Bugün gündemdeki konulara kısa kısa değinelim istedim. Kendi gündemimize, yaşamımıza, size, bana, konuşanlara, soranlara, soramayanlara, hepimize biraz bakalım. Bakalım ki belki bazı çözümleri bulmasak bile, en azından bulmamız gerektiğini anlar ve düşünürüz. Çünkü en az yaptığımız şeylerden biri düşünmek. Oysa en hızlı yaptığımız şeylerin başında harekete geçmek geliyor. Ama düşünmeden harekete geçmek, ne kadar doğru? "Ne iş olsa yaparım," cümlesi, çaresizliğin ve bilgisizliğin dile gelişidir aslında. Bir konuda eğitimi ve bilgisi olmayan birinin, o konuda bilgi sahibi gibi konuşmasının psikiyatride çeşitli adları vardır. Halk arasındaki adı ise 'ahkâm kesmek'tir. Ahkâm kesenle genellikle dalga geçilir. Ama ahkâm kesen, en çok okunan gazetelerin birine konuşursa ve gazete de buna araştırmadan yer verirse, adı 'hukuk faciası' olur. Eğitimsiz ve bilgisiz kişi, depresyonun bir hastalık olmadığını, doktorların büyücü olduğunu, antidepresanların işe yaramadığını söylerse, bu sağlık faciasıdır. Çünkü basına inananlar, konuşan kişinin uzman olduğunu düşünerek tedavilerini bırakabilirler. Bunun bazen önemli sonuçları olmayabilir. O zaman sorun yoktur. Ama bazen intiharlar, iş ve güç kaybı olabilir. İşte o zaman olay, sağlık faciası olmanın ötesinde toplumsal ve hukuksal bir sorun olur. Bu kişilerin ve kayıpların sorumlusu kim olacaktır? Bunları söyleyenler mi? Geniş kitlelere ulaştıranlar mı? Doktorları, ilaçları suçlayan kişi, aynı zamanda olmadığını iddia ettiği hastalıkları kendi yöntemleriyle iyileştirdiğini açıkça beyan ediyorsa, eminim bunun ceza kanununda dolandırıcılık, tababet kanununda sahtekârlık gibi bir adı ve ciddi cezası vardır. Siz siz olun, arabanızı bile ehliyetsiz kişilere teslim etmezken, canınızı ve ruh sağlığınızı hekim olmayan bilgisizlere teslim etmeyin. Son günlerde sıkça duyduğumuz "İnsan neye ve kime inanacağını şaşırıyor!" cümlesi, bireysel ilişkilerimizden, dostlarımıza, doktorlarımızdan siyasi yaşamımıza kadar ulaşıyor. Sahi kime, neye ve nasıl inanacağız? İnanmamız gereken tek şey, somut bilgi ve bulgulardır. Araştırmamız ve düşünmemiz gerekir. O zaman hayal kırıklıklarımız azalır. Söylenenler, atfedilenler, verilen sözler, bilgi ve mantık süzgecinden geçirilmelidir. Ama bir şeylere inanmak ve güvenmek bizi rahatlatır. Önce kendimize, sonra beynimize ve onu kullanma yeteneğimiz olan aklımıza, araştırmamıza ve bilgiyle bunları kaynaştırmamıza güvenmek zorundayız. Hem kendimiz hem de geleceğimiz için. Körükörüne inanç, yüzyıllar boyu sorunların temeli olmuştur. Hiçbir şeye inanmamak da sorun yaratmaktadır. En çok inanmak ve güvenmek istediğimiz şeylerin başında devlet, ülke ve bağımsızlık gelmektedir. Bunları telaffuz eden herkese inanmamız doğru mu? Kime ve neye inanacağımızı şaşırdığımızı belirtirken, gözden kaçırdığımız en önemli şey kurumların kalıcı, kurumların çalışanlarının geçici olduğudur. Bazı doktorlar yanlış yapabilir, ama tıp bilimi yapmaz. Bazı devlet çalışanları ve idarecileri yanlış yapabilir, ama gerçek devlet yapmaz. İyi kurumlar, yanlış yapanları ayırır. Kurumlardan ayrılanları, özellikle de kurumların zamansız olarak yapılarından uzaklaştırdıkları kişileri, hâlâ kurumun temsilcisi gibi algılamadığımızda, onların yaptıkları yanlışların bireysel olduklarını ayırt edebildiğimizde hayal kırıklıklarımız da azalacaktır. İyi ve gerçek kurumlar, hata yapmayan değil, hataların kaynaklarını bulup, ayıklayan ve daha iyisini yapmaya çalışanlardır. Hâlâ inanacağımız ve güvenebileceğimiz çok şey var. Yeter ki gerçekten bilgilenip, düşünelim. Pazar günü TRT1'de, saat 12.00'de
Yaşam Sohbetleri'nde buluşmak üzere...
Yayın tarihi: 17 Mayıs 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/17/ct/semerci.html
Tüm hakları saklıdır.