Kurtuluş savaşımızda geçen bir roman yazdığımızı ve karşılıklı her iki cepheyi de ele aldığımızı düşünelim... Evet evet, hani şu
"Çılgın Türkler" gibi canım...
Turgut Özakman kadar kötü yazamayacağımız için, roman kahramanları elbette resmi tarih kitaplarında geçen sıradan bilgileri papağan gibi tekrarlamayacaklar, kendi görüşlerini, düşünce ve elbette duygularını da dile getireceklerdir. Özel hayatları olacaktır. Roman gerçeğe uygun olacaksa Mustafa Kemal Paşa rakısını içecek, İzmir merkez komutanı Albay Zafiriou da Karantinalı Despina'yla yatıp kalkacaktır...
Diyelim, General Hacıanestis, birinci kordonda, Kraemer Palace Hotel'in barında kafayı çekmiş (gerçekte oraya takılmayı çok severdi), düşmanıyla ilgili olarak atıp tutuyor...
"O Kemal dedikleri adamı asacağım, keseceğim, mahvedeceğim" mi der?..
Yoksa
"şu Kemal ne büyük adam yahu, üstelik benden çok daha iyi bir asker, şuna hemen yenileyim bari" mi der?
İkinci cümleyi kullanırsa roman, Maruf Evren'in
"İslam Teksas'ta" adlı ölümsüz eserine döner. Orada da Abraham Lincoln, Beyaz Saray'da verilen bir kokteylde, sunulan içkiyi reddeden bir Türk'e şöyle diyordu.
"Siz Müslümanlar'ın ne güzel adetleriniz var, keşke alkol bizim dinimizde de yasak olsaydı!" Bunu
"mesafeli" yaparsanız mizah eseri yaratmış olursunuz,
"ciddi" yaparsanız da herkes gene güler ama, romana değil, size!
(İmdi, benim bu yazımın dördüncü paragrafını cımbızla çekip
"işte bu herif Atatürk düşmanı" demek de birtakım Babıali dangalaklarına yakışır ama koskoca basın savcısına yakışmaz.)
Fakat bazı savcılar, benzer hataları yapıyorlar.
Bir romana, yani içindeki kişilerin kendi özel duygu ve düşünceleri olan bir sanat eserine, bir
"essay" (deneme) ya da bir
"pamphlet" (risale) muamelesi ediyorlar.
Elif Şafak'ın başına gelenleri hatırlayalım.
Açılan dava aklanmayla sonuçlanıyor, çekilen üzüntü de yazarın yanına kalıyor (kimi zaman da bu reklamdan doğan
"fırsat rantı" tabii!)
Sevgili dostum ve sınıf arkadaşım Nedim Gürsel yeni bir roman yazdı:
"Allah'ın Kızları".
İslam'ın ilk günlerini anlatıyor... Savcılığa düştü.
Aklınıza hemen Salman Rüşdü gelmesin, Nedim kimseye hakaret etmemiş. (Fakat herhalde
Türkiye gibi bir ülkede kovuşturmaya uğrayacağını da tahmin ediyordu.)
Bu romanda -elbette-Kureyş kabilesi de, putperestler de, cahiliyye dönemi artıkları da, peygamber efendimizin düşmanları da var ve onlar da elbetteefendimizin aleyhinde konuşuyorlar. Konuşacaklar. Onu öldürmeye de çalışacaklar. Bu romanda elbette Hatice anamız da, Ayşe anamız da olacaktır. Efendimizi seveceklerdir. Gerçek bu değil midir?
Ne yani, Ebu Cehil,
"ben aşağılık bir herifim, Muhammed Mustafa'nın yanında beş para etmem" mi diyecekti?
Lütfen sanat eserini sanat eseri olarak değerlendirmeyi bilelim ve ele güne gene rezil olmayalım.
Nedim Gürsel ve eserleri hakkında olumlu ya da olumsuz yargıyı eleştirmenler ve okurları verirler.
Tersini düşünüyorsanız, tefeci kocakarıyı öldüren Raskolnikov'un hesabını da Dostoyevski'den sorunuz ve
"Suç ve Ceza" romanını toplatınız, belki okuyucuyu cinayet işlemeye teşvik etmiştir!
Hele Shakespeare... Yatacak yeri yok herifin, sahnede yüzlerce ceset!
Yayın tarihi: 18 Temmuz 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/18//haber,689DF503C6B24E369F6FEA5E05794141.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.