Kendisiyle bir yemek yiyip birkaç saat sohbet etmek fırsatını bulmuştum: Efendi adamdı, kibar adamdı, boş adam değildi...
Ne yalan söyleyeyim,
"dindardı" ya, bir de Kastamonulu, karşımda bir
"kıro" bulacağımı sanmıştım, bu benim utancım olsun, hiç de öyle çıkmamıştı!
Tıpkı, yirmi yıl önce, bir
"kenar mahalle çaçaronu" olarak bize tanıtılan Semra Hanım'ın da bir
"hanımefendi" çıkması gibi... Onunla da tanıştığımda çok utanmıştım önyargılarımdan. Ve de, beynimizi yıkayan
"sözde solcu" basına da çok kızmıştım.
Hasan Bey'le yeniden görüşmek üzere sözleşmiştik, kısmet olmadı.
Benden büyük olduğunu sanıyordum, dört yaş küçük olduğunu öğrenince ayrıca şaşırmıştım. Çok erken gitti, çok zamansız gitti.
Benimle aynı balığı, aynı salatayı, aynı meyveyi yiyordu, tek farkımız içki içmemesiydi, saygısızlık etmemek için ben de içmemiştim.
Kendime bir duble rakı söyleseydim sesini çıkarmayacaktı ama ben gönüllü olarak vazgeçmiştim hakkımdan. (Bir başka gün bir başka sofrada, yalnızca su içen dindar arkadaşlar da benim
"kenardan" pırnayı çekmeme seslerini çıkarmadılar, efendilik ettiler, rahatsızlık duysalar bile belli etmediler.
"Herkesin inancı ve herkesin yaşama tarzı kendine" ilkesinin o gün güzel bir örneğini verdik elbirliğiyle...)
Hasan Bey'in siyasi gelişmeler ve dünya konjonktürü konularında gösterdiği derin sağduyuya ve
"halk bilgeliğine" de hayran kalmıştım.
O zamanlar henüz Futbol Federasyonu Başkanlığı falan gündemde değildi.
"Futbolcu yanını" duyunca şaşırdım, hiç aklıma gelmezdi...
Türkiye onu bu yanıyla da çok sevdi. Hele Avrupa Kupası'nda
milli takım gol attıkça çocuklar gibi zıp zıp zıplaması çok beğenildi.
Bir başka şey daha oldu:
"Başbakanın adamı" diye onu aşağılayanlar da onu sevdiler!
"Yengeyi" de sevdiler.
Çünkü Aysel Hanım da tribünde kocasıyla birlikte zıp zıp zıplıyor, kocasının boynuna sarılıyordu...
Aaa, meğer
"dinciler" de insanmış yahu!
Evet, yengenin başı bağlıydı ama o da
"laikçiler" gibi maç seyrediyor, takım tutuyor, bağırıp çağırıyor, bayrak sallıyordu... O da Türk'tü, o da Türk vatandaşıydı... Ülke hepimizin, bayrak hepimizindi.
Demek ki, Ergenekon destekli mitinglerde
"hükümete karşı Türk bayrağını kullanmak", ahmaklıktan başka bir şey değildi!
İsteyen başını örtse, isteyen açsa, kimse kimseye karışmasa memleket rahatlayacaktı.
Çünkü,
milli takım formasını elli kereden fazla sırtında taşımış Lefter Küçükandonyadis de bu toprakların çocuğuydu,
"Fethullahçı" diye aşağıladıkları Hakan Şükür de...
Hasan Bey, yalnız bizi tarihimizde ilk kez Avrupa üçüncüsü yapmakla kalmadı (şampiyon bile olabilirdik), eşiyle yaptığı o tarihe geçecek
"tribün gösterisiyle" de önemli bir ders verdi.
Giderayak,
"birbirimizi sevelim, birbirimizi anlamaya çalışalım, birbirimize düşmanlık gütmeyelim" demek istedi...
Başlığa bakıp da
"Engin Ardıç da nurcu olmuş" diyecek budalaya ayrıca küfür etmek gereğini duymuyorum, değmez.
Yayın tarihi: 7 Temmuz 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/07//haber,E19FFC0407B64E00BA9A73DE96A7DFE1.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.