Türkiye'de insanları en fazla zorlayan şey, kime ve neye kızacağını kestirememek durumudur.
Bakın şu İstanbul'a...
Sultanahmet Camisi'nde, kalabalıklar bir şeriat rejiminin cumhurbaşkanı olan Ahmedinecad'a sevgi gösterisi yaparken, Gazi mahallesindeki Cemevi'nde de kalabalıklar terörizmin simge ismi Dursun Karataş'ın cenaze töreninde, ona olan bağlılıklarını seslendiriyorlar.
"Çok seslilik dedikse de, bu kadarı fazla kaçıyor " şeklinde mi bakalım bu tabloya?
Böyle durumlarda önce kime kızmalıyız acaba?
Yapısal bir sorun olan işsizliğe veya artık ayyuka çıkmış olan bozuk YÖK düzenine de aynı öfke ile ve
"Kime kızalım" arayışında yaklaşmıyor muyuz?
Ahmet Necdet Sezer'in rektör atamaları sırasında yaptıklarının aynısını Abdullah Gül de yapınca, kime kızacağımızı karıştırmıyor muyuz?
Türkiye'de tarihin, coğrafyanın ve sosyo-politik yapının kaçınılmaz sonuçları olan böyle karmaşık durumlarda, önce iktidarda kim varsa ve kim başbakansa ona kızılır.
Kime kızalım Örneğin bir dönemde
"Yollar yürümekle aşınmaz" diyen Demirel'e çok kızılır ve ne kadar olumsuzluk varsa sorumlu olarak Demirel gösterilirdi.
"Toprak işleyenin, su kullananın" diye yola çıkan Ecevit de, bir dönemde tüm bozuklukların kaynağı diye eleştirilmemiş miydi?
Neticede bu isimler yakın geçmişimizin siyasetçileri...
Hala 2'nci Abdülhamid ile Mithat Paşa arasında kimi tutmamız gerektiğini tartışanlar yok mu sanki?
Veya bütün bozulmaların Turgut Özal'la başladığını söyleyip yazanlara, hiç rastlamıyor musunuz?
Böyle durumlara gelişmiş Batı demokrasilerinde tanık olunduğunda, kitleler kızacak isim aramak yerine, ilk genel seçimde bu durumları düzelteceğine inandıkları partiye ve liderine oy verirler.
Sonra da seçimi kim kazanıp iktidar olmuşsa, onun meşruiyetini tartışmak yerine icraatına ve hizmetlerine bakarlar. Böylece daha ilerideki genel seçimde verecekleri oyu şekillendirirler.
İşin özü İktidardakilere oy vermemiş olsalar bile, onları gayrı meşru ilan etmeyi hiç akıllarına getirmezler. Çünkü anayasal demokrasinin özünün bu yapıya saygılı olmaktan geçtiğini bilirler.
Unutmayalım ki terörle mücadelenin de, iç ve dış barışın da, ekonomik kalkınmanın ve istikrarın da, güvenliğin de, ulaşımın da, iletişimin de sorumluluğunu taşır hükümetler veya iktidarlar.
Sandıktan çıkan oylar, böylesine inanılmaz sorumluluklar yükler ve tabii olağanüstü güçler de verir iktidarlara.
Onları iş başına getirmek de, değiştirmek de seçmenlere verilmiştir.
Kimse
"Bizim parti seçimi kazanıncaya kadar bütün seçimlerin sonuçları gayrı meşrudur" diyemez.
"Bu halk bu demokrasiye layık değil. O zaman bu halkı lağvedelim" içerikli düşünceler ancak tiyatro oyunlarında kullanılır.
İşin özüne yani bize dönersek. Bakalım bir gün sürekli birilerine kızmak yerine bizler de
"Bu ülkeyi bunlardan daha iyi kim yönetebilir" arayışına girecek miyiz?
Yayın tarihi: 17 Ağustos 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/17//haber,CDA1F657AC87427AB1D5C38765BD476C.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.