Her gün sofralarında afiyetle et yiyenlerin bayramda kurban kesimini eleştirmelerine ne demeli? Asıl tartışılması gereken kurbanın hangi ortam ve koşullarda kesildiği olmalı..
Bir Kurban Bayramı'nı daha geride bırakıyoruz. Böyle günlerin bir numaralı haberi, kasabın elinden kaçan danalar ve onları kovalayanlar, "Kurban keseceğim," diye kendilerini yaralayan acemi kasaplar ve yol kenarlarında çoluk çocuğun önünde boğazlanan koçların kanlı görüntüleri, bu bayramda da televizyonların ana haber bültenlerinin ve gazetelerin ilk sayfalarının konusu oldu. Son yıllarda kurban kesilmesini eleştiren sesler yükseliyor. Bu geleneği kınamanın, dinsel buyruklara, inananların dini inançlarına saygısızlık anlamına geldiğini düşünüyor, ayrıca her gün sofralarında et yemeklerini afiyetle yiyenlerin Kurban Bayramı'nda hayvanların kesilmesini gündeme getirmelerini anlamsız buluyorum. Eleştiri, kurbanın kesilmesine değil de bunun hangi ortam ve koşullarda yapıldığına yönelikse, o zaman durum farklı. Caddelerde kaldırım kenarlarında, yağmur ızgaralarının dibinde, park ya da gezinti yerlerinde ilkel koşullarda hayvanların boğazlanması, ulvi bir amacı olan kurbanın yozlaştırılmasından başka bir şey değil. Sanırım Avrupalıların Türklere karşı, hemen her fırsatta tanık olduğumuz tepkilerinin ardında, işçilerimizin özellikle Avrupa'ya ilk gittikleri yıllarda, apartmanlarının önünde, hatta oturdukları dairelerin banyo küvetlerinde kurbanlarını kesmelerinin payı var.
VEJETARYENLER ARTTI
Ülkemizde son yıllarda vejetaryenlerin sayısı hızla artıyor. Bir bölüm vejetaryen, entelektüel, felsefi kaygılarla eti ağzına koymama yolunda tercihlerini yaparken, felsefi derinliği olmayan, sıradan insanlarda de ete olan tiksintinin arttığını gözlemliyorum. Bunun ardında çocukken tanık olunan kurban kesme sahnelerinin gizli olduğunu tahmin ediyorum. Küçük çocuk eve getirilen, yıkanıp süslenen kurbanlık koçu günlerce, haftalar, hatta aylarca sever, ona kendi elleriyle ot yedirir. Derken sevgili koçunu gözü önünde kesip, kanını alnına sürerler, hemen o öğlen yemeğinde de etinden yapılmış kurban kavurmasını yedirirler. Böyle bir şokun hassas ruhlu kişilerde zaman içinde ete karşı tiksinti meydana getirmesine şaşmamalı. Biz, büyük kentlerde yaşayanlar, çok uzun zamandan beri sofralarımızdaki etlerin canlı yaratıklara ait olduğunu neredeyse unuttuk. Hayatında canlı koyun, sığır görmeden büyüyen kentli çocuklar var. Artık neredeyse hepimiz eti temizlenmiş, paketlenmiş, marketlerde ambalajı içinde satılan herhangi bir yemek malzemesi olarak görüyoruz. İşte o zaman da yılda bir kez kapımızın önünde kesilen kurbanların görüntüsü bizi rahatsız ediyor. Ülkemizde tüketilen etin yaklaşık yüzde 15'i kurban bayramında kesilip yeniyor; dolayısıyla da bu denli büyük hayvan hareketlerini kontrol etmek, çok zor bir görev. Kurbanların gözlerden uzak, özel olarak ayrılmış yerlerde kesilmesini sağlamak belediyelerin büyük uğraşlarına rağmen bir türlü gerçekleşemiyor.
BİR ZAMANLAR ERKEKLER KESERDİ
Eskiden, kentlerde de evlerin bahçeleri varken, erkeklerin bir görevi de gereğinde kümesteki tavukları ya da kurbanlık koçları kesmekti. O zamanlar insanlar yemek için hayvanların kesilmesine bugünün kentlilerinden daha farklı bakıyorlardı. Hatta Kurban Bayramları'nda bizzat padişah bile bir ya da birkaç kurbanı kendisi kesiyordu. Bayram namazından Topkapı Sarayı'na dönünce, Enderun'da, Hırka-ı Saadet Dairesi önündeki şadırvan yanında 'kurban kapısı' denilen yere konulmuş bir iskemleye otururdu. Silahdar Ağa, padişahın keseceği koçları getirir, duası edilir, Hazinedar Ağa getirdiği tülbentlerle hayvanların gözlerini bağlar, padişahın beline de bir peştamal sarardı. Bıçakçıbaşı bir gümüş tepsi içinde bıçakları getirir, baş lala bunlardan birini seçerek padişahın eline verirdi. Padişah bıçağı vurur, diğer işleri kasaplara bırakırdı. Kurban etleri ise saray hizmetlilerine dağıtılırdı.
Yayın tarihi: 23 Aralık 2007, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2007/12/23/pz/haber,09DEBFC2735241CB87F55518063E1EE4.html
Tüm hakları saklıdır.