kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 13 Nisan 2008, Pazar
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Babam ısrar etmeseydi kaçabilirdim

ŞİRİN SEVER
30.03.2008
"Saklandığımız ev havan mermileriyle çökünce kendimi samanlığa attım. Farkında değillerdi çünkü evin sahibi 11 kişi olduğumuz halde, 10 kişi olduğumuzu söylemiş. Babam cesetler arasında beni teşhis edemeyince arama yapıldı. Ona kızamam ama böyle bir şey olmasa kaçabilirdim..."..
Tam 36 yıl önce bugün yaşandı Kızıldere Katliamı... 12 Mart muhtırası sonrası idamlarına karar verilen Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Arslan'ı ipten kurtarmak için 11 THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Parti-Cephesi) militanı NATO dinlenme üssünde görevli İngilizleri kaçırdı. İngilizlerin hayatına karşı Deniz ve arkadaşlarının hayatı! Amaçları buydu, hükümetle pazarlık yapabilmek... Ama Tokat'ın Niksar ilçesinin Kızıldere köyünde kıstırıldılar. Sığındıkları, kapana kısıldıkları evde havan mermileriyle katledildiler. İçlerinden sadece biri, Ertuğrul Kürkçü, evin samanlığına saklanarak sağ kurtulabildi. 14 yıl hapis yattı ama hayatını yeniden inşa etmeyi başardı. Yıllar sonra onu yeniden hatırlamamıza vesile olan ise atv'nin Hatırla Sevgili dizisi oldu. Geçen hafta yayınlanan bölümüyle bütün Türkiye'yi ağlatan dizide, kendi deyimiyle 'birdenbire zuhur etmiş olsa da' üzerindeki sis bulutu hâlâ dağıtılmamış bu trajedinin tek tanığı olarak kapısını çaldık... Sorumluları hâlâ serbest olan katliamın yıldönümüne denk geldi bu buluşma. Hâlâ öfkeli sesiyle; yaşadıklarını, hissettiklerini yeniden anlattı... Benim için en acıklısı neydi biliyor musunuz? Bir babayla oğulun küs ayrılmalarıydı...

- Nasıl biriydi Ertuğrul Kürkçü; nasıl bir ortamda büyüdü, devrimci harekete katılmaya nasıl karar verdi?
- Hiçbir şey birdenbire olmuyor tabii... 65 sonrası üniversiteye giren herkesin o zamanın büyük devrimci çalkantısı hakkında bir karar vermesi gerekiyordu: Bu dalganın içinde misin yoksa dışında mı?

- Nasıl bir ailede yetiştiniz?
- Her şeyi orta karar bir ailede yetiştim. Babam daha Osmanlı toprağıyken Halep'te doğmuş. Büyükbabam milletvekiliydi, o nedenle Ankara'ya yerleşmişler, dolayısıyla Ankara'da geçti bütün hayatımız. Özet olarak Cumhuriyet yaratığıyız!

- Büyükbabanız milletvekili olduğuna göre politik bir aileydi sizinki?
- Cumhuriyet kurulduğunda ilk iki dönem milletvekiliydi dedem CHP'de. Ama babam Demokrat Parti taraftarıydı. 27 Mayıs bizim evde çok çalkantıya yol açtı. Babamın bütün hayatı değişti çünkü bütün manevi geleceğini DP'ye bağlamıştı. Kurumsal bir ilişkisi yoktu ama çok partizan bir insandı. Yani babam babasının tersiydi, ben de babamın (gülüyor).

- Sonuçta siyasi kimliğiniz aile içinde şekillendi değil mi?
- E tabii, bizim evde politika çok konuşulurdu, politikada tavır almak da önemliydi. Babamın görevi dolayısıyla İzmit'e gittik. 65 yılı; o zaman Türkiye İşçi Partisi ilk kez seçimlere girdi, Mehmet Ali Aybar'ın radyo konuşmaları benim için çok çarpıcıydı. İkincisi, babam İpraş petrol rafinerisinde görevliydi, orada işçiler ilk grevlerden birini yaptılar. Babam greve karşıydı hükümet taraftarı ve sağcı bir insan olarak. Fakat abim de ben de, işçilerin tarafını tutmamız gerektiğini düşündük.

- Politik kavgalar sık sık yaşanır mıydı evinizde?
- O yaşta değil ama üniversite zamanı biz hareketlenince, evle bütün ilişkilerim koptu.

- Ne okudunuz?
- ODTÜ'de mimarlık. İlk boykotlar başladığında evde gerilim de çok arttı...

- Siz de tarafınızı seçmek zorunda kaldınız öyle mi?
- Tabii ama sadece dışsal koşullar sizi buna itmiyor. Zihnen de neyin ne olduğunu anlamaya çalışıyorsunuz ve görüyorsunuz ki sosyalizm ve Marks'ın karşısında hükümetin ve diğer partilerin görüşleri çok zayıf, hakikat yok. Gençken hakikatin tarafını tutmak da daha kolay. O yüzden aklımın dediğini yaptım. Ama sert bir aile içi gerilim söz konusu olunca, 18 yaşında evden ayrıldım ve hayatımı tek başıma sürdürdüm. Benim için bir siyasi tercih yapmak, hayatım hakkında bir tercih yapmaktı.

- Devrimci harekete nasıl girdiniz peki?
- Sonuçta 68'den sonra bütün hayatım devrimci hareketin içindeydi. 69'da ODTÜ Fikir Kulübü Başkanı, 70 sonbaharında Dev-Genç genel başkanı oldum. 20'lerinde bir insan için edinilebilecek en kıymetli görev!

- Devrimci dediğimiz nasıl bir insandır söyler misiniz?
- Bin tane devrimci tipi sayabilirsiniz; bunların da her biri şuna ya da buna göre değişebilir, başka karakter sergileyebilir. Sonuçta devrimcinin de köylüsü-şehirlisi var, kadını-erkeği var, bilenibilmeyeni var, aydını-yarı aydını var ve bunların hepsi kocaman bir aile. Yani belki ailenin en parlak üyelerine bakarak geri kalanları tanımlamaya çalışıyoruz. Yoksa öyle biricik, pırıl pırıl, kimsede olmayan niteliklere sahip devrimci diye bir şey yok! Daha çok bir fikrin sonuçlarını görüyoruz biz. Yani eğer siz sosyalist değilseniz, öyle bir gelecek projeniz yok ise, belki de bu özelliklerinizin çoğu saklı kalacak. O yüzden kimseye de erdemler açısından haksızlık etmemek lazım.

- 'Devrimci Superman gibidir' diye bir imge var ama değil mi?
- Evet bana çok haksızlık gibi geliyor sıradan insanlara bir tür Superman imgesi sunmak. Oysa sıradan insanlar olmazsa devrim diye bir şey olmaz! Devrimci dediğiniz insan, her şeyden önce kafasında bir değişim inancı olan insan. Bunu bilen insan. Bir adım ötesini gören insan. Dolayısıyla uzak görüşlü olan insan.

- Devrimle neyi hayal ediyordunuz peki?
- Yakalandığım zaman şöyle bir somutlukla sordular: 'Nasıl bir hükümet kuracaktınız?' Hiç düşünmemiş olduğumu fark ettim! (gülüyor) Ama bence tavrım gerçekçiydi çünkü nasıl bir hükümet olacağı, nasıl bir devrim olacağına bağlıdır. Bir toplumsal hayal elbette vardı ama ta en başta benim açımdan bir devrimin en çok düzelteceğini umduğum şey, çocukların gelişmeleriydi, yani bir devrim bunu yapmalıydı. Ben lisedeyken nüfus sayımında İzmit'in en yoksul mahallelerinde sayım yaptım evlerin içine girip. O kadar çok yoksulluğu, o kadar yoksunluğu, o kadar çok acıyı bir günde, bir arada gördüğümü hiç hatırlamıyorum.

- O gün mü kararınızı verdiniz yolunuzu seçmek için?
- O gün bunlara gözümüzü kapayarak yaşayamayacağımıza karar verdim, içimin sızısı hiç dinmedi. Sobasız evlerde çıplak ayakla ders çalışmaya çalışan çocukları gördükçe, ne kadar çaresiz bırakıldıklarını gördükçe bir şey yapmak lazım diye düşündüm. Hiç kimsenin çocuğundan farklı değillerdi, sadece fırsatları yoktu...

- Devrim hayaliniz öncelikli olarak eşitlikti yani?
- Evet birincisi bu eşitliğin sağlanması ihtiyacıydı. İkincisi ABD'nin baskılarına duyulan öfke, yani bağımsızlık arzusu. Türkiye niçin kararlarını kendi verebilen bir ülke değil, niçin muhtaç, niçin dilenmek zorunda? Üçüncüsü, enternasyonalizm. Yani ezilen başka ülkelerin dertleriyle de dertlenmek. Biz büyürken kitle hareketi de büyüdü, köylüler toprak, işçiler fabrika işgal etmeye başladılar. Türkiye'de herkes şunu gördü; kaderimizi değiştirebiliriz!

Haberin fotoğrafları