kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 21 Nisan 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Aslında demokrasi de faşizm de Batı icadı değil midir?

Hindistan'ın eski Dışişleri Bakanlarından biri ile sohbet ediyorduk. Kendisine "Türkiye hakkında ne düşünüyorsunuz" diye sorduğumda şu cevabı almıştım:
- Siz kendiniz hakkında kesin bir karara varmamışsınız. Asyalı mısınız, yoksa Avrupalı mısınız? Batılı mısınız yoksa Batı karşıtı mısınız? Modern misiniz yoksa gelenekçi misiniz? Belirli bir sentezi oluşturup, bunu toplumunuzun ve siyasetçilerin bilincine yerleştirememişsiniz ...
Türkiye'nin genel olarak her kademedeki kararsızlıklarının yaşamımıza etkilerini izlerken, hep bu Hintli siyasetçinin Türkiye hakkındaki değerlendirmesini hatırlarım.
Örneğin Avrupa Konseyi'nin kurucu üyesiyiz. Bunun yargı organı olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne bireysel başvuru hakkını kabul etmişiz. Ayrıca Avrupa Birliği ile ilişkilerimiz, bugün üye olan çoğu ülkeden daha önce Ankara Antlaşması ile başlamış. Gümrük Birliği ile zaten ekonomik anlamda AB'ye girmişiz. Şu anda da tam üyelik için müzakere aşamasındayız. Bunların yanında hem OECD'ye, hem NATO'ya üyeyiz.

Biz ne istiyoruz?
Kısacası sadece Batı ile ittifak içinde değiliz. "Batı"nın bütün kurumlarının içindeyiz de.
Daha da eskiye gidersek, Cumhuriyet ile, Batı'nın alfabesini ve hukukunu kabul etmişiz. Bunları da "Devrimler" olarak benimsemişiz.
Ama Batı'dan Türkiye ile ilgili herhangi bir yorum, tepki veya uyarı geldiği zaman "Biz sömürge değiliz" içerikli tepkiler, kendilerini "Batıcı" olarak en fazla sunan kesimlerden yükseliyor.
Neticede "Laiklik" de bir Batı kurumu değil mi?
Laiklik ile inanç farklılıkları siyasette bir takıntı olmaktan çıkmış.
Bir somut örnek verelim.
İngiltere, Katolik Kilisesi'ne baş kaldırmaktan öteye, Katolikliği yok etmek için "ikonoklasti" de yaşamış bir ülke. 8'inci Henry döneminde İngiltere Kilisesi kurulunca, Katolik döneme ait ne varsa, kiliseler, resimler, heykeller bile tahrip edilmiş. İngiltere'de müzik bile Katoliklik sonrasında yeniden oluşturulmuş.
Bu İngiltere'nin ünlü sosyal demokrat lideri Tony Blair, 10 yıl başbakanlık yaptıktan sonra görevinden ayrılınca gitti Katolik oldu.
Kimse de buna takmadı, "neden böyle yaptı" diye sorgulamadı.

Batılı olmak
Kraliçe İngiltere Kilisesi'nin de başı ama İngiltere'de Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir makam yok.
İşte "Batılı olmak" böyle bir şey de.
Eğer amacımız "Modernleşmek" ve "Gelişmek" ise ve buna biz "Batılı olmak" diyorsak, tek model tabii ki "Batı" değildir.
Örneğin Japonya hem geleneklerini korumuş, hem de modernleşip, gelişmiştir.
Demokrasiyi de, üzerlerine iki tane atom bombası atan Amerikalıların yaptığı anayasaları ile, bir nevi "çaresiz" benimsemişlerdir.
Rus modernleşmesi bizim "Deli" dediğimiz "Büyük Petro" ile başlamış, sanayileşme sürecine de Sovyetler döneminde girilmiştir. Bu süreçlerin hiçbirinde de Batılı anlamda "Demokrasi" söz konusu olmamıştır. Laiklik yerine de "Tanrı tanımazlık" (veya materyalizm) benimsenmiştir.

Zimbabwe örneği
Batı'yı "emperyalizm" olarak algılayan ve kendilerinin sömürge olmadığını vurgulamaya çalışan modellere örnek olarak, bugünün Zimbabwe'sini verebiliriz.
Zimbabwe'nin diktatör Başkanı Mugabe, kaybettiği seçimin sonuçlarının açıklanmasına, seçimin üzerinden bir ay geçmesine rağmen izin vermedi. Bu sonuçların açıklanmasını isteyen İngiltere Başbakanı Brown'a verdiği cevapta da "Biz sömürge değiliz" dedi.
Acaba bizim kararsızlığımızın sebebi coğrafyamız mı, yoksa İslam ile " Batılılık" olgusu arasındaki uyuşmazlıklar mı?
Oysa Afrika'nın Etiyopya'sı da Hıristiyan ve Avrupa'nın Arnavutluk'u ve Bosna'sı da Müslüman.
Belki de sorunumuz ne Batı ne de Doğu ile ilgili.
"Otoriter" veya "Militarist" eğilimler her coğrafyada ve her toplumda var.
Neticede "Faşizm" de Batı icadı değil mi?
Bazıları Batılılıktan "Demokrasi"yi soyutlayıp, sadece "Faşizm"i almak istediklerinde, bu ne gelişmenin ne de modernleşmenin anti-tezi olmuyor.
Mussolini İtalya'sı da, Hitler Almanya'sı da hem modernliği hem gelişmişliği temsil etmiyorlar mıydı?
Miloşeviç hem milliyetçiydi, hem de ülkesinin bütünlüğü için savaş veriyordu.
Kısacası "Biz neyiz, ne olmak istiyoruz" sorusuna verilebilecek tek cevap yok.