Hâkkari'de doğan bu yetenekli adamın geldiği nokta, onu sadece Doğulu gençlerin değil Batılı gençlerin de idolü haline getirdi.
Dilin muhalif cambazı
Yeni projeleri olmadan da hep gündemde kalmayı başaran isimlerin başında Yılmaz Erdoğan geliyor. Politik duruşunu hiçbir zaman gizlemeyen Erdoğan'ın sinema, şiir ve tiyatrodaki başarısında dozu değişen bir Kürt şivesiyle zengin, oyunlarla, tuzaklarla dolu Türkçe önemli bir yer tutuyor; üstelik dilde bir muhalefeti ortaya koyuyor..
Bazı isimler vardır ki ne yaparlarsa yapsınlar, romanlarında, şiirlerinde, filmlerinde, tiyatro oyunlarında politik duruşları nettir. Ancak eserleri toplumun tüm kesimleri tarafından takip edilir hatta karşıt düşüncede olanlar bile bu ismi benimser. Yılmaz Erdoğan da herkesin benimsediği bu nadir isimlerden biri... Erdoğan, 1968'de dünya yerinden oynarken, dağlarla çevrili yoksul bir kent olan Hakkâri'de doğdu. Ailesiyle birlikte Ankara'ya göç edinceye kadar Erdoğan'ın çocukluk ve erken gençlik yılları hiçbir devlet memurunun "Seni sürdürürüm," diye tehdit edilemediği bu kentte geçti. Ve ardından 70'li yılların kömür ve egzoz dumanına boğulan Ankara'sı... Entelektüeller için farklı bir yaşam biçimi şekilleniyor aklımda... Kenti pek fark edemeyenlerin 'sıkıcı' dediği aslında o statik düzen, aşkın da, sanatın da başka türlü yaşanmasını, hissedilmesini sağlıyordu. İstanbul'da benzeri olmayan 'kahve kültürü', Musevilerin kazdığı rivayet edilen Gençlik Parkı havuzunun kıyısındaki Sanat Kurumu'nda içilen ilk biralar, Sakarya'da kadife ceket ve heybe çantayla atılan turlar... Yılmaz Erdoğan'ın kelimelerinde hem Hakkâri'nin hem de Ankara'nın belirgin bir izi oldu. Ancak Erdoğan'ın yaşamını şekillendiren asıl kent İstanbul olacaktı. İnşaat mühendisliğini kazanınca soluğu İstanbul'da, İTÜ öğrencilerinin bolca King, yeteri kadar matematik oyunları ve biraz da Oğuz Atay olma hayalleriyle beslenen dünyasında aldı.
YOKSUL ÖĞRENCİ EVİ
Ve o öğrenci evleri... Kırık dökük somyalar, koltuklar... Siyasal'da okuyan, bir yandan da Vedat Türkali'nin çevresinde edebiyata bulaşan hemşehrisi Muhsin (Kızılkaya), karikatür dünyasında Met-Üst olarak tanınacak Metin (Üstündağ)... Menemenle yapılan kahvaltılar, bolca demli çay ve bitmez tükenmez muhabbetler... Geyiğin en güzel zamanları... Bugünkü anlamıyla Beyoğlu ve Etiler kültürü ufukta gözükmüyorken Galata Köprüsü, Çorlulu Ali Paşa Medresesi, Çınaraltı... 12 Eylül'den yıllar sonra 1987 yılının bir bahar günü "Susarlar, sesini boğmak isterler," diye yürüyen 3 bin öğrenci... Sonra yükselen Kürt hareketi... Yılmaz Erdoğan o günlerde gönlünü çoktan tiyatroya kaptırmıştı... Üniversite eğitimini yarıda bıraktı ve Ferhan Şensoy'un Nöbetçi Tiyatrosu'nda amatör olarak oyunculuğa başladı. Sonra Levent Kırca ile Kırca'nın ekibindeki bütün yetenekler gibi 'boğaz tokluğuna' devam etti. Erdoğan'ın bu dönemde yazdığı Gereği Düşünüldü adlı oyun tam dört yıl boyunca kapalı gişe oynadı. Artık tiyatroda kendisini ispatlamıştı. Kırca'nın gölgesinden kurtulmak ve hem üç beş kuruş daha fazla kazanmak hem de kendi ismiyle bir şeyler yapmak istiyordu. Kırca, bu altın yumurtlayan tavuğu kolayca bırakmak istemedi. Bu nedenle Erdoğan tiyatrodan biraz olaylı ayrıldı. Kısa bir dönem Yasemin Yalçın Tiyatrosu'na geçti. Haşlama Taşlama ve Kadınlık Bizde Kalsın gibi oyunlara imza attı. Ama onun aklı kendi tiyatrosunu kurmaktaydı... 1994 yılında Necati Akpınar ile birlikte Beşiktaş Kültür Merkezi'ni kurdu. Ama kaderi 1995 yılının ilk günlerinde televizyonla değişecekti.
'VAHŞİ' KAPİTALİZME KARŞI
Başlangıçta Demet Akbağ üzerine kurulan ve Atilla Atalay'ın ünlü karakteri 'Sıdıka'dan esintiler taşıdığı için eleştirilen Bir Demet Tiyatro'da, bir yan karakter olan 'Mükremin Abi' tiplemesiyle ekranlarda olağanüstü ilgi topladı... 'Mükremin Çıtır' karakteri ve Çıtır ailesiyle birlikte şöhreti de 'geometrik' olarak artmaya başladı. Tiyatroya verdiği yıllar ve politik duruşu bir yana bırakılırsa Cem Yılmaz, Okan Bayülgen ve Beyaz'la birlikte döneminin yükselen dört mizahçısından biriydi. Ama ne Cem Yılmaz gibi göçle büyük kentlere gelen insanların modern dünya ve onun efsaneleri ile tuhaf karşılaşmasını didikliyor, ne de Beyaz gibi absürt sayılabilecek bir mizahla yeni gençliği yakalıyordu. Yılmaz Erdoğan 'mahalle' kültürünü, bu kültürün sıcaklığını, siyasete, ekonomiye, politikacılara eleştirel bakışını iyi yakalamıştı ve oradan 'yürüyordu.' Sağlam bir dille, sağlam bir argo ile yozlaşmaya, değişen değerlere, vahşi liberalizme kafa tutuyordu.
REKLAM YILDIZLIĞI
Ancak geometrik hızla gelen şöhret, aritmetik hızla da olsa 'kayıplara' yol açtı. Kısa bir süre sonra batacak olan Interbank'ın reklamlarında şoför rolüyle çıktığında ilk homurtular başladı. Ardından, Uzanlar'ın Telsim reklamında yetenekli Kürt boyacı çocukla birlikte oynadığında eleştiriler daha da sertleşti. Tiyatroculuğu, televizyon yıldızlığı değil ama şairliği, daha doğrusu bir şair olarak çizgisi 'reklam yıldızlığı' ile çok da uyumlu değildi. Yılmaz Erdoğan hemen her defasında iyi bir yazar olduğunu kanıtladı. Otogargara, Cebimde Kelimeler, Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü, Haybeden Gerçeküstü Aşk ve Bana Bir Şeyhler Oluyor gibi oyunları hep kapalı gişe oynadı. Kazandığı paraları yine tiyatroya yatırdı, BKM de tiyatronun en iyi markalarından biri olarak bunun hakkını verdi doğrusu. Ama Yılmaz Erdoğan, asıl başarısını, belki de tiyatrodan daha fazla, sinemada gösterdi. Sinemaya 2000 yılında, Vizontele filmiyle girdi. Hakkâri'de geçen öz be öz yerli bir öyküye dayanan film üç buçuk milyon kişi tarafından izlendi. Bu sadece Erdoğan'ı yıldız yapmadı. Film aynı zamanda Türk sinemasını krizden çıkaran, üstelik sinemanın endüstriyel anlamda yeniden çıkışı kabul edilen bir başarıydı. Ardından 12 Eylül darbesini hüzünlü ve komik unsurlarla anlatan Vizontele Tuuba'yı çekti. Bu film de 3 milyona yakın kişi tarafından izlendi. Son olarak bir hırsızlık şebekesini anlattığı Organize İşler geldi. Kürt sanatçıların, sinemacıların Yılmaz Güney'e öykünme çabaları Erdoğan'da var mı yok mu bilinmez. Ama Yılmaz Güney efsanesine en çok yaklaşan o oldu. Örneğin, şivelerinden utanan Kürt sanatçıların filmlerde dublaj kullanmaları gibi bir tabuyu yıktı, hatta bunu avantaja dönüştürdü. Dozu değişen bir Kürt şivesiyle, zengin, oyunlarla, tuzaklarla dolu bir Türkçe... Erdoğan'ın sinema, şiir ve tiyatrodaki başarısında bu aktif, saldırgan ve iğneleyici dil formülü hep önemli bir yer tuttu. Yüklemle öznenin ya da cümlenin başka öğelerinin çağrışımlarla doldurularak ve neredeyse sonsuz çeşitlilikte yer değiştirmesi, zengin bir dili, o dilde gelişen bir muhalefeti ortaya koyuyordu. Hulki Aktunç'un "Dilin gizli örgütü," dediği argo, Yılmaz Erdoğan'la yeni bir ivme yakaladı. Ve en önemlisi bir Kürt olan Erdoğan, yeteneğiyle baş tacı ettiği Türkçe'de bir dil cambazı olarak herkesi büyüledi.
'BARIŞ' VE 'TAVİZ'
Ancak Erdoğan, filmlerinde hep başrolde olsa da politik yaşamda figüran düzeyinde kalmayı tercih etti ya da tercih etmek zorunda bırakıldı. Açık seçik politik tavırları bazen rakip medya gruplarının hırsına, bazen rakip entelektüellerin çekememezliğine takıldı kaldı. Ama terör nedeniyle yoğunlaşan ölümlerin durması için feryat dolu bir "Yalvarıyorum" başlıklı mektubu çok konuşuldu. Hürriyet gazetesinde neredeyse tam sayfa yayımlanan mektupta Erdoğan, çatışmaların durması, barışın sağlanması için elinden bir şeyler gelen kişilere yalvarıyordu. Son politik çıkışı geçtiğimiz günlerde Hollywood senaristlerinin grevine katılmasıydı. Hem eski bir 'köle', hem de yeni bir 'işveren' olarak Türkiye'de senarist ve oyuncu ile grev veya sendika kelimelerini neden yan yana anmadığı ayrı bir soru olarak dursa da Hollywood'a senaristlere destek için gittiği hiç aklıma gelmedi. Olsa olsa Türkiye'deki sanatı daha çok nasıl paraya dönüştürebileceği konusunda Hollywood yapımcılarından ders almaya gittiğini düşündüm. Çünkü tiyatroyu, sinemayı, şiiri, müziği, bu kadar paraya dönüştürmekte Erdoğan'ın üstüne yok. Ama diğer taraftan çalışkanlık ve kaliteli eserler üretmek konusunda da kimse onunla boy ölçüşemez.
Yayın tarihi: 10 Şubat 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/02/10/pz/haber,288371A5FA6B4B98B503FA9C0EF9D494.html
Tüm hakları saklıdır.