kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 16 Haziran 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Başbakan Erdoğan ile ilgili savunma

Yeni Haber
AK Parti'nin kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesine verilen esas hakkındaki savunmanın, ''Başbakan ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan Hakkındaki İddialara İlişkin Cevaplar'' bölümünde, ''Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, AK Parti'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi ile ilgili hiçbir eylemi yoktur'' denildi.

Bu bölüme ilişkin savunmada, AK Parti'nin kapatılması istemiyle Anayasa Mahkemesine açılan davada, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında 61 iddia dile getirdiği anımsatıldı.

Savunmada, iddialardan 60'ının, gazete ve internet sayfalarında yer alan düşünce açıklamalarından oluştuğu, bir tanesinin de idari bir düzenleme olan yönetmelik değişikliğine ve düşünce açıklamasına dayandığı belirtildi.

Anayasa'nın 69. maddesinin 6. fıkrası uyarınca, ancak sınırlı ve belli şartların birlikte varlığı halinde siyasi parti üyelerinin sadece eylemlerinin, parti kapatma nedeni olduğu, söylemlerin hiçbir şekilde siyasi parti kapatma nedeni veya delili olamayacağı ifade edilen savunmada, ''Aksinin kabulü, Anayasa'nın açık ihlalidir. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, AK Parti'nin laikliğe aykırı eylemlerin odağı haline gelmesi ile ilgili hiçbir eylemi yoktur. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı da iddianamesinde, hiçbir eylemden söz etmemiştir. Bu nedenle yapılan ithamların tamamı, Anayasa'nın 69'uncu maddesine açıkça aykırıdır'' görüşüne yer verildi. Hukuk devletinde iddianamelerin, vehimler, tahminler veya kehanetler üzerine değil, Anayasa ve yasalara uygun somut gerçeklikler üzerine bina edildiği vurgulanan savunmada, ''Hiçbir hukuk devletinde iddia makamının, hakkında iddianame düzenlediği kişilerin açıklamalarını; söylendikleri yer, zaman ve neden bağlamından koparıp, muhatabını görmezlikten gelip, daha da vahimi söyleneni veya yapılanı söyleyen veya yapanın iradesi dışında kendi anlayışına göre değerlendirip, söyleyenin veya yapanın hiç kastetmediği ve hatta aklına bile getirmediği anlamlar yüklemesi ve bundan dolayı sorumlularının tecziyesini talep ve dava etmesi söz konusu olamaz. Aksinin kabulü ve yapılması, hukukun evrensel ilkeleri ve Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan hukuk devleti ilkesinin ayaklar altına alınmasıdır'' denildi.

LAİKLİK

Savunmada, iddianamenin 28. sayfasında yer alan 21 Ağustos 2001 tarihli bir gazete haberine de değinildi.

İddianamede, Başbakan Erdoğan'ın, AK Parti kurulmadan yıllar önce (1994) yaptığı bir konuşmada geçen laiklik değerlendirmelerine dair kastının ne olduğunun açıklandığı ifade edilen savunmada, ''Bunun yanında aynı haberde, Başbakan'ın, laikliğin bir sistem ve devletin niteliği olduğuna, laikliğin din gibi algılanmasının yanlışlığına, din ile laikliğin birbirinden ayrı şeyler olduğuna dair açıklamaları da vardır'' denildi.

''Ne gariptir ki iddia makamı, bu kısımları iddianameye almamıştır. Buradan farklı anlamlar üretmek, ne hukuka ve ne de iddiaya bir değer katar. Bilakis hukuku bozar'' görüşü savunulan savunmada, şöyle devam edildi: ''Kişilerin dini ve vicdani kanaatlerinden ötürü kınanmaması ve tercihlerinin teminat altına alınması, laiklik ilkesi gereğidir. Anayasamıza göre laiklik; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ayrılmaz ve değiştirilmez bir vasfı olup, hiçbir zaman dinsizlik değildir ve kişilerin dinini yaşamasına veya dindar olmasına da mani değildir. Aksine laiklik, bütün dinlerin, inançların ve ibadetlerin teminatı, bu konulardaki hürriyetin ifadesidir. Bu husus, Anayasa'nın 2. maddesinin gerekçesinde de açıkça ifade edilmiş, 'Hiçbir zaman dinsizlik anlamına gelmeyen laiklik ise her ferdin istediği inanca, mezhebe sahip olabilmesi, ibadetini yapabilmesi ve dini inançlarından dolayı diğer vatandaşlardan farklı bir muameleye tabi kılınmaması anlamına gelir' denilmiştir. Anayasa, Anayasa Mahkemesi ve doktrin dahil herkes, laikliğin bir din olmadığını söylüyor. Başbakan da aynı şeyi, yani laikliğin bir din olmadığını söylüyor. Herkes laikliğin bir sistem olduğunu vurguluyor. Başbakan da 'laiklik bir sistemdir' diyor, yani aynı şeyi söylüyor. Anayasa da laikliği, bireyin değil Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin niteliklerinden biri olduğunu söylüyor. Herkes laikliğin din, inanç ve ibadet hürriyetinin teminatı olduğunu ve dindarlığa mani olmadığını söylüyor, Başbakan da 'laikliğin din, inanç ve ibadet hürriyetinin teminatı olduğunu ve dindarlığa mani olmadığını, dindar bir kişinin de laiklik ilkesini benimseyebileceğini' söylüyor. Özetle ifade etmek gerekirse Başbakan'ın söylediği, Anayasa, Anayasa Mahkemesi ve doktrinin söylediklerinin, farklı bir üslupla tekrar ve ifadesidir.''Savunmada ayrıca, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, ''Türkiye Cumhuriyeti'nin laik niteliğini benimsediğini, laikliğin teminatının AK Parti olduğunu, laikliğin bir sigorta olduğunu ifade eden ve laikliğin önemine vurgu yapan sayısız konuşmaları olduğu anımsatıldı.

İddianamede delil olarak sunulan pek çok konuşmanın da bunu açıkça gösterdiği belirtilen savunmada, şöyle denildi: ''(Laiklik çok farklı bir konudur. Laik olduğumuz Anayasa'da belirtilmiştir. İnsanlar dini gereklerini böylece yerine getirebilir. İslam ile laikliği yan yana tanım olarak getirmek yanlış olur. Kişiler laik olmaz.) 'Bazıları laikliği din gibi algılıyor. Laiklik din olursa aynı anda Müslüman olunamaz. İnsan iki dine mensup olamaz. Asıl itibarıyla laiklik bir sistemdir ve fertlerin değil, devletin laikliği söz konusudur. Dine mensupluksa ferdi bir tasarruftur. O manada söyledim. Laikliği din haline getirirseniz halkı üzersiniz', 'Bizim laiklikle derdimiz yok. 1982 Anayasası'nın laikliği düzenleyen maddesinin gerekçesinde bir tanım mevcut. Gerekçe, (bütün dinlere eşit mesafede olmak) diyor. İnançlar, devlet güvencesinde. Tekrar ediyorum, Ben insan olarak laik değilim, devlet laiktir. Buna mukabil, laik düzeni korumakla yükümlüyüm ama siz laikliği bir din gibi takdim ederseniz, bu ülkenin halkını üzersiniz. Türkiye iyiye gidiyor, hükümet başarılı, laikliği gündeme getirip, bundan nemalanmak isteyenler var. Türkiye'de (niyet okuyucuları) haksız isnatlar ortaya atıyor. Laik toplumda din, laik yönetimin güvencesindedir. Laiklik, tüm inanç gruplarına eşit mesafede olmak şeklinde tanımlanmıştır ve zaten bu temin edildiği içindir ki laiklik bizim için bir yerde sigortadır.' İddianamede yer alan bu açıklamalar, Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan'ın, laiklik ilkesinden yana olduğunu gösteren ve iddianameyi tekzip eden, iddianameden delillerdir.''

ÜST KİMLİK

AK Parti'nin kuruluşundan yıllar önce söylendiği iddia edilen beyanlar nedeniyle Başbakan'ın ve Genel Başkanı olduğu AK Parti'nin sorumlu tutulması ve tecziyelerinin talep ve davasının, hukuken ve fiilen imkansız olduğu vurgulanan savunmada, ''Bütün bu hukuki ve fiili somut gerçekliklere rağmen iddia makamı, AK Parti kurulmadan yıllar önce yapıldığı iddia olunan bu beyanları, iddianamesine delil olarak koymaktan çekinmemiştir. Bu, hukukun evrensel ilkeleri, Anayasa ve yasaların açık bir ihlalidir'' denildi.

''Kaldı ki hukuk devletinde, yıllar önce yapılmış konuşmalar, konuşmayı yapanın iradesi dışında yeniden yayımlanması, bu konuşmaları bugün yapılmış konumuna getirmez'' görüşü savunulan savunmada, şunlar kaydedildi: ''İddianamenin 28. sayfasında yer alan beyanlar, Yugoslavya örneğinde olduğu gibi bir etnik çatışmanın Türkiye'de yaşanmayacağını, çünkü Yugoslavya'da yaşayan insanlar arasında din bağı olmadığını, oysa Türkiye'deki etnik unsurları birbirine bağlayan din bağı olduğunu ifade ile dinin etnik gruplar arasındaki birleştiriciliğine dair sosyolojik bir gerçeğin tespit ve ifadesidir. Başbakan Erdoğan, üst kimlik olarak her zaman anayasal vatandaşlığa vurgu yapmış ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının insanlarımızı birleştiren üst kimlik olduğunu konuşmalarında defalarca dile getirmiştir. Nitekim iddianamede de bunu ifade eden konuşmalar yer almaktadır, 'Herkes kendi kimliğiyle övünebilir. Bu onun en doğal hakkıdır. Kürt Kürtlüğüyle, Türk Türklüğüyle, Çerkez Çerkezliğiyle, Laz Lazlığıyla övünebilir. Etnik kimlik anlamında söylüyorum ama bizi üstte birbirimize bağlayan üst kimlik Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır. Bu ortak paydadır.' 'Üst kimlik olarak kullandığım ifade; Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığıdır ve bunun defaatle açıklamalarını yaptık. Ama buna rağmen bazıları anlamak istemiyor. Yine söylüyorum, din bir çimentodur ve şu anda en önemli birleştirici unsurumuzdur. Tarih boyunca bu böyledir.' İddianamede yer alan bu beyanlar, iddianameyi tekzip etmektedir ama ne gariptir ki iddia makamı, AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan'ın Anayasa'nın tanıyıp teminat altına aldığı 'Düzeltme ve cevap hakkını' kullanarak yaptığı açıklamaları dahi, Anayasa'ya rağmen iddianameye almıştır. İddia makamını tekzip eden beyanlar, hiçbir zaman iddiayı teyit eden açıklamalar veya deliller olarak alınamaz ve kullanılamaz. İddia makamının bu yaklaşımı, hukukun genel ilkeleri ve Anayasa'da ifadesini bulan hukuk devleti ilkesinin alenen ihlalidir. Bir Başbakan'ın, ülkesindeki insanların birlik ve beraberliğine vurgu yapması, bireyleri birleştiren ögelerden biri olan dine vurgu yapması, ne laikliğe ve ne de Anayasa'ya aykırıdır.''

KUR'AN-I KERİM ÖĞRENME HAKKI

Başbakan'ın, Türk Ceza Kanunu'nun 263. maddesi ile ilgili değerlendirmelerinin de Anayasa ile uyumlu olduğu belirtilen savunmada, Anayasa'da, ''Her insanın, inandığı dine ait kutsal kitabı öğrenme hakkı din ve vicdan özgürlüğünün bir gereği olup, laiklik ilkesinin de teminatı altındadır'' ifadesinin yer aldığı anımsatıldı.

''Müslüman olan Türk vatandaşları bakımından Kur'an öğrenim hakkı da evleviyetle böyledir'' denilen savunmada, şu görüşlere yer verildi:''Ayrıca bu konuda devletin de pozitif yükümlülüğü vardır. Bir anayasal kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığının normatif misyonlarından birisi de budur. Din ve vicdan özgürlüğü kapsamında olan Kur'an-ı Kerim öğreniminin, Tevhid-i Tedrisat Kanunu'nun sınırları içerisinde nasıl gerçekleştirileceği sorunu, elbette ki bir eğitim politikası sorunudur. Bu sorunun çözümünde değişik partilerin değişik politika ve proje üretmeleri, siyasal çoğulculuğun ve siyasal düşünce özgürlüğünün gereğidir. Bu konuda farklı görüşlerin serdedilmesini Anayasa'ya aykırı sayan bir anlayış savunulamaz.''

AK Parti'nin kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesi'ne verilen esas hakkındaki savunmanın, ''Başbakan ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan Hakkındaki İddialara İlişkin Cevaplar'' bölümünde, ''Erdoğan'ın yaptığı açıklamalar, ülkesinde uzun yıllardır yaşanan, genç kızlarımız aleyhine ayrımcılığa neden olan, hukuk, adalet, demokrasi, eşitlik ve laiklikle örtüşmeyen bir yasağın kaldırılması, bir sorunun çözülmesine dönük düşünce açıklamalarıdır'' denildi.

Bu bölüme ilişkin savunmada, Erdoğan'ın, Türk Ceza Kanunu'nun (TCK) 263. maddesi hakkında değerlendirmelerine ilişkin iddiaya konu olan konuşmasında, ''Kur'an öğrenimi üzerinde durduğu, ayrıca türban konusunda çözüm için toplumsal ve kurumsal mutabakatın gerekliğini ve şu anda da kurumsal mutabakat olmadığından çözümün zaman alacağını ifade ettiği'' belirtildi. Savunmada, Başbakan'ın beyanlarının, laiklik ve Anayasa ile uyumlu olduğu belirtilerek, TCK'nın 263. maddesinde yapılan değişikliğin, Cumhurbaşkanı'nca onaylanarak yürürlüğe girdiği ne Cumhurbaşkanı ne de Ana Muhalefet Partisi tarafından Anayasa Mahkemesi'ne götürülmediği anımsatıldı. Şu anda yürürlükte olan bir kanun maddesi nedeniyle AK Parti'nin itham edilemeyeceği kaydedildi. Savunmada, yıllar önce yapılmış konuşmaların konuşmayı yapanın iradesi dışında yeniden yayınlanmasının, bu konuşmaları bugün yapılmış konumuna getirmeyeceği ifade edilerek, her hangi bir parti üyesinin, partinin kuruluşundan önceki beyanlarının partiye isnat edilemeyeceği dile getirildi. AK Parti'nin kuruluşundan yıllar önce söylendiği iddia edilen beyanlar nedeniyle Başbakan'ın ve Genel Başkanı olduğu AK Parti'nin sorumlu tutulması ve tecziyelerinin talep ve davasının hukuken ve fiilen imkansız olduğu savunularak, ''Bütün bu hukuki ve fiili somut gerçekliklere rağmen iddia makamı, AK Parti kurulmadan yıllar önce yapıldığı iddia olunan bu beyanları, iddianamesine delil olarak koymaktan çekinmemiştir. Bu, hukukun evrensel ilkeleri, Anayasa ve yasaların açık bir ihlalidir'' denildi.

İddianamenin eklerinde, Başbakan Erdoğan'ın bazı televizyonlarda yayımlanan konuşmalarından kısmi alıntılar yapıldığı, ancak bu programların CD'si veya deşifresine yer verilmediği belirtildi.

''YÜKSEKÖĞRETİMDE YAŞANAN BAŞÖRTÜSÜ SORUNU''

Erdoğan'ın 2004 yılında katıldığı bir programda, ''yükseköğrenimde yaşanan başörtüsü sorunu ve çözümü'' bağlamında; ''kamusal alan'', ''Vakıf Üniversitelerinde başörtüyle eğitime devama imkan tanınması'', ''Başörtülülere devlette görev verilmemesi, özel sektörde çalışması'' ve ''Din eğitimi ve öğretimi'' konularında açıklamalarda bulunduğu hatırlatıldı.

Siyasi ve fikri çoğulculuğun egemen olduğu demokratik sistemlerde iktidarda olsun veya olmasın hiçbir siyasi partinin, toplumda yaşanan sorunları görmezlikten gelemeyeceği belirtilen savunmada, şöyle denildi: ''Nitekim demokratik bir ülke olan Türkiye'de, yükseköğrenimde yaşanan başörtüsü sorununun varlığını kabul etmeyen ve çözümüne dair görüşlerini kamuoyu ile paylaşmayan hiçbir siyasi parti yoktur. Bazı siyasi partiler sorunun çözümünü parti programına koyarken, bazıları milletvekillerine kanun teklifi verdirmiş ve bazıları ise sorunu çözmek amacıyla yasal düzenlemeler yapmışlardır. TBMM de bu sorunu incelemek üzere bir Araştırma Komisyonu kurmuştur. Demokratik hukuk devleti olan bir ülkede laiklik, öğrenim hakkının teminatıdır. Sorun, demokraside, laiklikte veya hukukta değildir. Sorun, birilerinin laiklik anlayışında, kendi yorumlarını laiklik, demokrasi ve hukuk yerine ikame edişlerindedir.AK Parti'nin ve onun Genel Başkanı ve Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nın bu sorunu görmezlikten gelmesi, yok sayması, çözümüne dair bir arayış içinde olmaması beklenemez. Demokratik hukuk devletinde, siyasetçilerin, demokrasi ve hukuk içinde kalarak ülke sorunlarına çözüm araması, çözüm üretmesi ve iktidarda ise sorunları çözmesi, yadsınamaz ve kınanamaz. Aksinin varit olması, o ülkenin demokratik niteliğine gölge düşürür. Demokratik bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti'nin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan'ın yaptığı açıklamalar, ülkesinde uzun yıllardır yaşanan, genç kızlarımız aleyhine ayrımcılığa neden olan, hukuk, adalet, demokrasi, eşitlik ve laiklikle örtüşmeyen bir yasağın kaldırılması, bir sorunun çözülmesine dönük düşünce açıklamalarıdır. Bunun laiklikle çatışır, demokrasi ile bağdaşmaz bir yönü yoktur. Aksine bu açıklamalar, demokrasi ve laikliğin gereği olan açıklamalardır.''

''LAİKLİK BİR DİN DEĞİLDİR''

Savunmada, Erdoğan'ın 2005'te Alman Welt Sontang gazetesine verdiği bir demeçten alınmış sözlerin orijinaline veya Türkçe çevirisine yer verilmeyen iddianamede, Türk gazetelerine ait kimi gazete kupürlerinin delil olarak yer aldığı belirtilerek, ''İddia makamının, haberin aslı Almanca metni ve Türkçe çevirisini dosyaya eklemesi, delil hukukunun bir gereğidir. Bu gerekliliği yerine getirmeyen iddia makamı, Anayasa ve hukukun evrensel ilkelerini açıkça ihlal etmiştir'' denildi.

Alman Welt Sontag Gazetesinin haberinin basında çarpıtılarak yansıtılması üzerine, bir tekzip ve düzeltme açıklaması yapılmasına karşın iddia makamının buna da itibar etmediği ifade edilen savunmada, aksi hukuken sabit oluncaya kadar bu tekzip ve düzeltmelere göre hareket etmenin, hukuk devleti olmanın asgari bir gereği olduğu belirtildi.

''Erdoğan'ın bu demeçteki laiklik ilkesiyle ilgili değerlendirmelerinin ne Anayasa'ya ne de laiklik ilkesine aykırı olduğu'' ifade edilen savunmada, şöyle devam edildi: ''Laiklik, bir din değildir. İnsanlar iki dinden birini seçmek gibi bir tercih durumunda değildir. Hem dindar olmak hem de devlet yönetiminde laiklik ilkesinin uygulanmasına karşı olmamak mümkündür. Laiklik ilkesi din ve vicdan özgürlüğünün de teminatıdır. Kişilerin dini ve vicdani kanaatlerinden ötürü kınanmaması ve tercihlerinin teminat altına alınması laiklik ilkesi gereğidir. Anayasamıza göre laiklik; Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ayrılmaz ve değiştirilmez bir vasfı (Anayasa madde 2 ve 4) olup, hiçbir zaman dinsizlik değildir ve kişilerin dinini yaşamasına veya dindar olmasına da mani değildir. Aksine laiklik; bütün dinlerin, inançların ve ibadetlerin teminatı, bu konulardaki hürriyetin ifadesidir. Nitekim Anayasamıza göre de laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti, din ve vicdan özgürlüğünü bir hak olarak tanımış ve teminat altına almıştır.''

''FARKLI ZAMANLI KONUŞMALAR EŞ ZAMANLI GİBİ YANSITILMIŞ''

Savunmada, farklı zamanlarda yapılan ve hukuka hiçbir aykırılık taşımayan konuşmaların, eş zamanlı yapılmış konuşmalar olarak yansıtmanın da iddianamenin yöntemleri arasında yer aldığı iddia edildi.

Savunmada, şöyle denildi: ''İddia makamı, Başbakan'ın beyanlarını; söylenilen yer, zaman, neden ve muhatap bağlamından koparmış, daha da vahimi onun iradesine rağmen kendince anlamlandırmıştır. Ayrıca kendi yüklediği anlamı, sanki Başbakan söylemiş gibi gösterip, onun sorumluluğunu talep etmiştir.Hiçbir hukuk devletinde iddia makamı, böyle bir şey yapmaz ve yapamaz. Aksinin kabulü, hukukun evrensel ilkeleri ve Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan hukuk devleti ilkesinin ayaklar altına alınmasıdır. Bu değerlendirmesiyle iddia makamı, hem Anayasaya ve hem de hukukun evrensel ilkelerine aykırı davranmıştır.''

''REFERANDUMDAN BAHSETMEK ANAYASA'YA AYKIRILIK OLUŞTURMAZ''

Başörtüsü konusunda herkesin varlığını kabul edip çözümünü tartıştığı bir sorunu Başbakan'ın dile getirmiş olmasının da ne laiklik ilkesine ne de Anayasa'ya aykırı olduğu ifade edilen savunmada, ''Aksinin kabulü, Anayasa'nın 2. maddesinde ifadesini bulan demokratik hukuk devleti ve 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkelerine açık bir aykırılıktır. Kaldı ki demokratik hukuk devleti olan bir ülkede laiklik, öğrenim hakkının teminatıdır'' denildi.

Savunmada, ''Referandum süreci, Anayasal bir süreçtir. Bir Başbakan'ın, Anayasa da yer alan bir hukuk müessesinden bahsetmesi, Anayasa'ya aykırılık oluşturmaz'' görüşüne yer verildi.

AK Parti'nin kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesine verilen esas hakkındaki savunmanın, ''Başbakan ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki iddialara ilişkin cevaplar'' bölümünde, ''Türkiye'de, yüksek öğrenimde yaşanan başörtüsü sorununun varlığını kabul etmeyen ve çözümüne dair görüşlerini kamuoyu ile paylaşmayan hiçbir siyasi parti yoktur. Herkesin varlığını kabul edip çözümünü tartıştığı bir sorunu Başbakan'ın dile getirmiş olmasının ve çözümüne dair öneride bulunması, ne laiklik ilkesine ve ne de Anayasa'ya aykırıdır'' denildi.

Bu bölüme ilişkin savunmada, Başbakan Erdoğan'ın ''Söz söyleme hakkı din ulemasınındır'' dediğini ve bu konuda AİHM'in bilirkişi görüşü almadan karar vermesini eleştirdiği anımsatılarak, bu açıklamaların basın-yayın organları tarafından ''çarpıtıldığı'' ifade edildi. Başbakan'ın bu konudaki tekzip ve açıklamalarının iddia makamı tarafından dikkate alınmadığı kaydedilen savunmada, aksine ''gerçeğe aykırı'' gazete haber ve yorumlarına itibar edildiği görüşüne yer verildi.

Türkiye'de, yükseköğrenimde yaşanan başörtüsü sorununun varlığını kabul etmeyen ve çözümüne dair görüşlerini kamuoyu ile paylaşmayan hiçbir siyasi parti olmadığı, herkesin varlığını kabul edip çözümünü tartıştığı bir sorunu Başbakan'ın dile getirmiş olmasının ve çözümüne dair öneride bulunmasının, ne laiklik ilkesine ve ne de Anayasa'ya aykırı olduğu belirtildi.

Savunmada, hiçbir hukuk devletinde, özgürlük alanının genişletilmesi talebinin dillendirilmesinin hukuka aykırı kabul edilemeyeceği anlatıldı.AK Parti'nin, kadına karşı ayrımcılıkla kurulduğu günden bugüne tavizsiz mücadele ettiği, bugünden sonra da tam eşitlik sağlanıncaya kadar mücadelesine devam edeceği ifade edilerek, şunları kaydedildi: ''Türkiye'de özgürlükler konusunda tam bir mutabakat yoktur. Mutabakat sağlandıkça, özgürlük alanının genişleyeceği de muhakkaktır. Bir Başbakan'ın, hem de elinde yasa çıkaracak yasal çoğunluğu da olduğu halde, özgürlük alanının genişletilmesi ve yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi için genel mutabakat arayışının ve bunu alenen ifadesinin neresi Anayasaya aykırıdır? Bu açık ifadeden, gizli anlamlar çıkarmak mümkün değildir. Hukuk devleti, açık sözlerden gizli anlamlar çıkaran ve sonrada çıkardığı gizli anlamlardan dolayı kişileri itham edip sorumluluğunu talep eden devlet değildir. Aksine hukuk devletinde yasalar açıktır, yargılama açıktır, iddia makamı veya başkaca bir yargı makamı gizli anlamlar aramaz, onlar somut ve açık anlamlardan hareket ederler. İddia makamı bu tutumuyla hukuk devleti ilkesini alenen ihlal etmiştir. Zira çoğulcu demokrasilerin hakim olduğu hiçbir hukuk devletinde, bir siyasi parti liderinin, özgürlük alanını genişletme talebini Anayasa ve yasaya aykırı görülmez. Bunun aksinin kabulü Anayasa ve yasaların alenen ihlalidir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, iddianamede yoğunlukla gözlendiği gibi olağan ve normal olan bir durum ve ifadeyi, anormal gösterme tutumu içindedir. Bu ifadenin iddianameye konulması bunun diğer bir kanıtıdır. İddia makamı, böylesi bir yaklaşımı hukuken benimseyemez ve uygulayamaz. Ancak maalesef, iddianamenin pek çok yerinde bunun örneklerine rastlamakmümkündür. Bu yönüyle iddianame, adeta teyakkuz halindedir. Her şeyden, bu doğru olsa ve hatta Anayasa veya bir yasa hükmünün aynen tekrarı olsa bile bundan Anayasaya aykırılık ve laiklik karşıtlığı üretme gayreti görülmektedir. İddia makamının bu tutum ve yaklaşımı, açık bir Anayasa ihlali olup, ayrıca iyi niyet kurallarıyla da bağdaşmamaktadır.''

ALMANYA'DAKİ TOPLANTI

Savunmada, bir Başbakan'ın, yabancı bir ülkede yaşayan vatandaşlarının sorunlarını dinlemesinin, bununla ilgili diyaloğa girmesinin ve çözüm aramasının yadırganması ve bunun parti kapatmanın delili ve sebebi sayılmasının ''iddia makamının hukuk devleti anlayışına kazandırdığı yeni bir perspektif olsa gerek'' görüşüne yer verilirken, Almanya'nın Berlin kentinde halk toplantısı sırasında bir Türk vatandaşının, Türk Büyükelçiliğinde yaşadığı bir sorunu dile getirdiği, Başbakan'ın, vatandaşın vaki sorununu dinlediği, konunun araştırılacağını ve varsa problem giderileceğini ifade ettiği anımsatıldı.

Savunmada, ''Bu sırada Başbakan, soruna dair Büyükelçi'den de bilgi almıştır. Burada Anayasa'ya aykırı olan ne? Türk vatandaşının yaşadığı bir sorunu kendi ülkesinin Başbakanına aktarması mı? Yoksa Anayasaya aykırı olan, Başbakanın vatandaşını dinleyip, çözümü için gerekeni yapacağını söylemesi mi veya Anayasaya aykırı olan, Başbakanın işin aslını Büyükelçiden sorup bilgi alması mı?'' diye soruldu. İddianamenin 46-47. sayfalarında yer alan 42 numaralı iddiada Başbakan Erdoğan'ın Danıştayın muhtelif kararlarını eleştirdiği ve meslek liseleri ile düz lise arasındaki katsayı sorununu ile ülkedeki İmam Hatip açığına değindiği hatırlatıldı.

''Meslek liselerinde yaşanan katsayı sorunu, Türk eğitimimin ortak sorunudur' denilen savunmada, şunlar kaydedildi: ''Başbakan'ın açıklamasında, bu soruna değinmesinin Anayasaya aykırı bir yönü yoktur. Bir Başbakan'ın, ülkesinde var olan bir soruna karşı duyarsız veya kayıtsız kalması düşünebilir mi? Elbette ki düşünülemez. Bizim katsayı sorununa yaklaşımımız, İmam-Hatip liseleri özelinde değildir, genel bir yaklaşımdır. Ancak bu sorunda taraf olanlar, her vesile ile Meslek liselerindeki katsayı sorununu, sadece İmam-Hatip Lisesi sorununa indirgemişlerdir. Biz, bizim dışımızda yapılan bu değerlendirmelere karşı olduğumuzu her defasında ifade ettik. Eşitlikçi bir bakışı benimsedik. Bu yaklaşım laikliğe karşıtlık değil, laikliğin gerçek anlamı ile kullanılmasına yöneliktir. Laikliğin toplumdaki herhangi bir insanı, üstelik resmi bir okulda okumasından ötürü dışlayan ve tehlike gösterenlerin asıl olarak laikliğe zarar verdiğini ifade eden bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım laikliğe karşıtlık değil, laikliğin gerçek anlamı ile kullanılmasına yöneliktir. Devlet, kendi eğitim öğretim kurumlarına ikircikli bakmaz ve bakılmasına da müsaade etmez. Ne gariptir ki iddianame, bu okullara ikircikli yaklaşmamayı Anayasa ihlali ve parti kapatma nedeni sayan, hukuk dışı bir yaklaşıma sahiptir. Üniversiteye girişte uygulanan katsayı adaletsizliğinin kaldırılmasını savunmak ve bu yönde çalışma yapmak, Anayasa'ya kesinlikle aykırı değildir. Bunun aksinin kabulü, 1998 senesine kadar böyle bir uygulama olmaması nedeniyle, bütün hükümetlerin ve idarenin Anayasa'yı ihlal ettiği anlamına gelir ki bu doğru değildir. Zira meslek liseleri, 1998 yılına kadar üniversite sınavlarında farklı katsayı uygulamasına tabi değildi. Farklı katsayı uygulaması, 1998'de başladı. 1998'e kadar Anayasa'ya ve laikliğe aykırı olmayan üniversiteye giriş sistemindeki puan hesaplama usulü, meslek liseleri bakımından hem de Anayasa değişmediği halde 1998'den sonra Anayasa'ya aykırı hale gelmesi veya getirilmesi ve daha da kötüsü bunun bir siyasi partinin kapatılmasının nedeni gösterilmesi, Anayasa'dan kaynaklanmamakta, Anayasa'ya rağmen yapılan uygulamalardan kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla bu sözlerde laikliğe karşı bir anlam ve laiklik ilkesine yönelik bir saldırı yoktur. Tam tersine laiklik ilkesinin kuvvetlendirmeye ve onu istismar edenlerin ellerinden kurtarmaya çalışarak laiklik ilkesinin hiç kimseyi dışlamadığına dair bir değerlendirme ve tespittir.''

Savunmada, Başbakan'ın bir başka konuşmasıyla ilgili olarak da imam hatibe ihtiyaç olduğunu Diyanet İşleri Başkanlığından daha iyi kimin bilebileceği sorularak, ''Bir yandan hurafelerin yaygınlaşmasından şikayet edip, diğer yandan hurafeleri ortadan kaldırıp doğru din bilgisi ile toplumu aydınlatacak din görevlilerinin alınmasından şikayetçi olmak açık bir çelişkidir. Ve doğru da değildir'' denildi.

AK Parti'nin hakkındaki kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesine verilen esas hakkındaki savunmanın ''Genel Başkan ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Hakkındaki İddialara İlişkin Cevaplar'' bölümünde, ''Herkesin varlığını kabul edip çözümünü tartıştığı bir sorunu Başbakan'ın dile getirmiş olması, ne laiklik ilkesine ne de Anayasa'ya aykırıdır'' denildi.

Savunmanın bu bölümünde, Başbakan Erdoğan'ın YÖK, 2B ve başörtüsü sorununa dair değerlendirme ve tespitlerde bulunduğu konuşmalarıyla ilgili iddialara yer verildi.

Yükseköğrenimde yaşanan başörtüsü sorununun varlığını kabul etmeyen ve çözümüne dair görüşlerini kamuoyu ile paylaşmayan hiçbir siyasi parti olmadığı belirtilen savunmada, ''bu sorunun, Anayasa Mahkemesi ve idari yargıda dava konusu olup, mahkemelerce de tartışıldığı'' kaydedildi. Bunun bile, böyle bir sorunun varlığının delili olduğu öne sürülen savunmada, ''Herkesin varlığını kabul edip çözümünü tartıştığı bir sorunu Başbakan'ın dile getirmiş olması, ne laiklik ilkesine ne de Anayasa'ya aykırıdır. Aksinin kabulü, Anayasa'nın 2.maddesinde ifadesini bulan demokratik hukuk devleti ve 10. maddesinde yer alan eşitlik ilkelerine açık bir aykırılıktır'' görüşlerine yer verildi.Demokratik hukuk devleti olan bir ülkede laikliğin, öğrenim hakkının teminatı olduğu vurgulanan savunmada, ''Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye'de, ne demokrasi, ne laiklik, ne hukuk, başörtülü öğrencilerin yükseköğrenim hakkına manidir'' denildi.Başbakan Erdoğan'ın, ''Kesin bir takvimimiz yok. Biraz atmosfer ve zemin olayı'' şeklindeki ifadelerinin, YÖK, Kamu Reformu ve 2B yasalarıyla ilgili olduğu, başörtüsü ile uzaktan ve yakından hiçbir ilgisinin bulunmadığı belirtildi.

Savunmada, ''İddia makamı, niyet okuyucu değildir, olamaz da... İddia makamı, somut gerçeklikten hareket eder, söylenilen sözü, söyleyenin iradesine rağmen anlamlandıramaz'' denildi.

İDDİA MAKAMININ LAİKLİK YORUMU...

Savunmada, Erdoğan'ın, çeşitli zamanlara ait konuşmalarındaki, ''...Şu anda biliyorum, bazı sıkıntıları yaşıyoruz. Bunu ben de yaşıyorum. Gönlümün derinliklerinde yatan hıçkırıklar var... Her şey zamana gebe ama sabırlı olmaya mecburuz... Halkının yüzde 99'u Müslüman olan ülkemizde şunu unutmayalım ve gerçekleri birbirine hiçbir zaman karıştırmayalım; İslam devleti olmak başka bir şey, bir İslam ülkesi olmak başka bir şey...'' şeklindeki sözlerinin Anayasa veya laikliğe aykırı olmadığı öne sürüldü. Savunmada, ''Anayasa ve laikliğe aykırı olan Başbakan'ın değerlendirme ve tespiti değil, iddia makamının laiklik yorumudur. Başbakan'ın bu açıklamalarından; ayrımcılık, laiklik karşıtlığı, takiye, İslam devleti çarpıtması, Anayasa'ya aykırılık ve parti kapatma gerekçesi asla çıkarılamaz. Aksine Başbakan'ın bu beyanları, hem Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nı hem de iddianamesini açıkça tekzip etmektedir'' ifadelerine yer verildi.

Savunmada, ''meslek liselerinde yaşanan katsayı sorununun, Türk eğitimimin ortak sorunu'' olduğu ifade edilerek, Başbakan Erdoğan'ın açıklamasında, bu soruna değinmesinin Anayasa'ya aykırı bir yönü bulunmadığı kaydedildi. Savunmada, ''Bir Başbakan'ın, ülkesinde var olan bir soruna karşı duyarsız veya kayıtsız kalması düşünebilir mi? Elbette ki düşünülemez. Bizim katsayı sorununa yaklaşımımız, imam-hatip liseleri özelinde değildir, genel bir yaklaşımdır. Ancak bu sorunda taraf olanlar, her vesile ile 'meslek liselerindeki katsayı sorununu', sadece imam-hatip lisesi sorununa indirgemişlerdir. Eşitlikçi bir bakışı benimsedik. Bu yaklaşım laikliğe karşıtlık değil, laikliğin gerçek anlamı ile kullanılmasına yöneliktir'' görüşlerine yer verildi.

''İMAM HATİP LİSELERİ DE DEVLET TARAFINDAN KURULDU''

İmam hatip liselerinin de diğer liseler gibi devlet tarafından kurulduğu ve bu okulların da devletin gözetim ve denetimi altında faaliyet gösterdiği belirtilen savunmada, ''Bir yandan bu okulların faaliyetini sürdürmeyi Anayasa'ya uygun bir devlet görevi sayarken, diğer yandan bu okulların ve burada okuyan öğrencilerin sorunlarına dair değerlendirme ve tespitlerde bulunmayı ve sorunların giderilmesi için çaba sarf etmeyi Anayasa'ya aykırı saymak ve işin vahimi bu kabulün dayanağı olarak Anayasa'yı göstermek, hakla, hukukla ve Anayasa ile izahı kabil olmayan temel bir çelişkidir'' denildi.

''Üniversiteye girişte uygulanan katsayı adaletsizliğinin kaldırılmasını savunmanın ve bu yönde çalışma yapmanın, Anayasa'ya kesinlikle aykırı olmadığı'' ileri sürülen savunmada, şu görüşlere yer verildi: ''Hukuk devletinde sözler veya fiiller, söyleyene göre adalet terazisinde tartılmaz. İnsanların laiklik mi yoksa dindarlık mı gibi bir ikilemde bırakılarak bu ikisinin birbirinin alternatifi gibi yan yana konularak birisini seçmek zorunda bırakılmaları kabul edilemez. Laikliği savunmak adına bu gerçek ifade edilmiştir. Dolayısıyla bu sözlerde laikliğe karşı bir anlam ve laiklik ilkesine yönelik bir saldırı yoktur.''

''İBRETLİK VESİKASI...''


İddianamede, Erdoğan'ın, ''kamuda başörtülü çalışmayı savunduğu'' yönünde sözleri bulunduğunun iddia edildiği belirtilen savunmada, bunun gerçeği yansıtmadığı, Erdoğan'a sorulan soruların, Erdoğan'ın sözleri gibi yansıtıldığı belirtildi. Buna ilişkin Anadolu Ajansı metinleri ve bazı gazete haberlerinden örnekler verilen savunmada, ''Bu açıklığa rağmen iddia makamının, Başbakan'a ait olmayan sözlerin, bizzat Başbakan tarafından sarf edilmiş gibi gösterilmesini, hukukla, Anayasa ile veya herhangi bir yasaya uygunlukla izah etmek mümkün değildir. İddia makamı, belki absürt veya belki akıl almaz yorumlar yapabilir ama asla yalan söyleyemez ve asla Başbakan'a da yalan söyletemez. Bu, iddia makamının hukuk anlayışını ve hukuk tanımazlığını ve keyfiliğini gösteren ibretlik bir vesikadır'' denildi. Savunmada, aksine, ''Erdoğan'ın, başörtülülerin kamuda çalışması gerekmediğini ifade eden sözleri''nin bulunduğu ifade edildi.

''Bir Başbakan'ın, ülkesinde yaşanan toplumsal bir sorunun çözümü maksadıyla yasa çıkarabilecek siyasal çoğunluğu olduğu halde bu yolu tercih etmeyip, mutabakat arayışı içinde olmasının Anayasa'ya veya laiklik ilkesine aykırı'' olamayacağı belirtilen savunmada, ''ayrıca hiçbir hukuk devletinde, özgürlük alanının genişletilmesi talebinin dillendirilmesinin hukuka aykırı olarak nitelendiremeyeceği'' öne sürüldü.

Erdoğan'ın, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin Leyla Şahin kararıyla ilgili sözlerinin de iddianamede yer aldığı belirtilen savunmada, Anayasa veya yasalarda, 'mahkeme kararları eleştirilemez' diye bir kural bulunmadığı, mahkeme kararlarının da eleştirilebileceği kaydedildi. Savunmada, ''Herkes gibi Başbakan'ın da AİHM'in kararına katılmamak veya gerektiğinde eleştirme hak ve yetkisi vardır. İddia makamının bu hak ve yetkiyi, yok sayma veya yok etme hak ve yetkisi yoktur. Hiçbir hukuk devletinde iddia makamı, bir kişiyi, mahkeme kararındaki kabulün tersine konuştu veya mahkeme kararını eleştirdi diye siyasi yasaklı hale gelmesini talep etmez ve edemez'' görüşüne yer verildi.

Savunmada, Erdoğan'ın, ''Türkiye'nin pek çok çözüm bekleyen sorunları olduğunu, bunların çözümünün zaman aldığını, teşkilatlarından 'sabırlı olmalarını' ve 'tahriklere kapılmamalarını' istemesi ve 'her şeyin zamanı olduğunu ve bir yol haritası içinde yürüyeceğini' belirtmesinin, iddia edildiği gibi ''takiye'' değil, ''açık ve samimi bir ifade'' olduğu belirtildi. Erdoğan'ın, çok açık ve net bir biçimde düşüncesini açıkladığı ifade edilen savunmada, ''Bundan gizli anlam çıkarmak, ancak niyet okumakla, ancak kehanetle mümkündür. İddia makamı, niyet okuyucu değildir, olamaz da. İddia makamı, somut gerçeklikten hareket eder, söylenilen sözü, söyleyenin iradesine rağmen anlamlandıramaz'' denildi.

AK Parti'nin kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesine verilen esas hakkındaki savunmanın, ''Başbakan ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki iddialara ilişkin cevaplar'' bölümünde, ''Anlamı yoruma gerek kılmayacak derecede açık olan bir beyandan; 'beyaz çarşaf' kelimelerinden hareketle 'Devleti ve toplumu dönüştürme', 'Laik devlet aleyhine kışkırtıcı tavır' hüküm veya isnadını üretmesi, tam bir çarpıtma ve delil başkalaştırması olup, hukukun evrensel ilkeleri ve Anayasa'nın açık bir ihlalidir'' denildi. Savunmada, iddianamede yer alan ve AK Parti'ye dönük haksız isnatlarda bulunan bir medya grubuna ve ''Akıbeti Menderes gibi olacak'' diye bizzat Başbakan'a karşı imalı tehditte bulunan CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a cevap niteliği taşıyan sözlerde herhangi bir medya grubunun isminin anılmadığı belirtildi. ''Bunların derdi laiklik değil, menfaat hesabı. Bunlar köşeye sıkıştırma metotları. Tehditle bizden bir şey alamazsınız. Bunların istediği düzen demokrasi değil, diktatoryal düzen'' ifadelerinin, ''basında yer alan bir kısım haber ve eleştirilere dönük cevap ve eleştiriler olduğu belirtilen savunmada, ''Bir Başbakan'ın 'Bunların derdi laiklik değil, menfaat hesabı' demesinin, kendisine ve Hükümeti'ne ve Partisi'ne dönük eleştirilerde bulunanlara cevap vermesinin, neresi laiklik ilkesine veya Anayasa'ya aykırıdır. Olabilir mi böyle bir şey veya böyle bir kabul? '' diye soruldu.İddianamede yer alan, ''İdam sehpasının yolunu gösteriyor. Biz bu yola çıkarken daha önce de demokrasiye inanmış insanların söylediğini söylüyoruz. Biz o beyaz çarşaflarla beraber yola çıktık. Biz bu konuda bedel ödemeye hazırız. Bu konuda rahatız'' ifadelerinin muhatabının, CHP Genel Başkanı Baykal olduğu kaydedilen savunmada, konuşmanın ilgili bölümünün tam metnine yer verildi.

Savunmada, şunlar kaydedildi: ''İddia makamının, 'Başbakan bu söylemiyle de yetinmeyerek Partisi'nin grup toplantısında yaptığı bir konuşmada, (Biz şuna inanıyoruz; biz yola çıkarken daha önce de demokrasiye inanmış insanların söylediğini söylüyoruz. Biz o beyaz çarşaflarla yola çıktık. Biz bu konuda bedel ödemeye hazırız?) demiş, kefen veya idam gömleğiyle özdeşleşen 'beyaz çarşaf' betimlemesiyle devleti ve toplumu dönüştürme kararlılığını ve bu uğurda neleri göze aldığını vurgulamış, ölüm ve idam çağrıştırmalarıyla halkın bir kısmını laik devlet aleyhine kışkırtıcı tavrını sürdürmüştür' değerlendirmesinde bulunması, anlamı yoruma gerek kılmayacak derecede açık olan bir beyandan; 'beyaz çarşaf' kelimelerinden hareketle 'Devleti ve toplumu dönüştürme', 'Laik devlet aleyhine kışkırtıcı tavır' hüküm veya isnadını üretmesi, tam bir çarpıtma ve delil başkalaştırması olup, hukukun evrensel ilkeleri ve Anayasa'nın açık bir ihlalidir. Halka açık bir toplantıda alenen yapılan ve laiklik karşıtlığıyla açık veya gizli hiçbir ilgisi bulunmayan bir açıklamadan hareketle iddia makamının, 'Devleti ve toplumu dönüştürme' ve 'Laik devlet aleyhine kışkırtıcı tavır' hükmüne varması, açık bir ifadede gizli anlam araması veya niyet okumak suretiyle başka anlamlara çekilmesi mümkün olmayan açıklamalara gizli anlamlar yüklemesi, açık bir anlam tahrifi ve delil tasnii olup, hem hukuken ve hem de fiilen mümkün değildir.''

Herkes gibi AK Parti Genel Başkanı'nın da düşünce ve kanaatlerini açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu kaydedilen savunmada, ''İddia makamının bu hak ve yetkiyi, yok sayma veya yok etme hak ve yetkisi yoktur'' denilerek, TBMM'de yapılan bu konuşmanın ''mutlak yasama sorumsuzluğu'' kapsamında olduğu vurgulandı.

''ANAYASA VE LAİKLİĞE AYKIRI OLAN, İDDİA MAKAMININ LAİKLİK YORUMU''


Savunmada, Başbakan Erdoğan'ın, 13 Şubat 2008 tarihinde partisinin il başkanları toplantısında yaptığı ve ''Bizim ilkelerimizde başı örtülü, başı açık diye bir ayrım yoktur, olamaz. Bunu böyle bilin. Başı açık olan kardeşim, kardeşim. Başı örtülü olan kardeşim, o da kardeşim'' sözleriyle AK Parti'nin ayrımcılık yapmadığı ve yapmayacağının vurgulandığı kaydedildi. İddia makamının, konuşmayı bütününden koparıp, sadece bir kısmını verdiği kaydedilen savunmada, konuşmanın bir bütünlük içinde değerlendirilmesi gerektiğine ve açıklamanın hiçbir cümlesinin Anayasa veya laiklik ilkesine aykırı olmadığına işaret edildi.

Savunmada, ''Anayasa ve laikliğe aykırı olan Başbakan'ın değerlendirme ve tespiti değil, iddia makamının laiklik yorumudur'' denildi.Erdoğan'ın ''Zira bize de inanan, güvenen bir kitle var. O kitle, sessiz yığınlar olarak yıllar yılı bekledi. O dille tercüman olacak siyasetçiler olarak bizi buraya gönderdi'' ve ''Öfkeli olduğumu söylüyorlar, öfke de bir hitabet sanatı. Çünkü ben zulmü alkışlayamam, zalimi de sevmem. Yumuşak başlıysak uysal koyun değiliz'' ifadelerine de yer verilen savunmada, bu sözlerin ''laiklik karşıtı'' ve ''gizli anlamlar yüklü olarak'' değerlendirilmesi eleştirildi.

''ÜNİVERSİTEYE GİDEMİYORUM, NEDEN?''

Savunmada, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın, ''Ben ülkemde üniversiteye gidemiyorum, neden? Başörtüm olduğu için gidemiyorum. İşte bunu aşabilmenin gayreti içinde, bundan sonraki beklentilere yönelik olarak Türkiye'de yasalar zaten belli. Kurumsal mutabakatı yüzde yüz bekleyenler bir defa yanlışın içindeler. Hiçbir zaman mutabakat yüzde yüz olur diyemezsiniz. Her şeyden önce sessiz duran yığınların bir temsilcisiyim. Bakın alanlara, belli insanlar gelip toplanıyor. Onlar da benim vatandaşım ve oralarda bazı senaryolar düzenleniyor. Sabırla izliyorum. Bulunduğum makam nedeniyle. Ama şu anda böyle bir şeyin karşısında eğer gerilim taraftarı olsam o meydanlara 10 katını biz toplarız. 5 yıl başörtüsü konusunda ses çıkarmadık. Hep sabır sabır dedik'' ifadelerinin yer aldığı konuşmasının da, ''başörtüsü sorunu ve çözümüne yönelik bir değerlendirme olduğu'' görüşüne yer verildi. Savunmada, ''Laiklik karşıtlığıyla açık veya gizli hiçbir ilgisi bulunmayan bir açıklamadan hareketle iddia makamının, açık bir ifadede gizli anlam araması veya niyet okumak suretiyle başka anlamlara çekilmesi mümkün olmayan açıklamalara gizli anlamlar yüklemesi, aleni bir anlam tahrifi ve delil tasnii olup, hem hukuken ve hem de fiilen mümkün değildir. Hukuken mümkün değildir, çünkü Anayasa ve hukukun evrensel ilkeleri, niyet okumayı yasaklamıştır'' denildi.

Savunmada, anayasal bir kuruluş olan Diyanet İşleri Başkanlığının bir görüşünün AK Parti Genel Başkanı tarafından okunup dile getirilmesinin de Anayasa'ya ve laiklik ilkesine aykırı olmadığı kaydedildi.

''BU SÖZLER ERDOĞAN'A AİT DEĞİL''

Savunmada, iddianamede yer alan ''Sizin üniversitelerinizin rektörleri de ÜAK Üyesi. Ancak bildiriye imza atanlar oldu. Bu konuda daha ilkeli tavır bekliyoruz. Bu bildiriye niye karşı çıkmıyorsunuz? Tavır göstermenizi beklerdik'' sözlerinin de Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Erdoğan'a ait olmadığı bildirildi.

''Başbakan ile Vakıf Üniversiteleri Birliği Üyeleri arasında yapılan görüşmede, başörtüsü konusu hiç görüşülmemiş ve konuşulmamıştır. İddianın delili olarak sunulan gazete, bu hususu açıklıkla ifade etmektedir. Başbakan ve görüşmeye katılan Vakıf Üniversiteleri Birliği Üyelerinden hiçbiri, böyle bir açıklama yapmamıştır'' denilen savunmada, Başbakanlık koridorunda böyle bir konuşmanın geçtiğine dair böyle bir açıklama olmadığı belirtildi. Bu sözlerin haberi yazan muhabir tarafından iddia edildiği kaydedildi.

ERDOĞAN'IN AF İLE İLGİLİ SÖZLERİ

Başbakan Erdoğan'ın, TBMM'nin görev ve yetkisinde olan affın kişilere verilmesini hiçbir zaman savunmadığı ifade edilen savunmada, Başbakan'ın af ile ilgili konuşmasının farklı yönlere çekildiğini açıkladığı, af konusunun hukuken, TBMM'nin yetkisinde olduğunu belirttiği kaydedildi.

İddianamede, ''Af yok mu?'' diye seslenen bir vatandaşa Başbakan'ın, ''Af yok, suç işleyen cezasını çeker. Devlet katili affetme yetkisine sahip değildir. Katili affetme yetkisi aslında maktulün varislerine aittir. Öyle olması lazım?'' sözlerinin ''laiklik karşıtı ve gizli anlamlar yüklü sözler olmadığı'' belirtilen savunmada, şöyle denildi: ''Bu sözler, af konusunda bir hukuki düzenleme yaparken, bunun kamu vicdanına uyup uymadığına, toplumun yüreğini sızlatıp sızlatmadığına dikkat etmek ve tarafların hassasiyetlerini gözetmenin, devletin görevi olduğunu vurgulamak için kullanılmıştır. Hiçbir biçimde çok hukukluluğu veya şeriat hukukunu savunmak için söylenmemiştir. Bu gerçekliğe rağmen konu, basın yayın organları tarafından çarpıtılmış ve sözler amacı dışında değerlendirilmiştir. Bunun üzerine Başbakan, basında çıkan haberleri tekzip etmiş ve kendi maksadını bizzat kendisi açıklamıştır.'' Savunmada, iddia makamının, Başbakan'ın ''tekzip ve düzeltmelerini dikkate alması gerekirken bunu yapmayarak gerçeğe aykırı gazete haber ve yorumlarına itibar ettiği'' kaydedildi.

İddia makamının somut bir delile dayanmak yerine yorumlarını AK Parti'nin görüşü gibi takdim ettiği ileri sürülen savunmada, ''İddia makamının bu tutumu, hukuk devleti anlayışını yok saymaktır'' denildi.

İddia makamının subjektif bir üslupla Başbakan'ın sözlerini söylenilen yer, neden, zaman ve muhatap bağlamından kopardığı, söylenenleri söyleyenin iradesine rağmen kendince anlamlandırdığı kaydedilen savunmada, şu görüşlere yer verildi: ''Bu, hukukun evrensel ilkelerinin ve Anayasa'da ifadesini bulan hukuk devleti ilkesinin alenen ihlalidir. Oysa ki bir başbakanın veya bir partinin siyasetine bağlı olarak kesin sonuçlara ulaşabilmek için tablonun tümünü birden ele almak lazımdır. Parti ve Başbakan bütün söylemlerinde dinsel milliyetçiliğe karşı olduğunu vurgulamasına, hukukun din referansıyla temellendirilmesinin mümkün olmadığını açıkça belirtmesine ve İslami devlet tanımlamasına karşı çıkmasına rağmen, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın 'Şeriatçı' damgasını bu kimliğe yakıştırma gayreti, bu siyasi harekete karşı objektiviteden uzak, subjektif ve iyi niyet kurallarıyla bağdaşmayan bir yaklaşımla hareket ettiğini ortaya koymaktadır. Ayrıca laiklik karşıtlığıyla açık veya gizli hiçbir ilgisi bulunmayan bir açıklamadan hareketle iddia makamının, açık bir ifadede gizli anlam araması veya niyet okumak suretiyle başka anlamlara çekilmesi mümkün olmayan açıklamalara gizli anlamlar yüklemesi, aleni bir anlam tahrifi ve delil tasnii olup, hem hukuken ve hem de fiilen mümkün değildir.''

CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ KARARI

Savunmada, Başbakan'ın, Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili verdiği kararla ilgili olarak yaptığı açıklamalar konusunda, şöyle denildi: ''Anayasa veya yasalarımızda 'Mahkeme kararları eleştirilemez' diye bir kural yoktur. Herkesin görüşünün eleştirisi mümkün olduğu gibi mahkeme kararları da eleştirilebilir. Demokratik hukuk devletlerinde; eleştirilmez kişi, görüş veya mahkeme kararı yoktur. Sadece otoriter veya totaliter rejimlerde eleştirilmez kişi, görüş veya mahkeme kararları olabilir. Demokratik bir hukuk devletinde, ülkeyi ilgilendiren bir soruna ilişkin olarak Anayasa Mahkemesinin verdiği bir kararın tartışılması, değerlendirilmesi ve eleştirilmesinden daha doğal bir şey olamaz. Nitekim Anayasa Mahkemesi başkanları, Anayasa Mahkemesinin kuruluş günlerinde açıkça ifade ettikleri üzere; Yüksek Mahkeme dahil mahkeme kararlarının eleştirilmesi pozitif bir hak ve katkıdır, bu hak siyasetçilerden esirgenemez.''

Anayasa Mahkemesinin bu kararının gerek siyasiler ve gerekse akademik çevrelerce yoğun şekilde eleştirildiği belirtilen savunmada, iddia makamının iddia ettiği gibi Anayasa Mahkemesinin Cumhurbaşkanı seçimi nedeniyle verdiği kararın laiklik ilkesinin korunmasıyla ilgili olmadığı ileri sürüldü. Savunmada, ''İddia makamının bu konuşmayı iddianameye alırken, 'Bu yargı için talihsizliktir, yüzkarasıdır' ve 'her şey art niyetli' cümlelerini öne çıkararak vermesi, Anayasa Mahkemesini etkileme ve mahkemeyi AK Parti Genel Başkanı ve AK Parti aleyhine etkileme gayretinden başka bir şey değildir. Yüksek Mahkeme üyeleri, bu gayreti görecek ve sezinleyecek tecrübeye sahiptir'' denildi.

AK Parti'nin kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesine verilen esas hakkındaki savunmanın, ''Başbakan ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki iddialara ilişkin cevaplar'' bölümünde, ''bir Başbakan'ın, hem de eğitimle ilgili bir kampanyanın başlatılması sırasında mesleki ve teknik eğitime verdiği önemi belirtmesinin ve de yaşadıkları katsayı sorununun çözümüne dair açıklamada bulunmasının neresi laiklik ilkesine aykırıdır? Laiklik ilkesine asıl aykırı olan, Başbakan'ın sözlerinden, onun iradesi dışında gizli anlamlar çıkarmak ve bundan da onun sorumluluğu cihetine gitmektir'' denildi.

Savunmada, Başbakan Erdoğan'ın bir açıklamasında, mesleki ve teknik eğitime büyük önem verdiklerini ve meslek liselerine uygulanan katsayı sorunun çözüleceğine dair değerlendirme ve tespitlerde bulunduğu hatırlatılarak, meslek liselerinde yaşanan katsayı sorununun, Türk eğitimimin ortak sorunu olduğu vurgulandı.Konuya yaklaşımın, İmam-Hatip liseleri özelinde olmadığı ve genel bir yaklaşım olduğu vurgulanırken, Cumhurbaşkanı'nın bir daha görüşülmek üzere Meclis'e geri gönderdiği tasarının da sadece İmam Hatip liselerini değil bütün mesleki ve teknik eğitimi kapsadığı belirtildi.

''Ancak bu sorunda taraf olanlar, her vesile ile 'Meslek liselerindeki katsayı sorununu' sadece İmam-Hatip Lisesi sorununa indirgemişlerdir.'' denilen savunmada, şu ifadelere yer verildi: ''İmam Hatip Lİselerinin de diğer liseler gibi devletin kurduğu, giderlerini karşıladığı, öğretmenlerini atadığı, yönetimi icra ettiği, program ve kitaplarını tespit edip uygulattığı, öğrencisini devletin kaydettiği ve mezununa diplomasını verdiği, kısaca devletin gözetim ve denetimi altında faaliyet gösteren bir okuldur. Bir yandan bu okulların faaliyetini sürdürmeyi Anayasa'ya uygun bir devlet görevi sayarken, diğer yandan bu okulların ve burada okuyan öğrencilerin sorunlarına dair değerlendirme ve tespitlerde bulunmayı ve sorunların giderilmesi için çaba sarf etmeyi Anayasa'ya aykırı saymak ve işin vahimi bu kabulün dayanağı olarak Anayasa'yı göstermek, hakla, hukukla ve Anayasa ile izahı kabil olmayan yaman ve temel bir çelişkidir. Devlet, kendi eğitim-öğretim kurumlarına ikircikli bakmaz ve bakılmasına da müsaade etmez. Ne gariptir ki iddianame, bu okullara ikircikli yaklaşmamayı Anayasa ihlali ve parti kapatma nedeni sayan, hukuk dışı bir yaklaşıma sahiptir. Üniversiteye girişte uygulanan katsayı adaletsizliğinin kaldırılmasını savunmak ve bu yönde çalışma yapmak, Anayasa'ya kesinlikle aykırı değildir.''

Başbakan'ın, YÖK'ün katsayı uygulamasını eleştirmesi, bu uygulamanın haksızlığını dile getirmesi, üniversitelerimizin dünya üniversiteleri arasındaki konumunu değerlendirmesi, başörtüsü ve katsayı sorununa değinmesi ve bu konuların hepine ilişkin eleştiri ve tespitlerde bulunup, zamanla çözüleceğini ifadesi de ne laiklik ilkesine ve ne de Anayasa'ya aykırıdır.Hiçbir hukuk devletinde iddia makamı, bir kişiyi, görüş ve düşüncelerini açıkladı, ülke sorunlarına dair değerlendirme ve tespitlerde bulundu veya bazı kurumları eleştirdi diye laiklik karşıtı gösteremez ve bunu yapanların siyasi yasaklı hale gelmesini talep ve dava edemez.''

''SÖZLER SÖYLEYENE GÖRE ADALET TERAZİSİNDE TARTILMAZ''

Pek çok siyasetçi, akademisyen, araştırmacı, yazar, gazeteci, sivil toplum örgütü ve siyasi parti tarafından konunun dile getirildiği de hatırlatılan savunmada, aynı sorunların AK Parti tarafından dile getirmesinin Anayasa ve laiklik ilkesine aykırı görüldüğü ifade edildi.

''Bu, bir çifte standarttır. Anayasaya aykırılığın, söylenene veya yapılana göre değil de söyleyene veya yapana göre belirlendiğinin ispatıdır. Hukuk devletinde sözler veya fiiller, söyleyene göre adalet terazisinde tartılmaz'' ifadesine yer verilen savunmada, kişilerin dindar olmasından veya resmi okulda din eğitimi ağırlıklı okumayı tercih etmiş olmasından hareketle, laik olmamakla suçlanmasının doğru olmadığı vurgulandı. Savunmada, ''Kişi dindar olabilir, ama devlet laiktir. Kişi bakımından sırf dindar diye laik olmamakla suçlamak haksızlıktır'' denildi.

''İDDİA MAKAMI SOMUT GERÇEKLERDEN HAREKET EDER''

''Hukuk devletinde iddia makamının, somut gerçeklikten hareket etmesi gerektiği, kendince anlam yükleme veya anlamı başkalaştırma yoluyla delil uyduramayacağı'' belirtilen savunmada, ''bir Başbakan'ın, hem de eğitimle ilgili bir kampanyanın başlatılması sırasında mesleki ve teknik eğitime verdiği önemi belirtmesinin ve de yaşadıkları katsayı sorununun çözümüne dair açıklamada bulunmasının neresi laiklik ilkesine aykırıdır? Laiklik ilkesine asıl aykırı olan, Başbakan'ın sözlerinden, onun iradesi dışında gizli anlamlar çıkarmak ve bundan da onun sorumluluğu cihetine gitmektir.'' ifadesine yer verildi.

''DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI ANAYASAL BİR KURULUŞTUR''

Savunmada, Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı ve işlettiği Kur'an Kurslarının, yasal ve resmi kurslar olduğu belirtilerek, bunların işleyişinin eski olduğuna da dikkat çekildi.

Devletin gözetim ve denetiminde yapılan bir faaliyete dair Başbakan'ın açıklamada bulunması ve sorunlarının çözüleceğini söylemesinin Anayasa ve laiklik ilkesine aykırı olmadığı savunuldu.

AK Parti'nin kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesine verilen esas hakkındaki savunmanın, ''Başbakan ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki iddialara ilişkin cevaplar'' bölümünde, ''bir Başbakan'ın, hem de eğitimle ilgili bir kampanyanın başlatılması sırasında mesleki ve teknik eğitime verdiği önemi belirtmesinin ve de yaşadıkları katsayı sorununun çözümüne dair açıklamada bulunmasının neresi laiklik ilkesine aykırıdır? Laiklik ilkesine asıl aykırı olan, Başbakan'ın sözlerinden, onun iradesi dışında gizli anlamlar çıkarmak ve bundan da onun sorumluluğu cihetine gitmektir'' denildi.Savunmada, Başbakan Erdoğan'ın bir açıklamasında, mesleki ve teknik eğitime büyük önem verdiklerini ve meslek liselerine uygulanan katsayı sorunun çözüleceğine dair değerlendirme ve tespitlerde bulunduğu hatırlatılarak, meslek liselerinde yaşanan katsayı sorununun, Türk eğitimimin ortak sorunu olduğu vurgulandı. Konuya yaklaşımın, İmam-Hatip liseleri özelinde olmadığı ve genel bir yaklaşım olduğu vurgulanırken, Cumhurbaşkanı'nın bir daha görüşülmek üzere Meclis'e geri gönderdiği tasarının da sadece İmam Hatip liselerini değil bütün mesleki ve teknik eğitimi kapsadığı belirtildi.''Ancak bu sorunda taraf olanlar, her vesile ile 'Meslek liselerindeki katsayı sorununu' sadece İmam-Hatip Lisesi sorununa indirgemişlerdir.'' denilen savunmada, şu ifadelere yer verildi: ''İmam Hatip Lİselerinin de diğer liseler gibi devletin kurduğu, giderlerini karşıladığı, öğretmenlerini atadığı, yönetimi icra ettiği, program ve kitaplarını tespit edip uygulattığı, öğrencisini devletin kaydettiği ve mezununa diplomasını verdiği, kısaca devletin gözetim ve denetimi altında faaliyet gösteren bir okuldur. Bir yandan bu okulların faaliyetini sürdürmeyi Anayasa'ya uygun bir devlet görevi sayarken, diğer yandan bu okulların ve burada okuyan öğrencilerin sorunlarına dair değerlendirme ve tespitlerde bulunmayı ve sorunların giderilmesi için çaba sarf etmeyi Anayasa'ya aykırı saymak ve işin vahimi bu kabulün dayanağı olarak Anayasa'yı göstermek, hakla, hukukla ve Anayasa ile izahı kabil olmayan yaman ve temel bir çelişkidir. Devlet, kendi eğitim-öğretim kurumlarına ikircikli bakmaz ve bakılmasına da müsaade etmez. Ne gariptir ki iddianame, bu okullara ikircikli yaklaşmamayı Anayasa ihlali ve parti kapatma nedeni sayan, hukuk dışı bir yaklaşıma sahiptir. Üniversiteye girişte uygulanan katsayı adaletsizliğinin kaldırılmasını savunmak ve bu yönde çalışma yapmak, Anayasa'ya kesinlikle aykırı değildir.''

Başbakan'ın, YÖK'ün katsayı uygulamasını eleştirmesi, bu uygulamanın haksızlığını dile getirmesi, üniversitelerimizin dünya üniversiteleri arasındaki konumunu değerlendirmesi, başörtüsü ve katsayı sorununa değinmesi ve bu konuların hepine ilişkin eleştiri ve tespitlerde bulunup, zamanla çözüleceğini ifadesi de ne laiklik ilkesine ve ne de Anayasa'ya aykırıdır. Hiçbir hukuk devletinde iddia makamı, bir kişiyi, görüş ve düşüncelerini açıkladı, ülke sorunlarına dair değerlendirme ve tespitlerde bulundu veya bazı kurumları eleştirdi diye laiklik karşıtı gösteremez ve bunu yapanların siyasi yasaklı hale gelmesini talep ve dava edemez.''

''SÖZLER SÖYLEYENE GÖRE ADALET TERAZİSİNDE TARTILMAZ''

Pek çok siyasetçi, akademisyen, araştırmacı, yazar, gazeteci, sivil toplum örgütü ve siyasi parti tarafından konunun dile getirildiği de hatırlatılan savunmada, aynı sorunların AK Parti tarafından dile getirmesinin Anayasa ve laiklik ilkesine aykırı görüldüğü ifade edildi.

''Bu, bir çifte standarttır. Anayasaya aykırılığın, söylenene veya yapılana göre değil de söyleyene veya yapana göre belirlendiğinin ispatıdır. Hukuk devletinde sözler veya fiiller, söyleyene göre adalet terazisinde tartılmaz'' ifadesine yer verilen savunmada, kişilerin dindar olmasından veya resmi okulda din eğitimi ağırlıklı okumayı tercih etmiş olmasından hareketle, laik olmamakla suçlanmasının doğru olmadığı vurgulandı. Savunmada, ''Kişi dindar olabilir, ama devlet laiktir. Kişi bakımından sırf dindar diye laik olmamakla suçlamak haksızlıktır'' denildi.

''İDDİA MAKAMI SOMUT GERÇEKLERDEN HAREKET EDER''


''Hukuk devletinde iddia makamının, somut gerçeklikten hareket etmesi gerektiği, kendince anlam yükleme veya anlamı başkalaştırma yoluyla delil uyduramayacağı'' belirtilen savunmada, ''bir Başbakan'ın, hem de eğitimle ilgili bir kampanyanın başlatılması sırasında mesleki ve teknik eğitime verdiği önemi belirtmesinin ve de yaşadıkları katsayı sorununun çözümüne dair açıklamada bulunmasının neresi laiklik ilkesine aykırıdır? Laiklik ilkesine asıl aykırı olan, Başbakan'ın sözlerinden, onun iradesi dışında gizli anlamlar çıkarmak ve bundan da onun sorumluluğu cihetine gitmektir.'' ifadesine yer verildi.

''DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI ANAYASAL BİR KURULUŞTUR''

Savunmada, Diyanet İşleri Başkanlığının açtığı ve işlettiği Kur'an Kurslarının, yasal ve resmi kurslar olduğu belirtilerek, bunların işleyişinin eski olduğuna da dikkat çekildi.

Devletin gözetim ve denetiminde yapılan bir faaliyete dair Başbakan'ın açıklamada bulunması ve sorunlarının çözüleceğini söylemesinin Anayasa ve laiklik ilkesine aykırı olmadığı savunuldu.

AK Parti'nin kapatma davasıyla ilgili Anayasa Mahkemesine verilen esas hakkındaki savunmanın, ''Başbakan ve Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan hakkındaki iddialara ilişkin cevaplar'' bölümünde, iddia makamının ''(Velev ki) kelimesinden sonra parantez açıp içine (Türban) kelimesi yazmak suretiyle, tırnak içinde verilen Başbakan'ın sözüne bir ilave yaptığı'' ifade edilerek, ''Görüldüğü üzere iddia makamı, konuşma metninde 'Başörtüsü' tabiri kullanıldığı halde bunun yerine 'Türban' kelimesini ikame ederek, türbanın 'siyasi bir simge olması' ve sadece AK Parti tarafından kullanılıyor gibi gösterilerek kapatma kurgusu desteklemeye çalışmaktadır'' denildi.

Savunmada, Başbakan Erdoğan'ın ''En büyük dileğim başı kapalı kızlarımızla, başı açıkların el ele dolaştığı bir üniversite, bir ülkedir. Bunun için uğraşıyoruz. Bunu çözmek en büyük aşkımdır. Bunun için çalışıyoruz. Bunlar aşama aşama yapılacak şeyler, birden olmuyor. Bazı mutabakatlar aranıyor. Bu konuyu her getirdiğimizde önümüze engel çıkarılıyor. Şu an tek sorunumuz başörtüsü değil. Anayasa meselesi de var. Bu durumun da sonu gelecek. Üniversitelere özgür, istediğiniz gibi girebileceksiniz. İki oğlumun ikisi de istedikleri üniversiteleri katsayı nedeniyle kaybetti. Bu bana hak mı? Çocuklarım da katsayı kurbanı'' şeklindeki açıklamalarının iddianamede yer aldığına belirtildi. Bu açıklamaların ne Anayasa'ya, ne de laiklik ilkesine aykırı olduğu kaydedilen savunmada, ''Başbakanın bu sözlerinden Anayasa veya laiklik karşıtı bir anlam çıkarmak hukuken mümkün değildir. İddianame metninde geçen bu ifadeleri, niyet okumak suretiyle başka anlamlara çekmek veya buna gizli anlamlar yüklemek, hem hukuken ve hem de fiilen mümkün değildir. Hukuken mümkün değildir'' denildi.

''VELEV Kİ''

İddianamede Başbakan Erdoğan'ın konuşmasında ''Türkiye'de yaşanan başörtüsü sorununun, bir insan hakkı ve özgürlük sorunu olduğuna vurgu yapan, kimi çevrelerin 'siyasi simge' nitelemelerinin, sorunun karakterini değiştirmediğini belirten, kaldı ki simge ve sembollerin bile yasaklanamayacağını dile getiren bir değerlendirme ve tespit'' yaptığı kaydedilen savunmada, şu görüşlere yer verildi:

''İddia makamı, Başbakanın sözlerinde 'Türban' kelimesi geçmediği halde, iddianamedeki 47 numaralı iddia metninde yer alan 'Velev ki' kelimesinden sonra parantez açıp içine (Türban) kelimesi yazmak suretiyle, tırnak içinde verilen Başbakanın sözüne bir ilave yapmıştır. Görüldüğü üzere iddia makamı, konuşma metninde 'Başörtüsü' tabiri kullanıldığı halde bunun yerine 'Türban' kelimesini ikame ederek, türbanın 'siyasi bir simge olması' ve sadece AK Parti tarafından kullanılıyor gibi gösterilerek kapatma kurgusu desteklemeye çalışmaktadır. Bu, hukuken kabul edilemez. Hukuk devletinde iddia makamı, tırnak içinde verilen sözlere parantez açıp izahat getiremez. Orijinal konuşma metinlerini istediği gibi değiştirip anlamlandıramaz. Orijinal metin ne ise onu aynen vermek zorundadır.''

Başörtüsünün siyasi bir simge olmadığı, başörtüsü kullanan bayanların, başlarını inançları gereği örttüklerini ifade ettikleri belirtilen savunmada, daha sonra şöyle denildi:

''Ancak buna rağmen başörtüsünün kullanılmasına karşı olanlar, başörtüsünün siyasi bir simge olarak kullanıldığını iddia etmektedirler. Başörtüsü kullanmak, herhangi bir siyasi partiye mensubiyeti veya siyasi tercihlerde yeknesaklığı göstermez. Bugün bütün siyasi partilerin hem üyeleri ve hem de oy verenleri arasında başörtülü bayanlar vardır. Bu, tartışmadan uzak bir gerçeklik olup, bunun aksini savunan da bugüne kadar çıkmamıştır. Bu tespitin doğruluğu, başörtüsünün siyasi bir simge olduğu iddiasını da çürütmektedir.''

Başbakan'ın da konuşmasında, başörtüsünün ''siyasi bir simge'' olduğunu kesinlikle söylemediği vurgulanan savunmada, aksine Başbakan'ın, başörtüsünün siyasi bir simge olmadığını açıklıkla ifade ettiği, bunun delili olarak da her partide başörtülü bayanların olmasını gösterdiği ve başörtüsünün siyasi simge olduğu yönündeki iddiaların gerçeği yansıtmadığına dikkat çektiği kaydedildi.

Savunmada, şu görüşlere yer verildi:

''İddianamedeki konuşma incelendiğinde görülecektir ki Başbakan, 'Dinin bir gereği olarak başını örttüğüne inanan ve bunu bu şekilde uygulayana' ve neden örttüğünü de açıklayan bayanlara, 'Sen bunu siyasi simge olarak takıyorsun' diye diretilmesini, inancı gereği başını örten bayanların da bu ısrarlı itham ve itiraza karşı, 'Hayır ben bunu siyasi simge olarak takmıyorum' demeye devam etmesine rağmen, siyasilerin ve bu itham sahiplerinin bu açık beyanlara itibar etmeleri gerekirken, bunu yapmayıp kendi bildiklerini okumaya devam etmelerini eleştirmektedir. Çünkü, başörtüsü siyasi bir simge değildir. Demokratik hukuk devleti olan bir ülkede laiklik, öğrenim hakkının teminatıdır. Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye'de, ne demokrasi, ne laiklik, ne hukuk başörtülü öğrencilerin yükseköğrenim hakkına manidir.''

''ÖDÜL ALAN ÖĞRENCİLERİN ARANMASI''

İddianamede Başbakan Erdoğan'ın, ''başarılı ve ödül alan iki öğrenciyi telefonla araması, Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Mehmet Temel'in başörtülü bir öğrenciye ödül vermesi ve Adıyaman Milletvekili Fehmi Hüsrev Kutlu'nun, ödül alan türbanlı öğrenci ile birlikte basın fotoğrafçılarına poz vermesi'' konusunun yer aldığı kaydedilen savunmada, ''Başbakan'ın başarılı öğrencileri veya velilerini tebrik etmesi ve kendisine iletilen probleme alaka göstermesi kadar doğal bir şey olamayacağı'' görüşüne yer verildi. Savunmada, bunun ne laiklik ilkesine, ne de Anayasaya aykırı bir yönü bulunduğu belirtildi.

Savunmada, ''Asıl laiklik ilkesine veya Anayasaya aykırı olan, Başbakanın bu insani davranışının, iddia makamı tarafından Anayasa'ya aykırı görülüp, parti kapatmaya delil gösterilmesidir'' denildi.

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Savunmada, Başbakan'ın Anayasa'nın 10 ve 42. maddelerinin değiştirilmesiyle ilgili sözlerinin de iddianamede yer aldığı belirtilerek, Erdoğan'ın, Anayasa değişikliği girişimi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı'nın, Danıştay Başkanı'nın ve Yargıtay Başkan Vekili'nin birbirlerini izleyen basın açıklamaları nedeniyle değerlendirme ve tespitlerde bulunduğu kaydedildi.

Anayasa'da belirtilen yasama, yürütme ve yargı organlarının görevlerine de değinilen savunmada, şunlar kaydedildi:

''Anayasa hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan temel hukuk kuralları olduğu ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Başkanvekili ve Danıştay Başkanı hem bu kurallara uymak ve hem de uygulamakla yükümlü olduğu halde, kuvvetler ayrılığı ilkesini çiğneyerek TBMM'nin yasama yetkisine müdahale sayılabilecek açıklamalarda bulunmuşlardır. Halbuki Anayasa hükümlerinde de açıkça görüleceği gibi Anayasa'yı değiştirme (Tali kurucu iktidar) yetkisi, mutlak şekilde siyaset kurumuna ve bu kurumun doruğundaki yasama organına tanınmıştır. Bu yetki, monopol bir yetkidir ve paylaşılamaz. Değişiklik sırasında vatandaşların ve kurumların görüş bildirmelerinden doğal bir şey olamaz. Ancak, girişimi önlemeye yönelik ve kendini kurucu iktidar yetkisinin üstünde gören anlayışa dayalı açıklamalar ve yönlendirmeler, kimden ve hangi kurumdan gelirse gelsin hiçbir normatif değeri olamaz. Demokratik hukuk devletinde, kurucu iktidarın üzerinde hiçbir güç ve kurum yoktur.''

Başbakanın bu tavrının, ''siyasete emsal olabilecek bir tavır'' olduğu belirtilen savunmada, ''Yüksek yargı organlarımız dahil, hiçbir dinamik Anayasayı değiştirme iktidarı konusunda kendisine özel bir misyon biçemez. Anayasa veya yasalarımızda 'Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başkanı veya Yargıtay Başkanvekili ve görüşleri eleştirilemez' diye bir kural yoktur'' denildi.

Hiçbir hukuk devletinde iddia makamının, bir kişiyi, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Danıştay Başkanı veya Yargıtay Başkanvekili'ni eleştirdi veya onların görüşlerine katılmadı diye siyasi yasaklı hale gelmesini talep edemeyeceği ifade edilen savunmada, şunlar kaydedildi:

''Hiçbir hukuk devletinde iddia makamının, hakkında iddianame düzenlediği kişilerin açıklamalarını söylendikleri yer, zaman ve neden bağlamından koparıp, muhatabını görmezlikten gelip, daha da vahimi söyleneni veya yapılanı söyleyen veya yapanın iradesi dışında kendi anlayışına göre değerlendirip, söyleyenin veya yapanın hiç kastetmediği ve hatta aklına bile getirmediği anlamlar yüklemesi ve bundan dolayı sorumlularının tecziyesini talep ve dava etmesi söz konusu olamaz.''

Başbakan Erdoğan'ın laiklik ilkesinin hem Müslümanlar ve hem de diğer dinlere mensup olanlar için eşit davranmayı gerekli kıldığı yönündeki sözlerinin de hatırlatıldığı savunmada, laikliğin Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ayrılmaz ve değiştirilmez bir vasfı olup, hiçbir zaman dinsizlik olmadığı ve kişilerin dinini yaşamasına veya dindar olmasına da mani olmadığı belirtildi. Laikliğin bütün dinlerin, inançların ve ibadetlerin teminatı, bu konulardaki hürriyetin ifadesi olduğuna işaret edilen savunmada, Bu Başbakanın bu sözlerinden Anayasa veya laiklik karşıtı bir anlam çıkarmanın da hukuken mümkün olmadığı savunuldu.