Akşam gazetesinde Zana Yavuz imzalı, bizi yansıtan nefis bir haber vardı dün. Buna göre İstanbul'da, Fulya semtinde yapılan lüks bir plazanın önündeki Bardakçı Baba türbesi de, plazaya uyumlu olması için siyah mermerlerle kaplanıp, üstü camla kapatılmış.
Bardakçı Baba, geceleri de aydınlatılıyormuş.
Bardakçı Baba'ya dua edip mum yakmak isteyenler ise firmanın güvenlik görevlilerinin kendilerini yaklaştırmadığından yakınıyorlarmış.
Acaba bu
"Bardakçı Baba" kimdi.
Önce bizim sevgili Murat Bardakçı'nın bir akrabası olacağını düşündüm.
Ancak Zana Yavuz'un verdiği bilgiye göre, Beşiktaş Müftülüğü, Vakıflar İstanbul Bölge Müdürlüğü ve İstanbul Türbeler Müzesi Müdürlüğü'nde
"Bardakçı Baba" ile ilgili hiçbir kayıt yokmuş.
Bir iddiaya göre de Bardakçı Baba diye biri hiç olmamış. 30-35 yıl önce bir üniversite öğrencisi şaka olsun diye bir levhaya
"Bardakçı Baba" yazıp yolun kenarına dikmiş. Çevre sakinleri de bunun etrafını çevirip, türbe haline getirmişler.
İlk zamanlarda türbeye gelenler mum yakıp, bardak kırarlarmış.
Bunları okuyunca
"Acaba Bardakçı Baba, Başbakan Erdoğan'ın eline portakal suyu dolu bardağı alıp, Boğaz lokantasında etrafa şerefe diye kadeh kaldırmasını önerenlerin dedeleri miydi" diye de düşünmedim değil.
Kadehçi Baba Bakarsınız ileride bir gün bir gazetenin önündeki
"Kadehçi Baba" türbesinin de haber yapıldığını görürüz.
İşin özüne gelirsek.
Bardakçı Baba türü yatırlar, semt sakinlerinin ürettiği sanal isimlerin anılarını içerir.
Biz İstanbul Üniversitesi'nde öğrenciyken, Sultanahmet'ten Çatladıkapı'ya dönemeçlerle dolu bir yokuştan inerdik. Oradan da Kumkapı'ya, meyhanelere uzanırdı yolumuz.
O yokuşlu yolun bir kavşağındaki ahşap evin duvarını ayyaşlar, tuvalet olarak bellemişlerdi.
Ev sahibi pislikten ve kötü kokulardan herhalde bunalmış olmalı ki, bir gün soruna çözümü dahice üretiverdi.
Bir baktık, evin duvarına çakılmış tabelada
"Burası yatırdır, işemek günahtır" yazıyordu.
O günden sonra kimse o evin duvarı önünde ihtiyacını gidermedi.
Sanal ve gerçek yatırlara bez bağlamak, adak adamak ne kadar batıl inançlardan olsa da, bunlardan toplumu vazgeçiremiyorsunuz.
Örneğin bir genç kızın kısmeti kapalı ise, Tellibaba'ya bez değil toplarla kumaş bağlasa da, kolay kolay bir damat adayı çıkmaz karşısına.
"Kısmet" ise, bazen güzelliktir, bazen servettir, bazen de iyi huydur.
Ölüler ve yaşayanlar Ölülere saygı ve sevgiyi ifade eden geleneklerin toplumlara göre farklılığını da biliyoruz.
Karma bir mezarlıkta ölüsünün mezarı üzerine gül bırakan Hıristiyan, yandaki mezarın üzerine bir çanak dolusu pirinç bırakan Budistle alay etmiş,
- Senin ölün ne zaman o pirinçleri yiyecek, diye sormuş.
Budist gülmüş, cevap vermiş:
- Senin ölün kalkıp gülleri kokladığı zaman, benimki de pirinçleri yiyecek.
Bu konuyu, Çin'deki Olimpiyatları fırsat bilerek bir Japon fıkrası ile noktalayalım.
Tokyo'da sıkışan ama Japon alfabesini bilmediği için tuvaletin nerede olduğunu bir türlü anlayamayan bir Amerikalı turist, yoldan geçen bir Japon'a
"Tuvalet" diye sormuş.
Japon da İngilizce
"Beni takip et" deyip koşmaya başlamış. Bir yüksek duvarın önüne gelince Japon duvarı göstermiş ve
"Buraya yap" demiş.
Amerikalı işini bitirince duvarı gösterip
"Bu bir Japon nezaketi mi" (İs this a Japenese courtesy) diye sormuş.
Japon
"Hayır, bu Çin sefareti" (No this is Chinese embassy) cevabını vermiş.
Yoğun geçeceği şimdiden belli olan sonbaharı ve kışı beklerken, İsmail Baha Sürelsan'ın Nihavent şarkısı
"Yaz günleri en tatlı hayaller gibi geçti" yi mırıldanarak, bu tür eğlenceli konuların gündemimizden eksik olmaması için Bardakçı Baba'dan yardım mı istesek?
Yayın tarihi: 22 Ağustos 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/22//haber,D4EA30AEB38E48D8AEAE6D5E0E21D79E.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.