Kitaplarının toplatılmasına alışan Nedim Gürsel, son romanı Allah'ın Kızları hakkında da suç duyurusuyla karşılaşınca, dikkat çekmek amacında olmadığını söylüyor ve "Mahalle baskısını artık iyice hissetmeye başladım," diyor..
Belki de 30 yıldan daha çok olmuştur Nedim Gürsel'i, İstanbul Ahmet Adnan Saygun Caddesi'ndeki evde tanıyalı... O zamandan bu yana, İstanbul'un çeşitli yerlerinde, Paris'in pek çok kafesinde, Nice'de, Cannes'da, konuk olarak gidip kendisini kapattığı La Napoule Şatosu'nda pek çok söyleşi yaptık. Kimi zaman Danton Cafe'de oturup, camekandan bakarak gelip geçenle eğlendik, kimi zaman onun bunun dedikodusunu yaptık, kimi zaman da Le Rostand Cafe'de oturup derin derin konulara daldık. Nedim genellikle tek metroyla bir yere varmayı sevdiği için çoğunlukla onun kolay varacağı yerlerde buluştuk. Ama ben çocuklarımla Paris'e yerleştiğimde Au Pere Tranquille Cafe'yi (sakin baba kahvehanesi) bulup beni çağırmasını ve "İşte tam sana uygun bir kahvehane," dediğini unutamam.
Allah'ın Kızları kitabı 20 bin baskısını tüketmek üzereyken,
Yedi Dervişler kitabından bunca etkilenmişken, onunla söyleşi yapmamak olmazdı. Bütün bu gerekçelerim yetmiyormuş gibi, bunca yıl sonra
Allah'ın Kızları soruşturmalık oldu.
Türkiye'nin 'özgür yazarlar' istemediğini, sevmediğini Nedim Gürsel'e anlatmak çok zordur. Çünkü o yıllar önce başlayan sürgün yaşantısını ister istemez özümsemiş ve
Konstantiniyye Haberleri gazetesinde yayımlanan bir söyleşimizde bana "İstanbul artık döndüğüm değil, gittiğim bir şehir," deyivermişti. Şimdi çifte vatandaş bir yazarın savunmasını kim yapacak? Sarkozy'nin Fransası mı, Tayyip Erdoğan'ın Türkiyesi mi? Hep birlikte göreceğiz...
- 20 bin baskı bitti bitecek. Herhalde memnunsun bu durumdan... Neden kitabın adını Allah'ın Kızları koydun?
- İlk kez bir romanım iki ayda böylesine çok sattı, aylar boyunca en çok satan kitaplar listesinden düşmedi. Aslında
Boğazkesen de iyi bir satış hızı yakalamıştı ama o uzun sürede sattı, yani bir 'long seller' oldu.
Allah'ın Kızları ise çok kısa zamanda okurun ilgisini çekmeyi başardı. Memnunum elbette, ama satış kadar eleştiriler de önemli; şimdiye dek kitap hakkında, senin yazdığın da dahil, olumlu eleştiriler çıkmadı değil. Ne var ki daha çok ben konuştum. Daha doğrusu, gazeteciler beni konuşturdular, artık söz sırası eleştirmenlerde. Belirtmeden edemeyeceğim, söz sırası hiçbir zaman savcılarda olmamalıydı. Romana bu adı ben koydum, ama bu deyim benim icadım değil. Kuran'ın Necm Suresi'nde geçen dişi putlara, yani Lat, Manat ve Uzza'ya bir gönderme. Muhammed'in kavgası bu dişi putlar aracılığıyla Kureyşli müşriklerle yapılan bir kavga. Sonunda Tevhid inancını kabul ettiriyor peygamber, ama romanda ayrıntılarıyla anlattığım kanlı savaşlardan sonra...
- Bu kitaptan önce Yedi Dervişler yayımlanmıştı. O da mistik bir kitaptı. Bu ara hep bu konularda yazıyor oluşunun bir nedeni var mı?
- Öteden beri tasavvufa ilgi duymuşumdur.
Yedi Dervişler'de yalnızca Anadolu'nun mistik inançlarını ele almadım, Mevlana, Hacı Bektaş, Abdal Musa gibi ünlü erenlerin coğrafyasını da anlattım. Yani İç Anadolu ile Toros'ları. Okur bu kitapta Bursa'yla da hemhal olacaktır, çünkü kitapta geçen Geyikli Baba ve Emir Sultan'ın türbeleri Osmanlı'nin ilk başkenti olan Bursa'da.
Allah'ın Kızları'nda inanç ve şiddeti sorguladıysam 'tribünlere oynadığım' için değildir. Çocukluğum, dedem ve büyükkannemin himayesinde geçti. Her ikisi de ibadetlerini yerine getiren inançlı Müslümanlardı. Özellikle adını taşıdığım dedem Ahmet Nedim Tüzün'ün etkisinde kaldığımı söyleyebilirim. Kendisi hem hukukçu hem ilahiyatçıydı. İslam hakkında bildiklerimi ona borçluyum, onunla aynı inancı paylaşmasam da. Gençliğimde ateisttim, yaş kemale erince agnostik yani bilinemezci oldum.
- Sürekli seyahat eder ve okuyucularınla buluşur, televizyonların davetlerini geri çevirmezsin... Ardı ardına mistik kitaplarla okuyucunun karşısına çıkmanın nedeni de bu mu? Yani özellikle Türkiye'deki belli bir kesim okuru yakalama çabası mı?
- Ben yazarken okuru pek düşünmem, daha doğrusu piyasanın talebi doğrultusunda kitap yazmam. Okur benim için elbette önemlidir, yazdıklarım bilinsin, duyulsun isterim. Ama nabza göre şerbet vermekten kaçınırım. Tasavvuf olsun, Müslümanlık olsun, öteden beri ilgi duyduğum konulardı. Dinler tarihine meraklıyımdır. Kuran'ı okumak için Bin Laden'in zuhurunu beklemedim, Paris'te öğrencilik yıllarımda Sorbonne Üniversitesi'nde Fransız Edebiyatı seminerlerini izlerken, Profesör Jacques Berque'in College de France'da verdiği İslam tarihi derslerini de kaçırmazdım. Kuran'ın büyüsü, ayetlerin üzerimdeki etkisi, çocukluğumun ayrılmaz bir parçası. Bu nedenle,
Allah'ın Kızları'nın geniş ölçüde otobiyografik olduğunu, daha doğrusu çocukluk yıllarımdan yola çıkılarak yazıldığını söyleyebilirim.
- Türkiye'de ve yurtdışında, özellikle de Fransa'da yeni çıkacak kitaplar neler? Ne zaman çıkacak?
-
Allah'ın Kızları Fransızcaya çevrildi. Yayıncım Le Seuil
Allah'ın Kızları'nı 2009 başında çıkaracak. O yıl Fransa'da '
Türkiye Yılı'.
Boğazkesen, Profesör Yavuz Demir tarafından İngilizceye çevrildi, sonbaharda
New York'ta Talisman Yayınevi tarafından yayımlanacak. Böylece ben de 'İngilizcede kitapsızlar' sınıfından, 'kitaplılar' sınıfına atlamış olacağım.
Yedi Dervişler de eylül ayında
Almanya'da çıkıyor.
- Dışarıdan bakan bir göz olarak Türkiye'deki siyasi manzarayı nasıl yorumluyorsun? Yani Yargıtay Başsavcısı iktidardaki partinin kapatılması için dava açıyor, Anayasa Mahkemesi, Anayasa'da yapılan değişikliğe karşı çıkıyor. Bu tür olaylar Fransa'da olur muydu?
- Fransa'da herhalde olamazdı,
Türkiye özel bir konumda. Kapatma davasını demokrasiye aykırı buluyorum, ama yasama, yargının denetiminde olmalı, bunda bir aykırılık görmüyorum. İktidar, türban meselesini eline yüzüne bulaştırdı, berbat etti. Fransa'da üniversitede türbanlı öğrencilerim var, her yıl gelir, ön sıraya otururlar. Beni rahatsız etmiyor. Ama burası Fransa, orası
Türkiye. Avrupa perspektifini gözden kaybedersek halimiz duman olur. Demokrasi de iyice güme gider.