Fatsa'da bir köy mezarlığındayız. Üç mezar yan yana durmaktadır. Şükrü Akbaş'ın mezarının bir yanında babası Mehmet Akbaş, öbür yanında ise oğlu İbrahim Akbaş yatmaktadır. Mehmet Akbaş'ın mezar taşında şu yazıyı okuruz: "Batum, Çanakkale, Dumlupınar ve Sakarya Savaşları Gazisi..." Torunu İbrahim Akbaş'ın mezar taşında da bir göz atalım: "Yaşamı onurumuz, anısı mücadelemize önder olsun." Bir yanda koca savaşlardan sağ çıkmayı başarabilmiş bir baba, öbür yanda 1970'li yıllarda genç yaşında hayattan kopan bir evlat! Bu çelişkinin ortasında yatan Şükrü Akbaş'ın hayattaki çocuklarından biri de ünlü ressamımız Onay Akbaş'tır. Akbaş, tam bir mezarseverdir. Mezarlar arasında bir kitabın sayfalarını çevirir gibi dolaşır. Bu okumalarının birçoğunda yanında ben de vardım. Paris yakınlarındaki Auvers Sur Oise Köyü'nün mezarlığında, iki mezarın önünde durdurmuştu beni... Duvarın hemen dibindeki mezarlar ötekiler gibi mermerle kaplı değildiler. Anadolu'daki bir köy mezarlığında görebileceğiniz sıradan, son derece yalın mezarlardı ve üstleri bir sarmaşıkla kaplıydı. Bunlar, Vincent Van Gogh ve kardeşi Theo'nun mezarlarıydı. Van Gogh'un mezarının hemen yanında, tabancayla kendini yaraladığı tarla uzanmaktadır. Hani, kargaları da çizdiği şu son tablosuna konu olan tarla... Bu tarlanın bir köşesine, daha doğrusu, ressamın o ünlü resmini boyamak için durduğu yere tablonun bir kopyası konmuştur. Bir resme bir de tarlaya bakarken tarifsiz bir duygu kaplar insanı... "Vay be," dersiniz yüksek sesle; "Van Gogh tam benim durduğum yerde durmuş ve bu tabloyu yapmış." Onay Akbaş, yıllar önce orada anlatmıştı bana düşüncesini: Van Gogh'un resimlerini yaptığı yerlere gidecek ve tuvale kendi renkleri, kendi resim anlayışıyla aynı konuları aktaracaktı. Harika bir projeydi bu. Van Gogh'un yaralı bir şekilde, kan kaybederek yürüdüğü yoldan, kaldığı pansiyona yürürken, uzun uzun konuştuk bu projeyi... Ressamın iki gün can çekiştiği tavanarasındaki küçük odada "Ben de varım," dedim Akbaş'a... "Sen o resimleri yaparken, ben de orada olmalıyım."
USTANIN PEŞİNDE 9 Haziran'da koyuluyoruz yola... Van Gogh'un iz bıraktığı Paris, Arles-Saint Remy, Auvers Sur Oise'dan sonra Barbizon'a geçiyoruz. Hem de Onay Akbaş ve ben değil, Türk resim sanatının en büyük ustalarıyla... Kimler mi onlar? Şapkanızı çıkarın lütfen, sıralıyorum: Özdemir Altan, Tomur Atagök, Habib Aydoğdu, Bedri Baykam, İbrahim Çiftçioğlu, Adem Genç, Ekrem kahraman, Bünyamin Özgültekin, Utku Varlık... 'Vincent Van Gogh'un Peşinde, Modernizmin İzinde' adlı yolculuğa 10 ressamımız katılıyor. Onlarla birlikte olup, sohbetlere, tartışmalara katılan boya harici yalnızca ben değilim. Ümit Gezgin, Kıymet Giray, Abdulkadir Günyaz, Çetin Güzelhan, İbrahim Karaoğlu, Kaya Özsezgin, Ayşegül Sönmez de yüzyılın bu ilk büyük yolculuğuna davet edilenler arasında... Her biri kendi alanında bir dağ olan bu kadar insan bir araya gelir de Nasuh Mahruki aralarında olmaz mı? Van Gogh tırmanışında Mahruki de var! 2009'un Fransa'da Türkiye yılı olması, Türk sanatçıların kuracağı köprüyü daha da önemli kılıyor. Ortaya çıkacak eserleri, yaşanılacakları sanırım daha şimdiden siz de merak ediyorsunuzdur. Ben, bu büyük projeyi size ilk duyuran olayım istedim. Benşah Tekstil'in katkılarıyla hazırlanan yolculuğun seyir defterini haziran ayında sizlerle paylaşmayı umut ediyor ve kulağı kesik dostumuzu İsmail Uyaroğlu'nun şiiriyle selamlıyorum:
Monet, gökkuşağına sekizinci rengi
ekleyen melek.
Manet, gökkuşağına dokuzuncu rengi
ekleyen melek.
Renoir, gökkuşağına onuncu rengi
ekleyen melek.
Van Gogh, yeni bir gökkuşağı yaratan
şeytan!
Yayın tarihi: 17 Mayıs 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/17/ct/sakin.html
Tüm hakları saklıdır.