Cihat Baban'ı hatırlamadığım gün var mı acaba, bu meslekte yaşadığım elli yıl içinde..
Dünkü gazetelere bakarken gene "Ah Cihat Bey ah!.." dedim içimden..
Bize gazeteciliğin temel ilkelerini öğreten adamdı.. Anayasasını yani.. Ayrıntıları anlatan, izleyen de yardımcısı M. Ali Ağabey..
Çok iyi bir okuldu Yeni Gün.. Sonra da devamı Yankı.. New York Times ve Time'ın Türkiye temsilciliğini uzun yıllar yaparken çağdaş batılı gazeteciliği de öğrendi ve bize öğretti Kışlalı..
Yeni Gün ve Yankı okullarından mezun olup da mesleğe devam edenlerin hepsi başarılı oldular, ön sıralara geldiler.. Tesadüf değil..
Cihat Bey olsaydı ve bu birinci sayfalara baksaydı, herhalde küplere binerdi..
Gazetecilikte temel ilkelerden biri ölçüydü, çünkü..
Ölçü de şu?..
O zaman gazetede en büyük harf boyu 72 punto..
Yani 2.5 santim falan.. Sayfanın genişliği de 8 sütun..
O gün gelebilecek en büyük haber, "Üçüncü Dünya Savaşı çıktı!." Yani.. 8 sütuna 2.5 santim başlık, Üçüncü Dünya Savaşı çıkarsa.. Gerisi ona göre..
"Lefter sakatlandı, oynamıyor" diye manşet yapardık. Keyfi yerindeyse gülerek gelirdi spor odasına.. "Fener kapansa nasıl verecektiniz?."
Ama gelirdi.. Her hatamızı göstermek için, neşeli, öfkeli, okşayarak, ya da küfür ederek gelirdi mutlak..
Biz her hatamızda Genel Yayın Müdürü ile karşı karşıya kalacağımızı bilirdik. Hiçbir hatamız, yanlışımız, yanımıza kâr kalmazdı. Kalsa öğrenemez, yetişemezdik zaten..
Şimdi Cihat Bey olsa, tüm Genel Yayın Müdürlerini karşısına alır, "Sevgili Ergun, Ertuğrul, Sedat, Serdar, Tayfun!.. Bu turnuvada Şampiyon olsaydık nasıl sayfalar yapacaktınız peki" diye sorar ve yanıt alamazdı.
Çünkü yapılabilecek bütün sayfaları yaptık. İsviçre maçında şampiyon olduk. Çek maçında şampiyon olduk. Hırvat maçında şampiyon olduk Yenilip, elendiğimiz Alman maçında da şampiyon olduk.
Sene içinde bir tur geçen Fener'i Avrupa'nın Kralı yapmadık mı?.. Çeyrek finalde elendi diye, güya teselli babında göklere çıkarmadık ki..
"Bu da yeter Fenerim.. Üzülme Fenerim.. Ağlama Fenerim.. Gönüllerin Şampiyonu Fenerim.."
Bu şarklılıktan kurtulmamız gerek..
Çünkü bu abartının altında yatan kompleks.. Aşağılık kompleksi..,
Kendimizi zirvelere layık görmediğimiz, onu başaracağımıza inanmadığımız için, yarı yola gelene alkış tutuyoruz. Atatürk Kurtuluş Savaşı'nı başlatırken "Başaramayız. Yok olmaktansa Amerikan Mandasına razı olalım" diyen kafalar uzaydan gelmedi..
Sporda geleceğimiz yere gelemeyişimizin sebebi işte bu şarklı kafa..
İnanmıyoruz.. Onun için de aslında kaçırılmış şampiyonlukları iyi analiz edip, neden kaybettiğimizi çözeceğimize, bir sarhoşluk denizinde boğuluyor, ayni hataları tekrar tekrar yapıyoruz.. 2002 de, Dünya Üçüncüsü olduk diye bayram yapacağımıza, "Şampiyonluğu neden kaçırdık" sorusuna yanıt arasaydık eğer..
Tabii, bu soruyu sormak için, Şampiyon olmayı düşünmek gerek önce.. Dünya futbolundaki hızlı gerilemeyi, Güney Amerika'dan Avrupa'ya yıldızların yok oluşunu fark edeceksin. Sonra kendi yakaladığın kuşağın üstünlüklerini içine sindirecek, yürekten inanacaksın..
"Bu takım şampiyon olur" dersen giderken, dönüşte tabii, tarihinde ilk kez Dünya Üçüncüsü olmuşsun, ona sevinirsin, ama Brezilya'ya o köhne takıma niye iki kez yenildiğini de sorgularsın.
Giderken "Bu takım şampiyon olur" dedim. "Hayal taciri" dediler. Dönüşte "Şampiyonluğu kaçırdık" dedim.. "Vatan haini" dediler..
Ne oldu?.
Bu sorgulamayı yapmadığımız için 2004 ve 2006 travmalarını yaşadık. Biz Dünya Üçüncülüğümüzden iki yıl sonra piyasada yokken, Yunanistan, Portekiz'le final oynayıp Avrupa Şampiyonu oldu. Harika top oynadığından değil, Avrupa Futbolu uçurumda gezindiğinden..
Biz 2006'da gene yokken, İtalya, Fransa ile final oynayıp, Dünya Kupası'nı evine götürdü..
Nerde o Yunanistan, Portekiz, Fransa, İtalya bu yıl?.
Yoklar.. Çünkü o başarıların hepsi, 2002'den bu yana, hep "Koyunun olmadığı yerdeki keçiler"in zaferleri..
Bunu bir türlü göremedik..
2008'e Fatih Terim'le başlamamız, bizi önce finallere, ardından yarı finale taşıdı. Ama Terim'in de takıntıları vardı. Aklı Türkiye'de değil, Avrupa'daydı. Akıl almaz hatalar yapmasa, Viyana'da işi bitirir, ülkeye Kupayla dönerdi.. Dünyanın sayılı otoritelerinden Rob Hughes "2004'te Yunanistan'ın yaptığı sürprizi tekrar edecek tek takım Türkiye" diye yazarken, bunun farkındaydı, ama biz değildik.
Ben, 2002'de olduğu gibi, Şampiyonluğu kaybettiğimizi düşünüyorum..
2003'te Süreyya Ayhan'ın Dünya Şampiyonluğunu kaybettiğine inandığım için vatan haini ilan edilmiş, bir dünya ikinciliğini niye alkışlamadığım sorulmuştu, geniş kitleler ve onları yönlendiren meslektaşlarım tarafından..
Peki nerde bugün Süreyya?.. Dünyanın son yıllardaki en büyük kadın atletlerinden biri nerde?. Portföyünde Dünya, Olimpiyat Şampiyonlukları, yığınla altın, banka cüzdanında milyonla dolar olması gereken Süreyya nerde?. Alnına sürülen doping lekesini temizlemekle uğraşıyor, sefalet içinde.. Spor yaşamı başlamadan biteli yıllar oluyor.
Kendimizi iyi ölçmeli, iyi değerlendirmeli, dünya içindeki yerimizi iyi tayin etmeliyiz.
O zaman değer ölçülerimiz doğru, o zaman sevinç, coşku ve kutlamalarımız dengeli olur. O zaman, ilk kez gelen Avrupa Yarı Finalini alkışlarken, şampiyonluğu niçin kaybettiğimizi de sorgular, hatalarımızı belirleriz.
İlerlemenin, gelişmenin yolu budur.
2008'den gereken dersleri almazsak, bu erken sarhoşluk bir kez daha aşağılık kompleksimizi gizler ve tedavisini engellerse, 2010'da, 12'de gene yok oluruz..2004 ve 06'da yok olduğumuz gibi..
Bugünkü Tüm Yazıları
Abartmanın altına sakladığımız kompleks!..
Yayın tarihi: 27 Haziran 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/27//uluc.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.