Ludwigshafen'de 5'i çocuk 9 Türk'ün can verdiği yangının nedeni hâlâ belirsizliğini korurken dün Almanya'nın iki kentinde, Aldingen ve Wiesbaden'de iki binadan daha alevler yükseldi. "Tesadüf" (!), iki binada da yabancılar yaşıyor.
Aldingen'deki ahşap binada oturanların çoğu Türk. Wiesbaden'deki binada ise iltica talebinde bulunanlar barınıyor.
Alın bir "Tesadüf" (!) daha; Avusturya'nın başkenti Viyana'da Türkler'in oturduğu iki binanın bodrum katlarında yangın çıktı, 7'si çocuk 11 kişi dumandan zehirlendi.
Hayır; bu olaylar için peşin hükümlü davranmayacağız, "Kundaklama" demeyeceğiz. Hem de Aldingen'deki binada yangın üç yerde birden çıkmasına rağmen. Çünkü Alman makamları Ludwigshafen'deki facianın sorumluluğunu ya da en azından faturasını neredeyse Türk basınına ve Türk derneklerinin yöneticilerine yüklemeye kalkacak kadar pervasız davrandılar.
Neymiş; ortada görgü tanığı falan yokken hemen "Sabotaj" damgasını yapıştırmışız, yabancı, daha doğrusu Türk düşmanı NeoNaziler'i adres göstermişiz. Oysa soğukkanlılıkla soruşturmanın sonucunu beklemeliymişiz. Kabul.
Ya sabotaj çıkarsa? İyi ama aynı sabrı ve anlayışı Almanlar'dan da beklemek hakkımız değil mi?
Uyumdan sorumlu bakan Maria Böhmer'in Ludwigshafen'de daha alevler söndürülemeden "Bu işte aşırı sağın parmağı yok" açıklamasına ne demeli? Sorumsuzluk mu? Telaş mı? Yoksa siyasal kriz korkusu mu? Öyle ya;
9 yurttaşımızı yutan o alevlerin altından aşırı sağcılar, NeoNaziler çıkarsa, koalisyonun ağır bir deprem geçireceğini, belki de dağılacağını herkes görüyor. Zira o durumda kaçınılmaz olarak Hıristiyan Demokratlar'ın son eyalet seçimleri kampanyasında tavan yapan yabancı karşıtı açıklamaları ve politikaları yeniden gündeme getirilecek. Örneğin Hessen eyaleti Başbakanı Roland Koch'un "Suç işleyen yabancılar sınır dışı edilsin" önerisi ve Başbakan Angela Merkel'in ona verdiği tam destek hatırlatılacak, "Hava böyle böyle zehirlendi" denilecek.
Türkiye Araştırmaları Merkezi Direktörü Prof. Dr. Faruk Şen'in her fırsatta tekrarladığı gibi, Alman politikacıların "Türkler uyum gösteremiyor", "Türkler, Almanca öğrenmek istemiyor" gibi söylemleri aşırı sağ grupların ekmeğine yağ sürüyor. Bakın Şen tabloyu nasıl anlatıyor:
"Türkofobi" kasırgası "11 Eylül saldırılarının ardından hız kazanan İslamofobi, 3.5 milyon Müslüman'ın yaşadığı Almanya'da 2.7 milyon nüfusla en büyük grubu oluşturan Türkler'e yöneldi, bir başka deyişle 'Türkofobi'ye dönüştü."
Üstelik bu fobi önkabullerle, ayrımcılıkla kasıtlı olarak körükleniyor.
Örneğin suç araştırmalarında parmaklar hemen Türk gençlerine doğru uzatılıyor ve hüküm veriliyor: "Türk gençleri potansiyel suçlu."
Örneğin işyerleri eleman alırken, elemandan vazgeçtik çıraklara staj imkânı verirken, "Önce Almanlar" sessiz kuralını işletiyor.
Bu ayrımcılık sonucu
Türk gençlerinde işsizlik oranı ülke ortalamasının iki katına ulaşıyor. Tüm Türk nüfusunun yüzde 30'u işsizliğe, yüzde 43'ü yoksulluk sınırı altında yaşamaya mahkûm ediliyor. İşsiz ve yoksul bırakılmaları yetmezmiş gibi, bir de ülkedeki işsizliğin sorumlusu olarak gösteriliyor.
Ayrıca hayatlarını zorlaştırmak için yasalar değiştirilip ailelerin birleşmesi güçleştiriliyor. (İşte Kubilay Yücelsoy adlı okurumuzun email'i: "Olmaz olsun böyle Almanya. 18 senedir burada yaşamama ve çok iyi gelirim olmasına rağmen, evlendiğim eşimi yanıma getiremiyorum. Bu yeni çıkan kanun yüzünden. Üstelik eşim 6 aylık hamile.")
Kısacası Türkler'i bezdirmek, soğutmak, toplumdan dışlamak için her yola başvuruluyor. Sonra da "Türkler entegre olmak istemiyorlar" diyerek fatura yine yurttaşlarımıza kesiliyor. Tek taraflı entegrasyon olur mu? Hele de entegrasyon ile Almanca öğrenmek, Alman anayasasına bağlılık ve yasalara saygının çok ötesinde "Alman ulusal kimliği"ni özümsemek kastedilirse...
Her şeye rağmen gerek Ludwigshafen'deki, gerekse Aldingen'deki yangınların "Kaza" çıkmasını gönülden diliyoruz.
Yayın tarihi: 16 Şubat 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/16//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş.