İçki kültürümüz elden gidiyor
Çeşme'de Ayayorgi Koyu'ndaki kulüpler, 'kaçak' gerekçesiyle kapatılıyor, içki reklamları vergi kapsamına alınıyor, dizi ve filmlerde içkili sahneler sansürleniyor... Oysa içkinin zararlarıyla mücadelede yapılması gereken içki içme kültürünü öğretmektir..
30 yıldır yazları Çeşme'ye giderim. Bu yarımadanın en olağanüstü bölgesi, bana göre Ayayorgi Koyu'dur. Yarımadanın diğer kesimlerini rüzgâr dövse de sakin bir gölü andıran bu küçük koyda rüzgârdan etkilenmezsiniz; mehtabın tadı da burada daha başka çıkar. Çok eskiden bu koyda uygarca denize girilebilecek, bir şeyler içilebilecek tek bir mekân vardı. 'Paparazzi' adı buraya, bu kavramın henüz magazin dünyamızın literatürüne girmediği dönemde verilmişti. Çeşme yarımadası gibi bu koy da bugünkü gibi gelişmediği için, Paparazzi'nin önündeki tahta iskeleden denize girerdik.
AYAYORGİ KOYU'NDA YIKIM
Zamanla koyda başka plajlar da açıldı. İlk dönemlerin tahta iskeleleri yerlerini günümüz koşullarına yakışır beton iskele ve rıhtımlara bıraktı. Mütevazı plajlar, yeni isimleriyle 'beach club'lara dönüştü. Yediden 70'e insanlar günün ve gecenin her saatinde bu koydaki irili ufaklı mekânları doldurdu. Yazın günde yaklaşık 7 bin kişi, bu güzelim koyun nimetlerinden yararlanır hale geldi. "Bu karakışta Çeşme'nin Ayayorgi Koyu da nereden çıktı?" diye düşünüyor olabilirsiniz. Tek bir nedeni var; bu koydaki bütün iskele ve rıhtımlar belediyenin dev yol makineleriyle yıkılıyor. Geçtiğimiz hafta içinde Shayna yerle bir oldu. Bu hafta da Paparazzi, Sole Mare, Granada gibi büyük tesislerle Arif'in Yeri ve Yorgi Bay gibi küçük mekânlar buldozer kepçesiyle yıkılacak, geriye enkaz yığını kalacak. "Niye yıkıyorlar?" derseniz, bu mekânlar gerçi sahipli, ama iskelelerin ruhsatı yok da ondan. Hayır, ruhsat alma zahmetine katlanmadıkları için değil; bu kıyı şeridindeki rıhtımlar yıllardır talep edildiği halde ruhsat verilmediği için 'kaçak' durumda... Tıpkı Çeşme yarımadasındaki sayıları 600'ü bulan, deniz kıyısındaki en büyüğünden en küçüğüne kadar otellerin, yalıların rıhtım ve iskeleleri gibi... Ama onlar yıkımın dışındalar. Bana göre bir taşla iki kuş vuruluyor; insanların yaz aylarında uygarca yemek yiyip bir şeyler içtiği, haşema ve şambriyelle değil, bikini ve mayo ile denize girdikleri, akşamları yemek yiyip, müzik eşliğinde içki içtikleri bu beach club'ların denizle bağlantısı kesilecek, bir yandan da belli çevrelerin 'gavur İzmir' olarak gördükleri bu kentin turizmi önemli bir darbe almış olacak. 30 yıldır denize girdiğim iskelenin 'kaçak' olduğu eğer bugün, karakışın ortasında fark edilip yıkılıyorsa, kimse bana "Yoksa sen yasa dışılığı mı savunuyorsun?" diye sormasın. Önümüzdeki ay yürürlüğe girecek içki reklamlarının vergi kapsamına alınması, dizi ve filmlerde içki içilen sahnelere sansür uygulanma hazırlığı, her ne kadar resmen olmasa da sessiz sedasız kentlerin tümüyle içkili mekânlardan arındırılması, büyük şehirlerde de ancak 'kırmızı bölge' olarak nitelenebilecek belli semtlerde içki ruhsatı verilmesi gibi uygulamalar bir araya gelince; Ayayorgi Koyu'ndaki yıkımın 'üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek' amacını taşıdığını düşünmeden edemiyorum. İçki düşmanları niçin tarihten ders almaz? İçki, insanlığın kendisi kadar eski. Henüz bütün vücutları kıllarla kaplı büyük atalarımız bile, bugün birçok hayvanın yaptığı gibi çürüyerek şekeri alkole dönüşmüş meyveleri yiyerek içki keyfini yaşamışlar. İlk alkollü içkinin 'met' adı verilen mayalanmış bal şarabı olduğu ve rastlantıyla bulunduğu tahmin ediliyor. Bira ve şarap ise binlerce yıldır insanoğlunun vazgeçemediği içecekler arasında. Aslında milli içkimiz de son birkaç yüzyıldır tanıştığımız rakı değil, Orta Asya'da atalarımız Türklerin keyif için içtikleri, at sütünden elde ettikleri kımız. Ne var ki her dönemde içkinin amansız düşmanları olmuş. Tarih boyunca en büyük düşman Hıristiyan kilisesi. Ama ne Katolikler ne de Protestanlığın kurucusu Martin Luther, dindaşlarını içkiden alıkoymayı başarmış. ABD'de 1920 ile 1933 arasında uygulanan içki yasağı da insanları alkolden uzaklaştırmamış; tersine kaçak olarak ülkeye sokulan kötü içkilerle yüzlerce kişi hayatını kaybettiği ya da sakat kaldığı halde, bu yasak mafyanın güçlenmesinden başka işe yaramamış. Çevremizdeki Müslüman din devletlerinde de benzer durumlar yaşanıyor. İçkinin yasaklanmasına rağmen kaçakçılık gırla gidiyor, üstelik daha hoşgörülü bakılan uyuşturucuların kullanımı son derece yaygın...
YARARLARINI UNUTMAMALI
İçkinin zararlarıyla mücadelenin tek yolu insanlara içki içme kültürünü aşılamaktır. İnsan kendini bildiği yaştan itibaren insanlığını kaybetmeyecek kadar içki içmenin adabını öğrendiğinde, içki süfli bir sarhoş olma aracı olmaktan çıkar, uygar ortamların içeceği haline dönüşür. Sofralarının vazgeçilmez içeceği az miktarda kırmızı şarap olan ve yağlı yemekleriyle ünlü Fransa'da enfarktüs ve beyin kanamasından ölüm vakalarının, şarabın fazla tercih edilmediği ABD'ye göre çok daha az olduğu kanıtlanmış bir gerçek. Gün geçmiyor ki, az miktarda içilen yüksek alkollü damıtılmış ya da şarap ve bira gibi düşük alkollü, mayalı içkilerin sağlığa yeni bir yararı keşfedilmesin. Son zamanlarda Anadolu kentlerinde ne yazık ki azınlıkların ülkemizden ayrılmasından sonra, gelişmeye başlayan içki kültürünün hızla yok edildiğini gözlüyorum. İnsanca içki içilecek yerlerin sayısı, baskılar sonucu azalıyor; doğru dürüst yemek yiyip içki içecek yer bulamayanlar parklara, manzaralı tepelere çıkıp yumruk mezesiyle içkilerini ziftleniyor, şişeleri yerlere atarak kırıyor, çekip gidiyor. Kuşkusuz IV. Murat uygulamaları, en geniş özgürlüklerin savunulduğu 21. yüzyıl Türkiye'sinde er ya da geç etkisiz kalacak. Ama o zamana kadar daha nice beach club'lar, yıllardır insanların iş çıkışı efkâr atmaya gittikleri meyhaneler, içkili lokantalar yok olacak. Tıpkı Doğu Bloku'nda komünist ideolojinin uygar yemek kültürünü yok ettiği gibi, biz de içki kültürümüzü yitireceğiz. Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti bu çağdışı tutumu hak etmiyor.
Yayın tarihi: 6 Nisan 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/04/06/pz/haber,7D977946F7714C78A8BACFFECF063900.html
Tüm hakları saklıdır.