Yakup Cemil'i bileceksiniz,
"Enver'i de vuracağım, Talat'ı da" demişti...
Kurşuna dizilen kendisi oldu. Bu konuda uzmandı oysa, beş yıl önce gene Babıali'yi basıp Nazım Paşa'yı vurmuştu.
"İkinci Babıali baskını" gerçekleşemedi.
Hakkında
"şehir efsaneleri" de oluştu: Gene böyle leş gibi sıcak, 1917 yılının temmuz ayı... Bunu Kağıthane'ye idama götürüyorlar... O güneşin altında, Beyazıt'tan oraya yaya gidiyorlar... Yolda bir karpuz arabasını çevirmiş,
"asker evlatlarım susamışlardır" diyerek idam mangasına karpuz ısmarlamış! Böyle de baba adammış merhum.
Meserret Kıraathanesi'nde yüksek sesle atıp tutuyor, yan masalardaki sivil
"taharriler" de Tanin Gazetesi okur gibi yapıp harıl harıl not tutuyorlardı hani... Aynı yanlışı Talat Aydemir de yaptı, Ankara Orduevi'nde rakı içerken, onun da sonunu bilirsiniz.
O zamanlar cep telefonu da yoktu, dinleme de! Boşboğazlıktan geliyordu insanın başına işler...
Yakup Cemil, Enver Paşa'yı devirebilseydi, müttefiklerle
"münferit sulh", yani tek taraflı barış yapıp dünya savaşından çekilmek niyetindeydi... Kuracağı hükümette Harbiye Nazırı olarak Mustafa Kemal Paşa'yı düşündüğü, onun da buna olumlu ya da olumsuz bir ses çıkarmadığı, gelişmeleri beklediği söylenir... (Aaa! Hani 19 Mayıs 1919 günü Samsun'a uzaydan inmişti yahu?)
Yani
Almanya ve onun yardımcısı Avusturya-Macaristan devre dışı bırakılacak, İngiltere ve Fransa'yla anlaşma yolu aranacaktı...
Bunu kalleşlik olarak nitelemeyiniz, çünkü savaşı kazanamayacağımız belli olmuştu. Felakete gidiyorduk, nitekim oraya vardık da.
İşte, gizli örgütçü, darbeci, diktacı, tetikçileri vasıtasıyla (Yakup Cemil Bey, Silahçı Tahsin Bey, Abdülkadir Bey) takır takır adam vuran, özellikle gazeteci temizleyen İttihat ve Terakki, memleketi böyle böyle batırdı.
Günümüzün gizli örgütçü, darbeci, diktacılarına bakıyorum... Takır takır adam vurduranlara... Oraya buraya bomba attıranlara...
Onların başını da tek taraflı barış değil,
"saf değiştirme çabası" yemiştir.
NATO'dan çıkmak, Rusya'yla, Çin'le ittifak kurmak gibi çocukça arayışları dillendirmekten çekinmeyenleri çok uyardık.
"Amerika size bunun faturasını çok ağır ödetir" dedik. Dinletemedik.
Onlar tam tersine, bir de
"İran'la ittifak arayışlarını" dile getirdiler! Tam karşı cepheye geçmeye kalktılar.
"Bir de Atatürkçü geçiniyorsunuz, şeriatçılarla ittifak yapmaya utanmayacak mısınız?" diye sorduk, tınmadılar. Bir zamanlar canciğer kuzu sarması oldukları Amerika ve şimdi de ayrıca Avrupa düşmanlığı gözlerini karartmıştı... Güneydoğuyu ve Kıbrıs'ı ancak böyle tutacaklarını düşünüyorlardı, Rusya ve İran'a yaslanarak...
Oysa Amerika, çizilmiş çerçevenin dışına çıkanı,
"kendi kontosuna iş tutmaya" kalkanı affetmezdi. Yetmişli yıllarda Kıbrıs'ta kendi başına iş yapan
Türkiye'yi affetmediği gibi...
İşte,
"Türk gladiosunu" da piç gibi ortada bırakıverdi! Artık onunla işi kalmamış, tam tersine, bu örgüt kendisine zararlı olmaya başlamıştı.
Neo-İttihatçılar,
"münferit sulh" isteyen Yakup Cemil'in sonunu hiç hatırlamadılar, hayret, oysa aynı tornadan çıkmış, aynı yapıda adamlardı. Yakup Cemil merhum, ağababalarıydı!
Orada
"Alman parmağı" var mıydı, bilemeyiz. Fakat şunu iyi biliriz: Suyu geçerken at değiştirmeye kalkanın mutlaka ayakları da ıslanır, paçası da.
Yayın tarihi: 28 Temmuz 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/28//haber,DD5755E8C0174CA4A1F25E7A7D6595DB.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.