Sultanahmet'te doğup büyüdüğü konağın yıkılmasına razı olmayınca butik otele çeviren Gül Küçükserim, "Müşterimizi büyükannelerimizin yaptığı gibi kolonya ile karşılıyoruz. Çünkü onların evimize gelen misafirlerden farkı yok,'' diyor..
İstanbul'da yaşayıp da şehrin trafiğinden, karmaşasından şikâyetçi olup, "İstanbul'da artık sadece turist olmak güzel,'' diye düşünenler, zaman zaman kendilerini Sultanahmet'e atıp, bu duygunun tadını çıkartırlar.
Ayasofya'dan Sultananmet Camisi'ne, Topkapı'dan Gülhane'ye doğru birkaç saatlik yürüyüş bile insanı başka bir âleme götürmeye yeter. Ama İstanbullular tarihi yarımadada yakaladıkları bu 'uzaklaşma' duygusunu uzatıp, çevrede her geçen gün sayıları artan otellerden birinde kalıp, güne buradan başlamayı düşünmez. Bu keyif de yine turistlere kalır...
Çok değil, bundan 40-50 yıl önce İstanbul'un en gözde yerleşim bölgelerinden olan Sultanahmet'te, zamanla otele, lokantaya dönüştürülen konaklarda yaşayan aileleri, onların öykülerini de pek merak eden olmaz...
1800'lü yıllardan kalma bir Osmanlı konağı olan ve bugün artık butik otel olarak hizmet veren Arena Hotel gibi... Bize onun öyküsünü, doğup büyüdüğü 'dede konağının' yıkılıp gitmesine razı olmayarak otele dönüştüren Gül Küçükserim anlatıyor: "Dedem Tekirdağ'dan gelip bu evi almış. Tekirdağ'da lise olmadığı için İstanbul'a yerleşmişler. Annem Cağaloğlu Kız Meslek Lisesi'ni bitirmiş. 1930'lu yıllar...
Sonra annemle babam evlenince de burada yaşamaya devam ettiler. Ben de bu evde doğup büyüdüm. Sultanahmet İlkokulu'nda okudum.
Üç kardeşiz. Ağabeyim koleji kazanınca, biz Teşvikiye'ye taşındık. Bunun üzerine anneannem ile dedem de Bostancı'ya taşındı.
Konak da kiracıların elinde harap oldu.
Satmayı hiç istemedim. Bir şekilde yaşatmak ve gelecek kuşaklara bırakmak istedim." Anne, baba, büyükanne, dede, kardeşleriyle kalabalık bir aile içinde büyüyen Küçükserim, 90'lı yıllarda karar vermiş konağı butik otele dönüştürmeye... Anıtlar Kurulu'ndan proje bekleme, inşaat işleri derken bu dönüşüm tam altı yıl sürmüş: "Bu bölgede inşaat yapmak kolay değil. Tarihi bölge olduğu için Arkeoloji Müzesi'nin denetiminde, kepçe sokmadan elle kazılar yapılarak inşaat yapılıyor. Bina üçüncü derece tarihi eser. Biz de kurul projesine uygun olarak yaptık. İçi yıkıldı, ama dış cepheyi aynen muhafaza ettik. Eski evler çift merdivenli, ortada sofa olurdu. Odalar da o sofaya bakardı. Anıtlar Kurulu'ndan projeyi çıkartırken, yan tarafta dedemin sonradan yaptırdığı dört katlı binayı da konakla birleştirdik. Burası iki katlı, kemer pencereliydi. Projede iki bina birlikte onaylandı ve o şekilde yaptık.''
AVRUPALI, İKRAMA ŞAŞIRIYOR
Otele girer girmez, salondaki antika eşyalar, duvarlardaki siyah-beyaz aile fotoğraflarını görünce kendinizi içinde hâlâ bir ailenin yaşadığı, sıcak bir eve gelmiş gibi hissediyorsunuz. Küçükserim de müşterilerinin sanki kendi evlerine gelen misafirleriymişcesine karşılanıp ağırlanmasına o kadar dikkat ediyormuş ki buna en çok turistler şaşırıyormuş: "Misafirlerimize eski bir Osmanlı konağında yaşamanın keyfinin yanı sıra kendi kültürümüzün örneklerini de sunmaya çalışıyoruz. Onlar da burada daha önce bir ailenin yaşadığını anlıyor, evi gibi benimsiyor... Kapıdan giren müşterilere önce soğuk kolonya ikram ediliyor. Evimize gelen misafire de anneanneler, babaanneler döneminde önce kolonya ikram edilirdi. Ama sıcak değil, soğuk olacak. Aslında her şey küçük detaylarda gizli serviste... Ardından isteğe göre çay, kahve, kurabiye, şık şekerliğimizle çikolatalı lokumumuzu ikram ediyoruz. Bunu gören Avrupalı önce bir şok yaşıyor. Çünkü onlarda her şey ücretli olduğu için şaşırıyorlar.''
ANNESİ MUTFAĞINI ÖZLEMİŞ
Butik otelin odalarının pencerelerinden İstanbul'u seyretmenin keyfi başka... İnsanı şair bile yapabilecek bu manzara, Adalar'la başlıyor, Küçük Ayasofya Camisi, otelin yanındaki Mimar Sinan'ın yaptığı Sokullu Mehmet Paşa Camisi ile devam ediyor. Gül Küçükserim de üç yaşındayken, gece herkes uyuduktan sonra pencereden denizden gelip geçen gemileri, denizin ışıltısını seyrettiği günleri dün gibi hatırlıyor: "Bir zamanlar Sultanahmet en güzel semtlerdendi, zamanla insanlar bu çevreyi terk etti. Şimdi en turistik alan oldu. Turizm alanı ilan edildi, ama keşke daha iyi korunabilse... Çevremizdeki ahşap evlerin çoğu yandı. Komşuluk ilişkileri çok yakındı. Hep birlikte sahura kalkılırdı.'' Küçükserim, annesi Leman Hanım'ın da sık sık gelip, mutfakta yemekler yaptığını anlatıyor: "Bayramlarda kurban kavurmalarını annem yapar. Ramazan'da iftara gelir.'' Küçükserim'in bundan sonraki arzusu da Yeditepe Üniversitesi'nde Turizm Otelcilik bölümünde okuyan oğlunun ve yeğenlerinin ileride konaklarını yaşatması...
Yayın tarihi: 25 Ekim 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/10/25/ct/haber,AA3A6C0B68FB484DA20F4421B8DB33D0.html
Tüm hakları saklıdır.