Ediz Hun, çevre konusunda en iyi eğitim veren üniversitelerin Norveç’te olduğunu öğrenince soluğu eşiyle birlikte bu ülkede almış. ANAP’tan milletvekili olduğu dönemde ise haftanın dört günü eşinden ayrı Ankara’da kalmış.
İLİŞKİLİ HABERLER
Evlenirsen yüzüne kezzap atarız dediler
Evlenirsen yüzüne kezzap atarız dediler
Annem ve arkadaşları, tebessümle andıkları 70'li yılları konuştuklarında "Güzel erkek," dedikleri Ediz Hun'dan "Çocuksu," diye bahsederlerdi. Türk filmlerinin yakışıklı jönünü belki de bu yüzden severdim çocukluğumda... Pekçokları gibi, çocuk suratlı olanların hep iyi kalpli olduğunu düşünürdüm. Yapımcılar da benim gibi düşünmüş olmalılar ki, Ediz Hun'u hiçbir zaman kötü bir karakteri oynarken görmedik. Evlerinde geçirdiğim iki saat boyunca, konuşulan konuların başında hep güzellik geldi. Ediz Hun'un da güzel kadınların güzel ruhlu olduğuna içtenlikle inandığını fark ettim. Üç aydır röportajı erteleyen Hun, beni tesadüfen TRT'deki bir programda izledikten sonra "Yüzünüz gibi kalbiniz de güzel olmalı," diyerek bu sohbeti, eşi Berna Hanım'la birlikte yapmayı kabul etti. "Bakışları çok derindi," dediği, Türk Hava Yolları'nın hosteslerinden Berna Hanım'ı görür görmez güzelliğinden etkilenen Ediz Hun, 'Kalbinin de güzel olduğundan hiç şüphem yoktu,' diyor. Derin bakışlı, zümrüt yeşili gözlü güzel kadınla, Türk filmlerinin güzel erkeği 35 yıldır evli. Türk Hava Yolları'nın parmakla gösterilen hosteslerinden Berna Hanım, evlenir evlenmez işini bırakmak zorunda kalmış. Çünkü THY'de evli hostesin çalışması yasakmış. Bütün işi; eşi ve çocukları olmuş. Norveç'te üniversite okumak isteyen kocasını yalnız bırakmamış. Tatlı düşkünü kocasına pasta yapabilmek için, Norveç'te aldığı ilk şey, bir pasta kitabı olmuş. Berna Hanım'ın pastaları sayesinde Çevre ve Biyoloji Bölümü'nden ikincilikle mezun olan Ediz Hun, okulu bitirdiğinde 41yaşındaymış. Berna Hanım, "Benim hayatım, Ediz'inkine uyum sağlamakla geçmiştir," diye anlatıyor: "Ediz'in aktörlük dönemi, talebelik dönemi, ticaret dönemi, siyaset dönemi ve hocalık dönemi..." Kendisi açısından memnuniyetsiz geçen dönemi sorduğumda, alçak sesle fısıldıyor: "Siyaset..." Türk filmlerinin iyi kalpli güzel erkeğine, "Nasıl bir damat istersiniz?" diye sordum. İnsan güzelliği hakkında pek çok fikri olan Hun cevap verdi: "Çok fazla yakışıklı olmasın. Damat fazla yakışıklı olursa, problem çıkar."
- Berna Hanım ile nasıl tanıştınız?
- E.H: Sene 1969. Aylardan aralık. Bir gün evde oturuyorum. Akşamüstü kapı çaldı, üç güzel genç kız. Buyur ettim.. "Ne içersiniz? Çay, kahve?" Biri, "Biz Türk Hava Yolları'nın hostesleriyiz, sizin de geceye teşrifiniz bizi çok mutlu edecektir. İşte genel müdürümüzün daveti. Bizi inşallah kırmazsınız," dedi.. "Aa tabii. Ne zaman?" dedim. "Şu gün.." dediler. Ama geceye gittim mi, gitmedim mi bilmiyorum...
- B.H: Geceye gelmedi.
- E.H: Tabii üç güzel kızı görünce, "Hemen telefon numaralarınızı siz bana verin," dedim.
- Adresinizi nasıl bulmuşlar?
- E.H: SES gibi dergilerin arkasında eskiden bütün artistlerin adresi yazardı, mektup yollamak isteyen hayranları için. Biz de onlara imzalı fotoğraflarımızı gönderirdik.
- O üç genç kızdan hangisini aradınız? Üçünü de mi?
- E.H: Yok, sadece Berna'yı aradım. -
Neden?
- E.H: Bilmem, bakışları derindi. Onu aradım, "Katılamıyorum, özür dilerim. Uludağ'a gidiyorum," dedim. "Tamam, rica ederim," dedi. Ama çok hoşuma gitmişti kız. Sonra tekrar aradım. Böyle çıtı pıtıydı, gözlerinin içi gülüyordu. Çok güzel bakıyordu.
- B.H: Kız arkadaşımla birlikte Ankara'ya gitmiştik. Canımız çok sıkılıyordu, ne yapalım dedim, "Hadi bir Türk filmine gidelim," dedi. Karşımıza Ediz Hun'un filmi çıktı. Orada hayran oldum ona... Sevda Ferdağ'la oynuyordu.
- Hangi film, hatırlıyor musunuz?
- B.H: Binnaz Sultan. O filmi izledikten sonra da herhalde çok etkilendim. Dedim ki, "Ne yapalım, ne edelim, nasıl tanışalım?" Derken, Türk Hava Yolları'nın balosu geldi aklımıza. O şekilde yola çıktık.
- E.H: Aslında hiç aktör olmak gibi bir niyetim yoktu. 1963'te Almanya'da Diş hekimliği tahsili yaparken, yaz aylarında İstanbul'a geliyordum. Hayatta tesadüfler var. İyi tesadüfler var, maalesef acı, kötü tesadüfler de var. Cihangir doğumluyum. Babam Çerkez kökenli. Annem de Macaristan'dan gelme. Alman Hastanesi'nde doğmuşum. 60'larda Büyükada'da bahçeli bir evde geçerdi yazlarımız. Dördüncü sömestrde tatile geldim. O sırada da Acar Film'in Genel Müdürlüğü'nü yapan Sabahattin Sürmeli, babamın arkadaşıydı. Beni görünce, Türk sinemasını anlattı. "Ayhan Işık diye biri var, Göksel Arsoy diye biri var, Türkan Şoray diye bir hanım var. Git şansını dene. Bella diye fotoğraf stüdyosu var. Orada lütfen bir fotoğraf çektir," dedi. 22 yaşındayım. Gittim çektirdim, güzel kızlarla tanışırım falan diye! Tabii nereden nereye...
- Güzel kızlarla tanışmak için mi sinemayı seçtiniz?
- E.H: 22 yaşında bir erkek, genç kızlardan tabii ki hoşlanır ve görüşmek ister. Böyle düşündüm ve fotoğrafları çektirip gönderdim. Dediler ki "İlk elemeyi kazandınız." İkincisinde altı filmlik anlaşma imzalattılar. Altı filmin her biri 12 bin 500 liradandı. O para, o günkü koşullarda çok iyi paraydı. 37 bin 500 liraya, o zaman en iyi Mercedes'lerden birini alma imkanınız vardı. "Birinci film tutmazsa, tahsiline devam edersin," dediler. İlk film çok iyi iş yapınca, kendimi bu piyasanın içinde buluverdim. Berna ile tanıştığımız dönemde, iki odalı çatı katımın tamamı hayran mektuplarıyla doluydu.
- Berna Hanım'dan önce?
- E.H: Çok flörtlerim oldu tabii... Yani bugün George Clooney ne ise ben de onun kadar popülerdim. Berna'yla 29 yaşındayken tanıştım. Üç sene sonra da evlendik. O günden beri de beraberiz. İyi bir eşim. Yemek seçmem. Yatak sertmiş, yumuşakmış önemsemem. Her yerde uyurum. Her yemeği yerim.
- Ediz Hun'un sesini ahizede duyduğunuzda şaşırdınız mı?
- B.H: Yoo şaşırmadım. Beni arayacağını tahmin etmiştim. Üç kız arkadaş aramızda konuşmıuştuk, "Kimi arayacak?" diye. Beni aradı, gizli buluştuk çünkü tanınmış bir insanla birden gazetelere düşmek istemezdim. El ele tutuşmak zaten 35 sene sonra ancak Avrupa'da oluyor. Biz öyle şeylerden çok fazla haz etmeyiz.
- Hangi özellikleri çekti sizi?
- E.H: Çok evcil. En ufak rahatsızlığımızda büyük şefkat verir: Her erkek annesinden gördüğü şefkati görmek ister. Ben onu Berna'da gördüm.
- Anneniz nasıldı?
- E.H: Annem de çok güzel bir kadındı.
- B.H: Ama şu var tabii. Ediz tek çocuk olduğu için sevgi yumağı içerisinde büyümüş. Daha sonra da kızların sevgilisi olmuş. Milletvekiliyken haftanın dört günü Ankara'da yalnız kalıyordu. Ama hiçbir zaman öyle bir şey yapacağı aklıma gelmedi.
- E.H: Hiçbir zaman öyle bir arayış içinde olmadım.
- B.H: Zaman zaman kıskandığım olmuştur. Ama kendi içimde. Ona hiçbir zaman hissettirmedim. Çünkü biliyorum ki erkekler kıskanç kadınlardan asla hoşlanmaz, o rahatsızlığı vermek istemedim. O zaman kaçabilirdi. Etrafında bir sürü insan olan biri, kıskanç bir kadınla nasıl beraber olur ki? Mümkün değil. Hem hayatı kendime zehir ederdim, hem de ona.
- E.H: Mesela siz güzel bir kadınsınız Tuluhan Hanım, ben size bakabilirim. Ne var ki? Ama kıskanç bir eş "Niye ona baktın?" diye ortalığı birbirine katar. Mesela, galalara Berna'yı götürürdüm, aşk sahnelerinde reaksiyonuna bakmak için. Ciddi bir reaksiyon göstermedi hiç, "Bu senin işin," dedi.
İLİŞKİLİ HABERLER
Evlenirsen yüzüne kezzap atarız dediler
Yayın tarihi: 19 Nisan 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/19/ct/haber,657861B7D46745E7B5CB36D9F3E8D39B.html
Tüm hakları saklıdır.