Çocuk elime tutuşturunca şaşırdım: Ben bunu, on dokuzuncu yüzyılda kaldı sanıyordum... Kontrmark!
Contremarque...
Şimdilerde kapalı her yerde yasak ya, eskiden de Paris tiyatrolarında sigara (daha doğrusu puro) içmek yasaktı. Ayrıca, bugün bildiğimiz
"büfe" de yoktu
"fuayede"... Seyirciler perde arasında dışarı çıkarlar, yakınlarda bir kahvehaneye koşup (o
"efsanevi" kahveler, Tortoni, Frascati falan) hem iki tek atarlar (beyaz şarap ya da şampanya) hem de iki nefes çekerlerdi...
Gelenek sürüyor: Ingrid Bergman ile Anthony Perkins, romana ve filme adını veren Brahms konserinden çıkarlar (Pleyel salonu olsa gerek), hemen karşıda bir kahveye girerler de, kadını etkilemeye çalışan oğlanın çenesinden ikinci bölüme geç kalırlar, merdivende dikilirler hani...
Ben de sigara içmeye çıktım, elime metro bileti gibi bir karton parçası tutuşturdular: Kontrmark.
Bilet değil, perde arası bitince geri dönebilmek, tekrar içeri girebilmek için gösterilmesi gereken bir çeşit
"ara bileti", teneffüs belgesi...
Kitaplarda okumuştum. Birdenbire heyecanlandım.
Kendimi, 1860'larda buralarda fink atan Halil Paşa gibi hissettim! Enis Batur, kulakların çınlasın.
Silindir şapkamı, bastonumu ve sarı eldivenlerimi Opera-Comique vestiyerine bırakmışım, puro içmeye çıkıyorum... Üzerimde frak, gözümde tek gözlük... Opera bitince hemen köşeyi dolanıp Cafe Anglais'ye yemek yemeye gideceğim,
"grand seize" tabir edilen özel bölümüne... Çok pahalı, iki kişilik yemek tam 15 Frank yazıyor, 1 Osmanlı Lirası... Yanımda da kontes montes bir hatun...
Döndüm: Ne kontesi yahu, bizim köroğlu! Gönlümün prensesi. Gideceğimiz yer de Pizza Pino alt tarafı, Paris'e gelen her vatandaşın uğramadan edemediği
"Türk kantini"... Haaa, bakınız, Londra tiyatrolarında çok daha başka bir uygulama vardır.
Yıllar önce, ilk gördüğümde pek şaşmıştım: Oyun başlamadan önce büfeye adını yazdırıyorsun, parasını da peşin ödüyorsun tabii, perde arasında içkin hazır! Viski içeceksen yanında küçük bir buz kovasıyla birlikte!
Fuayede küçük
"nişler" yapmışlar duvarın içine, her birinde ayrı bir kadeh, ya da küçük şişe... Ucuna da bir kart iliştirmişler, adın yazıyor.
İnanamamıştım. Uzun uzun bakmıştım
"MR. ARDIC" yazısına... Aman bir yanlışlık olmasın, biz böyle şeylere alışkın değiliz...
Elbette kimse kimsenin içkisini araklamıyor, beleş buldum diye ayaküstü gövdeye indirip kalabalığa karışmıyordu.
Böyle durumlarda Türk'ün aklına hemen
"bizde olsa" sorusu gelir.
Bizde de, alafrangalık olsun diye AKM'de şarap marap vermeye başlamışlardı perde aralarında...
Sonra ne mi oldu? Millet içkiye yazılmaya,
"boşver baba yaaa, kim şeyeder ikinci perdeyi" zihniyetiyle ayaküstü kafa çekmeye koyuldu. İşin boku çıkınca, uygulamayı kaldırdılar.
Hatta,
"şeriatçılar geldiler, içki yasağı başlattılar" diye laf çıkmıştı basında.
Ben de şeriatçı olmuşum ya... Hem de padişahçı...
Bu satırları yazıyorum, ve şurup gibi Gevrey-Chambertin kadehimi bazı Türk gazetecilerinin olmayan şereflerine kaldırıyorum.
Yayın tarihi: 4 Mayıs 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/04//haber,76BE8AAA7ADA4E2D861D833C717DE4EC.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.