kapat
Üye OlÜye Girişi
Bugünkü SABAH Gazetesi
  |  Benim şehrim | 31 Mart 2008, Pazartesi
Son Dakika
ARAYIN
Google
Google Arama
atv
ABC
ÜLKÜ TAMER

Şiir üstüne dağınık düşünceler

"Yaşamdan Dakikalar" ne kadar çok izleniyormuş meğer. Geçen haftaki konukluğumdan sonra bu yaşta bayağı "meşhur" oldum. Birçok soruyla da karşılaştım.
Soruların çoğu şiirle, özellikle şiir yazmaya nasıl başladığımla ilgiliydi. Onları harmanlayıp yanıtlamaya çalışayım bu hafta.
Şiirle okul öncesi buluştum ben. Sanırım 5-6 yaşlarında. Annem "tahsilli" bir kadın değildi. Ama kitap okumayı severdi. Muazzez Tahsin'den, Kerime Nadir'den Cronin'e, Margaret Windsor'a, belki inanmayacaksınız, Anatole France'a uzanan bir yelpaze içinde, okurdu.
Bana okuduğu ilk kitap, Grimm Kardeşler'in Gençlik Hikayeleri'ydi. Ama sık sık okuduğu başka bir şey vardı: şiir. Çocuk şiirleri. Ezbere okurdu. Belki benim için ezberlemişti. Çünkü ezbere okuduğu o çocuk şiirleri dışında, başka bir şiir okuduğunu hiç görmedim. O dinlediklerime özenip, ilkokulda ben de başladım şiir yazmaya. Mevsimler üstüne, 23 Nisan üstüne, kardanadam üstüne... Antep savunmasının ünlü Şehit Şahin'i üstüne... Babam da ilgimi o yaşlarda hep destekledi. Sonraları mühendis olmayıp da kendimi edebiyata verince hayal kırıklığına uğradı elbet, ama o yaşlarda hep destekledi. Kitap değil, dergi okurdu babam. Ayda Bir, Realite ... Bana da hiç aksatmadan Binbir Roman, Çocuk Haftası alırdı... Benimle kardeşlerim için koca bir kitaplık kurmuştu. Sabahattin Ali'den O'Henry'ye, Gorki'ye kadar birçok yazarı o kitaplıkta keşfettim. 1940'ların Antep'inde.
Robert Kolej 1950'lerde, inanılmaz bir okuldu. Şimdiki Boğaziçi Üniversitesi'nin bulunduğu yerdeydi. Okulda kim neyle ilgileniyorsa, o ilgisini geliştirme olanağını buluyordu. Ders dışı etkinliklerin kimyadan resim sanatına kadar uzanan yelpazesi çok genişti.
Edebiyata ilgim Kolej'de gelişti. Karıkoca MacNeal'ler gibi iki öğretmenim oldu. Orta 3'de Odisseia'yı İngilizce tam metin okuyorduk. Lisede Shakespeare, Modern Roman gibi dersleri seçebiliyorduk. Gide'in Kalpazanlar'ını inceliyorduk. Konuşma derslerinde Chaucer ezberliyorduk.
Necatigil'leri, Cumalı'ları, Dağlarca'ları, Orhan Kemal'leri okuyor, aramızda tartışıyorduk. Okulda edebiyat matineleri, sohbetler düzenliyor, Sait Faik'le, Oktay Akbal'la, Haldun Taner'le yüz yüze konuşabiliyorduk.
Şiir yazarken, o şiiri yazmaktan başka bir şey düşünmedim hiç. Ne kuramlar, ne birtakım endişeler, ne başka bir şey... Beni hiç ilgilendirmedi. Şiirimin geldiği yolu da, gitmesi gereken yolu da düşünmedim. Sadece yazdım. Ben değişirken şiirim de değişti. Doğru, şiirimde imge ağırlıkta. Sanırım biraz da sinema tutkumdan geliyor bu. Belki başkaları için hiçbir anlam taşımayacak imgeler de var şiirimde. Çok özel, çok kişisel imgeler. Elden ne gelir... Onlar da öyle belirdi işte.
Beni besleyen, yaşamımdı. O yaşamıma egemen olan kaynaklar. Sinema, edebiyat, resim. Elbette insanlar. Tanıdıklarım. Gördüklerim. Yolculuklarım.
Ama başlangıçta edebiyat besledi beni. Okuduğum Türk şairlere, sonra okulda İngiliz-Amerikan şairlere özendim, sevdiklerimin sesleri yansıdı yazdıklarıma. Kaçınılmaz bir şey bu. Yeni yeni yazmaya başlayan bir insanın, kendisini etkileyen sanatçılara öykünmesi çok doğal. Önemli olan, o öykünmenin yerini özgünlüğe bırakması.
Her şair kendini anlatır. Çevresini anlatmaya kalksa da, dünyayı değiştirmeye kalksa da, önce kendini anlatır. Anlatırken de anlamaya çalışır. Ben şiirlerimle kendimi anlamaya çalıştım.
Değişime hep inandım. İnsanın değişmesi, dolayısıyla yapıtının değişmesi, son derece doğal. Üstelik gerekli.
Sadece sanatta değil, neredeyse her alanda ustalık denen şey beni ürkütmüştür. Bir konuda ustalaşırsanız, o ustalıkla yaratmayı sürdürürseniz kendi kendinizi yinelemeye başlarsınız. Yeni yollara kolay kolay sapamazsınız, yeni alanlar keşfedemezsiniz. Bir yerde tıkanır kalırsınız. Oradan oraya savrulmaktan söz etmiyorum. Temel özelliklerinizi, görüşlerinizi, niteliklerinizi elbette koruyacaksınız.
Yazdığım şiirleri yeniden yazıyormuş gibi bir duyguya kapıldığımda yeni yollar aradım ben de. Patikalara, keçiyollarına saptım. O arada acemilik denilen şeyin heyecanını, çilesini yaşadım, tadını çıkardım. "Edebiyattaki duruş yerimi" hiçbir zaman önemsemedim. Düşünmedim bile. Ben buyum işte. Bir yerlerde duruyorum. Kim nerede durduğumu düşünürse düşünsün, bu beni pek ilgilendirmedi. Sadece yazdım.