Evlerinin balkonunda, pencere önündeki saksılarda ya da bahçelerinde pembe domates yetiştirip, yok olmaya başlayan bu lezzete sahip çıkanların sayısı artıyor. Pembe Domates Ağı adı altında iki yıl önce bir araya gelen gönüllü grup, ellerindeki tohumları Türkiye'nin her yerine dağıtmayı başardı.
Bugün göz önüne getirmek kesinlikle mümkün değil, ama Kadıköy'de otobüslerin kalktığı meydanın bir bölümü ben küçükken bostandı. Hem de eksiksiz, dört başı mamur bir bostan. Örneğin ne zaman gitsem, gözü bağlı, hayatından bezmiş bir beygiri yavaş yavaş yürürken görürdüm; o kendisini yolda gidiyormuş saysa da aslında sürekli aynı yerde dönüp durur, bu sırada kuyudan bostana su çeken dolabı çalıştırırdı. Kadıköy Çarşısı'nın Mühürdar'a bakan ucunda, harap bir ahşap köşkte otururduk. Yemek pişeceği zaman sebze ve salata malzemesi almaya gönüllü giden ben olurdum. Bostanı işleten kadın ısmarlanan domatesleri, biberleri, salatalıkları dalından keserdi. Henüz naylon torbalar olmadığı için, bunları evden götürdüğüm tepsiye doldurur, dönerken mutlaka domateslerden birini ısıra ısıra yerdim. İncecik kabuklu, mis gibi kokan o yerli domatesler çocukluğum gibi, çok gerilerde kaldı. Bir kez damağında o tatları hissetmiş, dalından kesilmiş yerli olgun domatesin kokusunu içine çekmiş birinin seralarda hamken koparılan, yolda kızarması beklenen, haftalarca saklansa bile bozulmayan, yere atsanız neredeyse top gibi zıplayan, laboratuvarlarda üretilmiş kısır tohumlardan yetiştirilen domatesleri sevebilmesi mümkün mü? Nitekim sürekli "Nerede o eski Ramazanlar?" diye hayıflanan ihtiyarlar gibi, ben de sürekli çocukluğumun domateslerini sayıklar oldum. Arkadaşım Mehmet Yalçın, Şişli'deki Organik Pazar'dan bir domates getirdi geçenlerde. İri, şekilsiz, üzerinde lekeler bulunan bir domates; manavlarda görmeye alıştığımız, parlak kırmızı kabuğu gözü alan cinsten değil, soluk pembe renkliydi. Bir dilimini kesip tadarken doğrusu kendimi sera domateslerinin daha da kötüsüne hazırlamıştım. Ancak o gösterişsiz görünüşünün ardında zar inceliğinde kabuğu, nefis tadı, kendinden hafifçe tuzlanmışçasına dengeli bir lezzeti olan, yıllardır özlemini duyduğum bir domatesle karşılaştım. Birden iki yıl kadar önce internette üyesi olduğum 'Kaybolantatlar' adlı haberleşme grubunda pembe domatesler hakkındaki yazışmalar aklıma geldi. Sonra bu konuya ilgi duyanlar ayrı bir grupta yazışmaya başlamışlar, hiç tatmadığım, dolayısıyla hakkında fikir sahibi olmadığım bu domatesler de belleğimden uçup gitmişti. Ta ki onunla karşılaşıncaya kadar... İnternette 'pembe domates' adını taradım. Çok kapsamlı bir web sitesi çıktı karşıma. Pembe Domates Ağı (PDA) adı altında evlerinin balkonlarında, pencere pervazlarında ya da küçük arka bahçelerinde domates yetiştirenler mükemmel bir örgüt oluşturmuşlardı. Çok da ilginç bir öyküsü vardı bu hareketin.
TOHUMLAR TRAKYA'DAN GELDİİletişim uzmanı Avniye Tansuğ ve eşi Mehmet Ata Tansuğ, 2005'te Trakya'da iki ayrı yerden bu domatesin tohumlarını getirtip ertesi yıl ilk ürünlerini tatmışlar ve yok olma tehlikesi altındaki bu nefis domatesi çevrelerinde ağzının tadını bilen, doğayı sevenlerle paylaşmaya başlamışlar. Talep öylesine artmış ki, internette bugün artık ülke çapında bir forum sitesine dönüşen 'pembedomates.blogspot.com' ağını oluşturmuşlar. Pembe domates lezzeti çok güzel olmasına rağmen ticari şansı az bir ürün. Kabuğunun inceliği, uzak mesafelere nakledilmesini önlüyor, şekilsiz görünümü ve renginin solukluğu da tüketiciye çekici gelmiyor. Ancak karı koca Tansuğlar ve onların tohum verip pembe domates virüsünü bulaştırdıkları yeni tutkunlar, iki yılda ülkenin bir ucundan öbür ucuna yayılan kocaman bir aile oluşturmuşlar. Hatta kimileri tohumları yurtdışına da götürmüş. Bu hareket medyaya sürekli konu olan ama tam anlatılamayan Slow Food hareketinin felsefesine en iyi örnek. Nitekim web sitesinde 2007'de oluşturulmuş manifestoda pembe domatesçiler şöyle diyor: "Bizler, 2006'da bu ülkenin ürünü olan ve gelecek kuşaklara miras bırakılması gereken doğal tohumlara, nesli kurumaya yüz tutan, leziz 'pembe domatesler' üzerinden sahip çıktık! Onların da bu domatesleri aynı renk, aynı güzel koku, aynı lezzet ve aynı doğallıkta sürdürebilmesi için elde ettiğimiz tohumları çocuklarımıza ve gelecek kuşaklara aktarmakla sorumluyuz. Bunun için kendi aramızda yardımlaşırken tohumlarımızın genetiğiyle oynanmaması, 'terminatör' teknolojiler eliyle endüstriyel hale gelmemesi için pembe domates ağının genişlemesine çalışacağız!" Siteden, çekirdek kurutmanın inceliklerini, tohumları çimlendirme yollarını, fideden saksılara dikmeyi ve meyveler olgunlaşıncaya kadar nasıl bakılacağını öğreniyorsunuz. Pembe domatesler sadece bize de özgü değil. İnternetten, Amerika'da da benzer pembe domates tutkunlarının bir araya gelip şekilleri ve renkleri arasında bazı farklar olan pembe domatesler yetiştirip, paylaştıklarını gördüm.
Yayın tarihi: 7 Eylül 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/07/pz/haber,EB5C85693DA34522820F0F39D4AF0936.html
Tüm hakları saklıdır.