Bu bir Fatih Terim yazısı değildir. Bu bir 'Terimizm' yazısıdır! Nereden başlayalım? Yıllar önce Terim'in hayatının tüm kesintilerini anlatan bir yazım
Playboy'da yayımlandı. O yazıya en hoş tepkiyi baba Talat Terim, oğlu Fatih ile gönderdiği özel mesajla verdi. Bir gün TSYD'nin barında otururken, Fatih Terim elinde bir şişe viskiyle geldi ve "Babam o yazıdan müthiş etkilenmiş. Bunu sana yolladı," dedi. Bu davranış tam anlamıyla Adana kültürünün yansımasıydı. Çok beğendiğinin özel bir işaretiydi. Neydi o yazı? Orada Fatih Terim'i anlatırken, baba Talat Terim'in özlemlerini anlatmıştım. Bir ayağı sakat olmasına rağmen koltuk değneğiyle futbol oynayan birinin hayata bakışını yazmıştım. İşte o sakat adamın futbol oynama özlemini, oğul Terim gerçekleştirmişti. Dahası... O çocuk, bir babanın tüm özlemlerini gerçekleştirmişti. Şimdi konuyu değiştiriyorum. Terim'i anlattığım bir başka yazı, bu sütunlarda yayımlanmıştı. O yazının hoş tepkisi ise Fulya Hanım'ın eşi aracılığıyla yolladığı mesajla bana ulaşmıştı. Öyleyse o noktadan başlayalım. O yazıdan bazı bölümleri tekrar gündeme getirelim. Çünkü Terim gerçeği budur: "Derler ki, 'Her başarısız erkeğin arkasında iki kadın vardır.' Ama onun hikâyesinde böyle bir söz yok. Şu vardır; 'Fatih Terim'in arkasında bir kadın vardır!' Eh yani... Fatih Terim'in o inanılmaz başarısını ıskalayacak değilim ya... Çünkü Terim'in hayat hikâyesi bir roman gibidir. Kıvırcık saçlarıyla Adana karmasında oynarken tanıdığım bir çocuğun hem centilmenliğe hem de başarıya uzanan hayat hikâyesidir. Bilmezsiniz, anlatayım. Adana'nın o yoksul sokaklarında top oynadığı dönemlerde herkes ona 'Goççum Terim,' derdi (Adana'da racon gereği çok genç ama ağır ağabeylere 'goççum' derler). İstanbul'a gelip Galatasaray ve Ulusal Takım'da libero oynadığı dönemlerde ise 'Sementa Fatih' derlerdi (Hani şu TV dizisi, burnunu hareket ettirince her şeyi değiştiren o
Tatlı Cadı var ya... Terim de kaleye giden topu, üstelik herkesin gözünü kapattığı anda röveşatayla çizgiden önlerdi). Futbol oynadığı 14 yılda, Galatasaray bir kez bile şampiyon olamadı. 'Uğursuz Terim!' dediler. İşte o Terim, Galatasaray'da yapılamayanları yapan, başarılamayanları başaran teknik adam oldu. Galatasarayı, dört yıl üst üste şampiyon yaptı. UEFA şampiyonu bile oldu.
KIZARSA DÖVER!
Milli Takımımız tarihinde ilk kez Avrupa Şampiyonası'na gittiği zaman, halkımız tüm zamanların unvanını Terim'in omuzlarına taktı: "İmparator!" Hikâyemizin kahramanı Terim'in bir başka yüzü daha vardır. Futbol, onun oynadığı dönemde öyle çamurdur ki, kızdığı bir meslektaşını bile saha ortasında döver. Şampiyonluk gitti diye, dev gibi boyu olan Demirsporlu Erol Toğay'ı bir vuruşta yere sermiş ve bayıltmıştı. Hakem bile tanımaz. Bir gün bir hakemin suratına okkalı bir tükürük yerleştirmişti. Her gittiği yerin kralı olur! Galatasaray'daki ilk günlerinde takım arkadaşı Çilli Mehmet (Özgül) ile gittiği o lüks barlardan birini "Burada niye rakı yok? Delikanlı adam rakı içer," diye dağıtmıştı. Bir gün de Şişli'deki bir barda Galatasaraylı bir emniyet müdürünün ağzını burnunu kırmıştı. O günler bitti. Mazide hoş veya ders alınacak birer anı gibi kaldı. Artık o ne boynuna kocaman altın kolye asıyor ne de ceketi omzuna atıp, ayakkabısının topuğuna basıp elde tesbih kafasını bozan birine postasını koyuyor. Bu bir değişimdir. Hem de kadın eliyle yapılmış bir değişimdir. Yıllar önce bu satırları yazdığım zaman sözümü şöyle bitirmiştim: "Yapmıyor çünkü eşi Fulya Hanım izin vermiyor!" İşte bu noktada da bir dakika duralım lütfen! Konuyu başka bir noktaya getirmek istiyorum. Bütün bu yazdıklarımızda geçmişe ait ne varsa 'bir anılar sepetinin' içine koyalım. O sepet bir köşede beklesin. Adana'da o sıkı ve mahallenin ağır ağabeyi, bugün Floransa'da en kaliteli yerde modern giyiniyorsa, onun nedeni İsviçre'de eğitim alan ve birkaç dili mükemmel konuşan Fulya Hanım'ın becerikliliğidir. Avrupa eğitimli ama Anadolu kadını gibi erkeğini sahiplenen Fulya Hanım'a her zaman büyük hayranlık ve saygı duymuşumdur. (Çok küçük yaşta herkesin çok sevdiği babası Kamuran Bey'i bir uçak kazasında yitirmesinin acısı da bir başka hikâyedir ya...) O kadın, yani Fulya Terim, bugün bir erkeğin arkasında değil önünde yürüyen bir kadındır. Türkiye, Fulya Hanım'ı dikkatle izlemelidir.
AİLESİ MUTLULUĞU
Bakın şunu da bir kenara not edin. O Adana sokaklarında büyüyen ve okumayan Terim, doğduğu kente lise yaptırmıştır. Bu geçmişle bir hesaplaşmadır. Dahası da şudur: Kızlarını okutmuştur. Hem de Amerika'nın en zor üniversitelerinde... Bir özel not daha: Terim'in o dünya güzeli kızlarını Laila'da, Reina'da ve de gazetelerin skandal sayfalarında hiç gördünüz mü? Galiba güzel olan da şu ki Terim, zaferden sonra ne yapacağını soran gazeteciye dediği gibi o mutluluğu sıcak yuvasında eşi ve kızlarıyla buluyorsa, söylenecek ne söz var ki? Üstelik o sıcak sevgiyi, anasına, babasına ve kardeşlerine gösterip onları hep sıcak kanatlarının altına alarak... Çok önemli bir şey daha var. O geçmişin yoksulluktan okula gidemediği günleri... Üç tekerlekli arabada bici bici (Buz içinde satılan bir tür tatlı) sattığı günleri... Hepsinin ötesinde geldiği o yeri ve insanları unutmadan 'imparator' olarak yaşamak az şey değildir. Yazıyı şöyle noktalayalım: İlkokul mezunu bir genç... Yani, 'sokak kültürü' ile büyüyen Adanalı bir genç. Hayatının her döneminde lider oluyorsa, bunu sosyal bilimciler iyi analiz etmeli. Öyle ya... O genç, İtalya'dan özel uçakla İstanbul'a gelip, holding patronlarına konferans vermemiş miydi? Üstelik o konferansa giriş ücreti de 5 bin dolardı. Terim'i izlemeye devam edelim efendim. Çünkü hikâyemiz devam edecek!
Yayın tarihi: 29 Haziran 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/29/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.