Türkiye Cumhuriyeti'nin
"Halk "ını oluşturan 70 milyonu aşkın insanın bir bölümünü
"Şeriatçı", diğer bölümünü de
"Darbeci" olarak görmek hangi akla sığar?
Dünyanın jeo-stratejik açıdan en problemli bölgelerinin kavşak noktasında bulunan gerçekten çok büyük ve önemli bir ülkeyi
"Yönetilemez" hale getirmenin vebalini kim taşıyabilir?
Farklılıkların birlikte yaşamasının aracı olan demokrasiyi bir kavga ve bir uzlaşmazlık rejimi olarak rayından çıkartmaya çalışanların ne tür bir hesabı olabilir?
Kurumların ve mesleklerin böylesine birbirlerinin alanlarına tecavüz ettiği ve farklı düşünen herkesin karşısındakini
"Suçlu" ilan ettiği bir ortamda, toplumda güven duygusunu yaşatabilmek ne kadar mümkündür?
Türkiye'de kendisini ülkesine ve halkına karşı sorumlu hisseden her aydının bu sorulara cevap bulması gerekiyor?
Osmanlı tarihi zaten sürekli
"iç hesaplaşmalar"la dolu. Bu hesaplaşmalar bazen saray darbelerine, bazen halk ayaklanmalarına dayanmış. Son dönemde ise, dış konjonktürün olumsuz etkileri de devreye girince, hesaplaşmalar Osmanlı'nın çöküp dağılmasına neden olmuş.
Cumhuriyet'in ilk dönemini
"Yeni Rejim"in yerleşebilmesi için eskinin tasfiyesine dayalı olarak geçirdik. Sonra demokrasi geldi ve artık hesaplaşmanın yerini
"Demokratik rekabet"in alacağını beklemeye başladık.
Ne yazık ki, karşıt kampların birbirlerini yok etmeleri mücadelesi şeklinde algılandı demokratik rekabet. Bu süreç zaman zaman askeri darbelerle kesilerek devam etti.
Dön baba dönelim İçinde bulunduğumuz 21'inci yüzyılda her şeyin eskisinden farklı olacağını beklemekteydik.
Ama bakın şu durumumuza.
Ziyan edip boşa geçirdiğimiz geride kalan yıllardan ders almamız mümkün olamaz mı?
Anayasa Mahkemesi'nin kendisini
"Yasama"nın yerine koymaya çalışması, siyasi partilerin sürekli kapatılma tehdidi ile karşı karşıya bulunmaları
Türkiye'de hangi soruna çözüm getirebilir?
Deneyimli bir hukukçu olan Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk'un dün Star'da yazdığı görüşler yok sayılabilir mi?
- Anayasa yargısı, anayasayı yaşatmalı, ancak bu etkinliğini sürdürürken, devleti işlemez ve demokrasiyi yönetemez duruma getirmekten özenle kaçınmalı; eşgüdüm esasları içinde etkinliklerini sürdürmeli, yasamanın hukuksallaşmasına katkıda bulunmalı, 1863'te Bismark'ın dediği gibi, asla bir 'yasa koyucu'ya, bir ikinci meclise /senatoya dönüşmemelidir. Bunun gibi henüz iddianamesi bile yazılmamış bir soruşturma sırasında gözaltına alınıp sorgulanan kişileri, kanıtlanmamış iddialara dayalı olarak
"Suçlu" ilan eden yayınlar yapmak, hangi hukuk ve medya anlayışına sığmaktadır?
Devletin beklentileri Dün bu köşede
"İdeali aramak" konusunu işlerken beklentilerden oluşan listelere yer vermiştim. Sayın okurum Mehmet Sipahi de, kendi beklentilerinin listesini şöyle yapmış:
- Kimse, kendisini devlet yerine koyarak adalet sağlamaya kalkmasın. - Suça da, suçluya da cezayı sadece devlet verir..
- Kimse, PKK askerimizi, polisimizi öldürüyor, PKK cani bir örgüttür diyerek silahlanıp dağa çıkamaz. PKK nın cezasını sadece devlet verir. - Kimse devleti yok sayarak adalet sağlamaya suçluya ceza kesmeye kalkamaz.
- Ortada bir adaletsizlik varsa ,adaleti sağlayacak tek kuruluş devlettir. - Kimse, isminin önündeki sıfatlara bakarak kendisinde suç işleme hakkı göremez.
- Devlet devletse suça da suçluya da cezasını ancak o verir. - Devlet kendi görevini ne çetelere, ne de mafyaya devredebilir. Devrederse devletlik fonksiyonu kalmaz.
- Adaleti de, eşitliği de sağlayacak devlettir. Eğer bunları sağlayamıyorsa devlet olma vasfını da kaybeder.
Yayın tarihi: 9 Temmuz 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/09//haber,9406FF50409A43F7AF22F59868C472A8.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.