kapat
E-gazete
|
Hava Durumu
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
English
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
10 Eylül 2008, Çarşamba
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
MUHARREM SARIKAYA

Kafkasya'dan Kıbrıs'a...

Ankara'daki Rus diplomat iki yıl önce Abhazya'daki gerilimi yorumlarken şöyle demişti:
"Abhazya da bizim Kuzey Kıbrıs'ımız olur..."
Aradan geçen zaman kendisini haklı çıkardı.
Sadece Abhazya değil, Gürcistan'ın bir diğer sorunlu bölgesi Güney Osetya da Kuzey Kıbrıs'a benzedi.
Her ne kadar çözümü paralellik göstermese de Güney Osetya'daki çatışmaların Kıbrıs sorununun çözümüne katkı yaptığı bir gerçek...
Şöyle ki; Bir süredir Kıbrıs'ta iki toplum liderleri arasındaki görüşmeler tekrar başlamıştı.
Ancak Güney Kıbrıs tarafından gelen yansımalar, görüşmelerin çok da arzulanan bir şekilde yürüyeceğine ilişkin veriler içermiyordu.
Bunun nedeni anlaşılabilirdi...
Çünkü AB, Türkiye'ye 2009 yılına kadar "yükümlülüklerini yerine getirme" görevi vermişti.
"Yükümlülükten" amacın ne olduğu da belirtilmiş; "AB ülkeleri ile ilişkilerin normalleştirilmesinin" kastedildiği, daha doğrusu Güney Kıbrıs'ı tanıma anlamına geldiği açıkça vurgulanmıştı.
3 Ekim 2005 Müzakere Çerçeve Belgesi'nde de koşulları konulmuş yükümlülükler yerine getirilmediği takdirde ilerlemenin söz konusu olmayacağı kayda geçirilmişti.

Yemeğin altı tutmadan
Güney Kıbrıs yönetiminin bu durumu KKTC ve Türkiye'ye karşı "baskı kozu" olarak kullanmak istediği de bir gerçekti.
AB'yi de bu çerçevede arkasına alıp, Kıbrıs müzakere sürecinde güçlü olan eliyle dilediği yönde sonuç almayı öngörüyordu.
Ancak Rusya ile Gürcistan arasındaki Güney Osetya sorunu ve çatışmalar Rum kesiminin beklentilerini farklılaştırdı.
Nedenini aktarmak gerekirse;
Türkiye Güney Osetya sorununu fırsat bilip Ermenistan ile ilişkilerini ve sorunları düzeltecek bir zemini yaratmayı başardı.
Bunda Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, siyasi riski de göze alarak Erivan'a gitmesi önemli rol oynadı.
KKTC'nin eski Ankara Büyükelçisi Ahmet Zeki Buluç'un da dün vurguladığı gibi Güney Kıbrıs kesiminin yaratmak istediği AB baskısını büyük oranda hafifletti.
Buluç'a göre, AB tarafı Kafkaslar'da gelişen olayları ve Türkiye'nin pozisyonunu ve coğrafi önemini bir kez daha algıladıktan sonra "pişmekte olan Kıbrıs aşının altındaki ateşi yükselterek dibinin tutmasını" istemez.
Aksine, sürecin daha adil bir şekilde sonuçlanmasına katkı sağlamak ister.
Ayrıca, yeni bir baskı ile Türkiye'yi dışlayarak 1999'dan bu yana yakaladığı Türk iç politikasını yönlendirme ayrıcalığını elinden kaçırmaktan çekinir.

Azerbaycan'dan beklenen
Bütün bunlardan dolayı Türkiye'nin önünde 2002 Kopenhag süreci gibi baskı yaratacak bir durum söz konusu olmayabilir.
Ancak, yine de 2009'da beklenmedik sürprizlerle karşılaşmaması için gelecek aydan itibaren tekrar başlayacak süreçte, Ankara'nın pozisyonlarını tekrar güçlendirmesinin yolunu da bulması gerekir.
Bu açıdan Gül'ün geçen hafta Erivan'a gerçekleştirdiği ziyaretin arkasının getirilmesi, Kafkaslar'da sürekli değişen koşullara göre de pozisyonları tekrar ayarlaması lazım.
Nitekim Gül de bu çerçevede bugün Azerbaycan'ın Başkenti Bakü'ye gidiyor.
Çankaya Köşkü'nden aktarıldığına göre Bakü ziyaretinde Erivan'daki görüşmeler hakkında Azeri yönetimine bilgi aktarılacak, hem de ileriye dönük perspektifler birlikte değerlendirilecek.
Azerbaycan yönetiminin de Türkiye'nin önüne çıkan fırsatları ve yeni pozisyonunu çok iyi görüp değerlendirmesi umuduyla...