kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 12 Nisan 2008, Cumartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC

Yılmaz Ağabey'den Yılmaz Koca'ya...

- Bu iş nasıl Yılmaz Ağabey'den Yılmaz Koca'ya dönüştü
- Yılmaz Ağabeyim bir gün Milliyet Yayınları'na geldi. Ayşe'den (Şasa) ayrılmak üzereydi. O sırada ben Milliyet Yayınları'ndaydım. Sophia Loren'le Carlo Ponti Türkiye'ye geldi ve beni apar topar havalimanına gönderdiler. Ertesi gün benim onlarla birlikte fotoğrafım çıktı. Ben de o zaman gazetecilik falan bilmiyorum. Söylediklerimi yazdı bir arkadaş, altına da benim imzamı attılar. İşte o zaman orada fotoğrafımı görmüş. Beğendiği bir kadınmışım ama denk düşmemişiz. Zaten nasıl denk düşeceğiz. O her zaman evliydi, ben bambaşka yerlerdeydim. Ve hiç düşünmedim zaten böyle bir şeyi. Sonra eve gelmeye başladı. "Ayşe'den ayrıldım, bana bir arkadaşını bulsana," dedi. Ben de demişim ki o sırada, "Aman Yılmaz Ağabey bulamam, ben kendime birini arıyorum." Babam da hatta "Evladım, ne biçim konuştun," diye uyarmıştı beni. Aklımın ucundan bile geçmiyor. Konuşuyoruz. Sonra bir akşam üstü beraber içmeye gittik. Ama bu gizli saklı bir şey değil. Onunla konuşmaktan çok hoşlanıyorum. Sonra yine bir gün, Park Otel vardı, Gümüşsuyu'nda ki, orada buluştuk. Bana bir karton Dunhill aldı. Arada söylerdi, "Bir Dunhill'e gittin," diye. Sonra arabaya bindik. "Ben," dedi "senin sevgilim olmanı istiyorum." Ben de, "Yılmaz Ağabey, böyle bir şey teklifle ya da istiyorum demekle olmaz," dedim ama kafamda bir şey oldu. Kendimde değilim. O sırada bir sürü sevgilim var zaten, idare edemiyorum. Ama Yılmaz olunca, öyle bir sürü sevgili gibi olmayacağı belli. Gerçekten şaşırdım. Onu aramadım. İki gün sonra beni aradı. Yemeğe çıktık. Ne olduysa orada oldu. Bana dünyanın, sonradan dalga geçtiğim en edebi cümlesini kurdu. "Güneş gözlerinde batıyor," dedi. Köprü altında. Hayatımda ilk defa rakı içtim. Dolmabahçe'ye kadar taksi şoförü götürdü. Hiçbir şey konuşmadık. Sonra "Gayrettepe," dedi. Asansöre bindik. Beni öpmeye başladı. O sırada aklımdan sadece şu cümle geçiyordu "Tanrım Atıf Yılmaz ile öpüşüyorum." Pardon, "Tanrım, Yılmaz Ağabey ile öpüşüyorum."

- Ne zaman evlendiniz?
- 12 sene sonra. Tutkuyla başladı. Çok âşık oldum, çok. 30 sene içerisinde iki kere daha âşık oldum, ama hiçbir zaman Yılmaz'dan birisi için ayrılmayı düşünmedim. Yalan söylemeyi hiç beceremezdi. O kadar beceriksizce yalan söylerdi ki her seferinde yakalanırdı. Ben de bu mantığı anlamazdım. Doğruyu söylediği zaman bir tepki göstermezdim ki. Öfkem şuydu: Benim beraberliğim yalan üzerine kurulmuyor. Birbirimize aşağı yukarı her şeyi söylüyoruz. Nihayet insanın kendine ait özelleri elbette ki vardır. Ama biz çok seviyoruz birbirimizi. Dolayısıyla bu, birbirimiz üzerine ipotek koymamıza gerek bırakmıyor. Yani o 12 yıl ile evlendikten sonraki süre arasında benim için fark yok. Tam aksine Zeynep'in de varlığı beni özgürleştirdi. Hiçbir zaman o ilişkiler benim üzerimde baskı olmadı. Çünkü özgürlük ve kadın olma halini çok düşündüm. Mesela biliyorum ki annelik; kayıtsız şartsız sevgidir ama bu çocuğunun üzerinde baskı kurmanı, ya da hayatını durdurmanı engellemez. Zeynep de belki o yönden kızıyor bana. Çok genç yaşta onu özgür bıraktım.

- Kaç yaşındaydı Zeynep evlendiğinizde?
- 14. Ama ben Yılmaz'ı Zeynep'in babası yerine koymayı istemedim. Biz üç tane bağımsız insanız, bir arada yaşıyoruz, birbirimizi seviyoruz, kavga ediyoruz, ama herkesin bir hayatı var. Köprü, sevgimiz.