar ve Türk halkının güvendiği kişilerle çalışacağını açıkça ortaya koymalı. Bir tane Pakistan yeterli'' ifadesini kullandı.
Kendine güvenen bir Türk diplomasisinin Amerikan çıkarlarına tehdit olarak algılanmaması gerektiğini belirten Parris, Türkiye'nin kendine güvenen diplomasi izlemesinin doğru şekilde algılandığı ve angaje olunduğu takdirde katkısı olacağına işaret etti. Parris, Amerikan ulusal güvenlik bürokrasisinde Türkiye politikalarını kimin idare ettiğinin açıkça ortaya koyulması gerektiğini de vurguladı. Emekli Büyükelçi, ''Avrupa ve Orta Doğu ile uğraşan Amerikan bürokrasisi içinde birbirine denk olmayan sorumluluk ve yetkiler, Amerikan-Türk ilişkilerinin yönetiminde engel yarattı. PKK fiyaskosu bunun en açık örneği ve tekrarlanmamalı'' açıklamasında bulundu.
Parris, yeni Amerikan yönetimine, ''Türkiye'yi en üst sıraya koy'' tavsiyesinde bulunurken, bir sonraki ABD Başkanı ve onun dış politika ekibinin, Türk muhataplarıyla ''kişisel yakın ilişkiler geliştirmesi gerektiğini'' kaydetti. Parris, ''Türkiye'nin olaylar bakımından zengin bölgesi olduğu hesaba katılırsa bu yatırımın karşılığını almak çok uzun zaman sürmeyecek'' ifadesini kullandı.
Bush'un yerine gelen ABD Başkanı'nın, belki de Harry Truman'dan bu yana, en zorlayıcı uluslararası ortamla yüzleşeceğini belirten Parris, ''Amerikan güvenilirliği ve liderliğini yeniden inşa etme arayışına girerken, bazı ülkeler diğerlerine kıyasla zarar vermekten çok yardım edebilecek. Türkiye böyle bir ülke. Bir sonraki ABD yönetiminin, birinci günden başlayarak Türkiye'nin doğru listede yer alması için elinden geleni yapmakta çok büyük çıkarı var. Bu yaklaşım, iyi bir başlangıç olabilir'' diye yazdı.
PARRIS'E GÖRE BUSH YÖNETİMİNİN TÜRKİYE'DEKİ HATALARI
Bush yönetiminin, Türkiye ile ilişkilerde yaptığı ''hataları'' da sıralayan Parris, bunların en başına, ''sömürücü miyopluk'' olarak nitelediği, ''Türkiye bizim için ne yapabilir?'' yaklaşımını koydu.
Bush'un ulusal güvenlik ekibinin, sadece bir şeye ihtiyaç duyduğu zaman Ankara'ya dikkatini verdiğini, Irak savaşı öncesinde veya Kafkasya'daki gerginlikte konunun, Türkiye'nin kilit coğrafyasını kullanma bakımından ortaya konulduğunu belirten Parris, hatalı politikalarda ikinci sırayı, ''Türk çıkarlarına karşı duyarsızlığa'' verdi. Türklerin, Körfez Savaşı'nda olduğu gibi büyük bir bedel ödeneceği endişesiyle Irak'a saldırıya karşı çıktığı ve 2003-2007 döneminde, bu endişede haksız olmadığının görüldüğünü ifade eden Parris, problemli ülkeleri tecrit etme yönünde Washington'dan gelen baskının da Ankara'da rahatsızlık yarattığını yazdı.
Rusya'nın, enerji konuları başta olmak üzere Türkiye'nin en büyük ticaret ortağı haline geldiğini belirten Parris, ''Karadeniz'in güvenliği, stratejik enerji taşımacılığından 2008 Gürcistan krizine kadar bir dizi konunun nasıl ele alınacağında Türkiye ile ABD'nin algılaması arasında boşluklar oluştu. Bazı Amerikalı gözlemciler, bölgesel konulardaki farklılıkları, AK Parti'nin ülkeyi batı, ABD ve İsrail ile geleneksel ilişkilerden uzaklaştırma niyetinin kanıtı olarak gördüler. Aslında sorgulanan birçok konuda Türkiye'nin laik muhalefet partileri, AK Parti'den daha fazla Amerikan karşıtı tutumu benimseme eğilimi gösterdiler. Washington'ın, sadece ihtiyacı olduğunda Türkiye'ye odaklanması, Türkiye'de, Türk çıkarlarının umursanmadığı izlenimi yarattı ve 2003 yılından beri kamuoyu yoklamalarında ABD, Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden ülkeler arasında birinci sırada yer aldı'' görüşünü dile getirdi.
Terör örgütü PKK'ya karşı ABD'nin eyleme geçmemesini de hatalar arasında sayan Parris, bunun nedenlerinin ''Washington'daki bürokratik çıkmazdan ve Irak'ta dikkat dağılmasından kaynaklandığı'' düşüncesini savundu. ABD'nin harekete geçmemesinin Türkiye'de, ''Amerikan politikalarının bir yansıması'' olarak algılandığını ifade eden Parris, 2007 sonu itibariyle ''ABD'nin bağımsız Kürdistan'ı kurmak için Türkiye'yi bölme arayışında olduğuna inanıldığını'' öne sürdü. ABD'nin eski Ankara büyükelçisi, PKK konusunda Bush yönetiminin, Türkiye'nin yardım çağrılarına cevap vermeyişinin ABD'nin, hem Türk kamuoyu hem de yetkilileri gözündeki değerini düşürdüğünü belirtti. Kasım 2007'de, Bush ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Beyaz Saray'daki görüşmesinin ardından ortaya çıkan, ''üzerinde eyleme geçilebilir istihbarat paylaşımı'' kavramının, ''bir tren kazasını'' önlediği yorumunu yapan Parris, yine de bu girişimin, ABD'nin dostluğu ve güvenilirliği konusundaki şüpheleri gidermekte yeterli olmadığını ifade etti.
Bush yönetiminin, enerji güvenliği konusunda zayıf liderlik yürüttüğünü belirten Parris, meydanın Rusya'ya bırakıldığını savundu. Parris, Bush'un dış politika ekiplerinin AK Parti konusunda ne düşündüklerini tam kestiremediklerini ileri sürdü ve ''uygun görüldüğünde parti liderleriyle yakınlaşma ve uygun görülmediğinde mesafeli davranma yaklaşımı'' izlendiğini kaydetti. Parris, ''Kemalistler Washington'ın, AK Parti'yi kullanarak Türkiye'de bir İslami Cumhuriyet kurmaya çalıştığına ikna olurken AK Parti destekçileri Bush yönetiminin, İran'da elini serbest bırakmak için Türk ordusuyla işbirliği yaparak partiyi iktidardan uzaklaştırmaya çalıştığından şüphelendi'' iddiasında bulundu.
Parris, Bush yönetiminin bazı şeyleri doğru da yaptığını belirtti ve 2001 yılında Türkiye'ye sağlanan IMF ve Dünya Bankası ekonomik paketine Amerikan desteği olmasaydı, Türk ekonomisinin ''serbest düşüşe'' geçeceğini savundu. Bu paketin, Türk ekonomisinin toparlanmasında temel rol oynadığını belirten Parris, ''ayrıca Bush yönetimindeki Beyaz Saray, Ermeni lobisinin çabalarına karşın Ermeni tasarısını kongreden geçirmedi. Türkiye'nin AB üyeliğini destekledi. ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ise Türk liderleriyle geliştirdiği kuvvetli ilişkiler için özel krediyi hakediyor. Çünkü bu sayede, ilişkide ikili çatlaklardan kaçınıldı'' ifadesini kullandı.
ÇIKARLAR VE DEĞERLER HALA ORTAK MI?
Türk-Amerikan ilişkilerini halen ''ortak değerler ve çıkarlara dayalı'' olarak tanımlamanın geçerli olup olmadığı sorusunu yönelten Parris, ''Çıkarlar bakımından (evet). En azından stratejik düzeyde'' diye yazdı. Rice ve dönemin Dışişleri Bakanı olarak Abdullah Gül tarafından imzalanan Ortak Vizyon belgesine işaret eden Parris, ''bu belge, ikili gerginliğin ardından hala ortak çıkarlar bulunduğunu açıkça ortaya koydu'' ifadesine yer verdi. Parris, PKK terörü, Türkiye'nin Suriye ile ilişkileri, Hamas ve İran konularında Amerikan politikalarıyla ''operasyonel düzeyde farklılıklar'' dolayısıyla Ankara'nın tek başına hareket etme eğiliminin güçlendiğini de öne sürdü.
İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad'ın Türkiye'de ağırlanması, Suriye-İsrail dolaylı görüşmelerinde aracılık, Rusya'nın Gürcistan'a müdahalesine verilen tepki gibi konularda Türkiye ile ABD'nin politikalarında ''nüanslar'' bulunduğunu belirten Parris, ''ABD'yi dışlayan bir Kafkasya İstikrar ve İşbirliği Platformu önerisi ile Amerikan gemilerinin Karadeniz'e transit geçişi konusundaki gerginlik ve Ermenistan ile yeni bir süreç başlatılması da bunlar arasında. Bunların hiçbirinde, Ermeni meselesi dışında, Bush yönetimiyle önceden bir istişare yapılmış görünmüyor. Böylece Bush yönetiminin Türk-Amerikan ilişkilerindeki ironik ancak belki de en yakışan mirası, daha kendine güvenen, aktivist bir Türk diplomasisinin ortaya çıkmasının cesaretlendirilmesi oldu. Bu da ABD'nin bölgede çıkarlarını tehdit eden bir şey değil'' açıklamasında bulundu.
Ortak değerler konusunda ise Irak Savaşı, Ebu Garib skandalı, çuval olayı ve Bush'un, ''önceden vurma'' yönündeki savaş doktrini, PKK'ya karşı yıllarca süren eylemsizlik gibi faktörlerle Türk tarafının ABD'ye bakışının tek haneli rakamlara düştüğüne işaret eden Parris, Amerikan tarafında da paylaşılan değerler konusunda bir erozyon olduğunu savundu. Parris, ''Türkiye'nin girişimci dış politikası bazı analistlere göre Amerikan çıkarlarına karşı ve bazıları AK Parti'yi, Taliban ve El Kaide ile bir tutacak şekilde (İslamofaşist) olarak da niteledi'' ifadesini kullandı.
Parris, ''İfade özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar, Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk'a dava açılması, Hristiyan ve diğer azınlıklara karşı ayrımcılığın devam etmesi, 2007 ve 2008'de AK Parti'nin elini ayağını bağlama çabaları, Türkiye'nin 21'inci yüzyıl batı demokrasisinin temel değerlerini paylaşıp paylaşmadığı sorularına neden oldu'' görüşünü dile getirdi.
Anayasa Mahkemesi'nin, AK Parti'nin kapatılmasına ilişkin davadaki kararı için ''seken kurşun'' diyen Parris, ''parti kapatılsaydı, batıda Türkiye'nin (başarısız demokrasi) olduğu yönünde ortaya çıkacak görüşe karşı durmak zor olacaktı. Bu, Ankara ile Washington'ın ilişkileri bozulacaktı demek değil. Ancak ortak değerlere dayandıklarını söylemek zor olacaktı.
Pakistan'da olduğu gibi, stratejik işbirliğine yönelik rasyonellik, değerlerden çıkarlara dönecekti. Ancak sonuç olarak değerler konusundaki boşluğun gelecek dönemde kapanabileceğine inanmak için neden var. Amerikalılar için Anayasa Mahkemesinin AK Parti'yi kapatmama kararı, Türkiye'nin demokrasisinin işlediğini kanıtlamış oldu'' diye yazdı.
ABD'de 4 Kasım seçimlerinde Demokrat Parti iktidara gelirse Mark Parris'in de yeni yönetim döneminde daha etkin rol oynaması bekleniyor. Parris, yazısında, görüşlerinin hiçbir şekilde ''partizan'' olmadığını savundu.