Antalya'daki Topçu Alayı'nda kısa dönem askerliğimizi yaparken, bir bölük komutanı
"Kafanızda bir izdiham olduğu anda bana danışın" diyerek eğitimimize başlamıştı. O gün bizler
"Neden istifham değil de izdiham dedi" tartışmaları arasında, yüzbaşının Türkçe'ye hakimiyetini kendi aramızda sorgulamıştık. Aradan geçen 30 yılı aşkın sürenin ardından,
Türkiye'deki kafa karışıklıkları için
"İstifham" yerine
"İzdiham" kavramının kullanılmasının daha uygun olacağını düşünmek noktasına geldim.
Aynı anda birden fazla konu ve sorun üzerinde akıl yürütmek, pek alışık olmadığımız bir durum. Bunu başarabilenleri kutsadığımız da bir gerçek. Örneğin rahmetli İsmet İnönü için
"Kafasında 40 tilki dolaşır, kırkının da kuyruğu birbirine değmez" denilmez miydi?
Oysa toplumsal bilincimizde şu anda dolaşan ve sayıları tam olarak bilinmeyen tilkiler, birbirlerine çarpıyorlar, ayakları da kuyrukları da birbirine dolaşıyor, düşüyorlar, tökezliyorlar.
Bu arada olan biz gazetecilere oluyor. Her haber farklı kesimler tarafından farklı algılandığı için, birbirimizi yemeye başladık. İş o denli çığırından çıktı ki gazetelerin sütunlarında rakip gazetelerin yayınlarını kınayan ve
"Bütün basın benim çizgimde olmalı" diye tavsiyelerde bulunan yazıları bile okumaya başladık.
Haberciliğin zorlukları Karmaşık ve hem siyasi hem de yoğun içerikli iddianameleri haberleştirmek kolay değil. Düşünün ki bu iddianamelere dayalı olarak açılan davalarda karar vermek durumunda olan yargıçlar bile, olayın özüne aylar süren çalışmalar sonunda girebiliyorlar.
Daha da ötesi sonunda karar veriyorlar ama kararın gerekçesini hemen yazamıyorlar.
Habercilerden ise iddianamelerin can alıcı noktalarının hemen haberleştirilmesi, yorumculardan da bu haberlere dayalı olarak gerekçeli bir karar üretilmesi bekleniyor.
Sonuçta gazete köşelerinde ve manşetlerinde,
"hukuki" değil herkesin eğilimine göre farklı ve hatta birbirine zıt
"medyatik" değerlendirmeler çıkıyor.
Sonra da bu değerlendirmeleri yapanlar birbirlerine ya
"İşi sulandırıyorsun" ya da
"Olayı abartıyorsun" benzeri suçlamalar yöneltiyorlar.
Bunları okuyanların kafalarındaki
"İzdiham" da böylece giderek yoğunlaşıyor.
Gündemimizi oluşturan karmaşık sorunları daha özlü ve anlaşılır biçimde haberleştirip yorumlamak kolay değil.
Kısa ve öz haberler The
New York Times'ın bir muhabiri haberlerini çok uzun ve anlaşılması zor biçimde yazıyormuş. Yayın yönetmeni muhabiri uyarmış,
- Haberlerini çok kısa yazacaksın. Haberin başlığını ve ilk paragrafını okuyan ne olduğunu anlamalı, demiş.
Ertesi gün gazetede o muhabirin son haberi yayınlanmış.
Haberin başlığı
"Bir Yangın"mış.
Haber de şöyleymiş:
- Çiftçi John ahırındaki bidonlarda benzin olup olmadığını anlamak için elinde yanan mum varken bidonların kapaklarını açtı. Benzin varmış.
Acaba The
New York Times'ın o yönetmeni şu anda bir Türk gazetesinin başında olsaydı,
"Kapatma Davası"nı veya
"Ergenekon Davası"nı izleyen muhabirlere
"Haberlerinizi çok kısa yazacaksınız. Haberin başlığını ve ilk paragrafını okuyan, ne olduğunu anlamalı" diyebilir miydi?
Ama herhalde Harvard Gazetecilik Okulu'nda öğretilen temel kuralı mutlaka hatırlatırdı muhabirlere.
- Hiçbir haber hiçbir haberciye gökten inmez. Mutlaka biri o haberi verir. İyi haberci o haberin kendisine kimin tarafından ve hangi amaçla verildiğini bilir. Çünkü atlatma haberlerden birileri zarar görürken, birileri de bunlardan yarar sağlar.
Bugünkü Tüm Yazıları
Yargıçlar bile karar için zorlanırken biz neden acele ediyoruz?
Yayın tarihi: 17 Temmuz 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/17//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.